Genç sanatçı Zeynep Sağır ile yer alacağı 4 Kasım'daki Saatchi Gallery'de gerçekleşecek “2021 London Grads Now” karma sergisi öncesinde Central Saint Martins’de devam eden serüvenini, renk algısını, renk paletleri hakkında olan tutumunu ve “Speaking Color” adlı projesini konuştuk.
Söyleşiye seni tanıyarak başlayalım mı? Bize biraz kendinden bahseder misin?
Fırça tutmayı kalem tutmaktan önce öğrenen, zamanının büyük bir çoğunluğunu boya tüpleriyle haşır neşir olarak geçiren, temel ihtiyaçlarının arasına resim yapmayı yıldızlarla eklemiş bir sanatçıyım diyerek başlayabiliriz. Resim yapmanın benim için bir hobi değil, gereksinim olduğunu anladığım günden beri rotam sadece bu yönü izliyor. Liseden beri sanat eğitimi alıyorum; önce Ankara Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi Resim Bölümü, daha sonra ise Bilkent Üniversitesi Güzel Sanatlar Bölümü’nden mezun oldum. Yüksek lisansımı da UAL Central Saint Martins’de renk algısı/psikolojisi üzerine yaptım. Pratiğimin yanına ek olarak, işin akademik kısmıyla da bir hayli ilgilendiğimi söyleyebilirim.
Şu an İngiltere’de yaşıyorsun. Türkiye’den İngiltere’ye uzanan yolculuk nasıl başladı? Bu yolculuk seni ve sanatsal üretimlerini nasıl etkiledi?
Üniversitede okurken birkaç kez Londra’ya gelme fırsatım olmuştu. Akademisyen olma hayalleri kurarken bir yandan da okulları araştırıyordum. Mezun olduktan sonra istediğim okula başvurdum ve kabul aldığım gibi soluğu burada aldım. Sanırım kendini nerede bulacağını ve geliştirebileceğini bulmak en kilit nokta. O noktayı buldum ve gerisi çorap söküğü gibi geldi. Master programım boyunca kendimi dış dünyaya kapatarak, pratiğimle ilgili merak ettiğim tüm soruları cevaplamaya adadım ve renk algısını/psikolojisini araştırmaya başladım. Resim yaparak araştırma yapmak bu zamana kadar gördüğünüz resimlerimi ters yüz etti. Bu yüzden de figüratif resimlerimin yerini soyut görseller aldı. Bu yaz mezun oldum, yeni üretimlerim için bir aydır çizim yapıyorum. Yakında resmetmeye başlayacağım, asıl o zaman nasıl etkilediğini göreceğim. :)
“Speaking Color” adlı projenden bahsedelim. Bu projeyi nasıl oluşturdun, daha önce sergilediğin ve detaylı işlediğin eserlerden sonra sadeleşip, kapsamlı olarak “renk algısını” ele almak nasıl aklına geldi?
Yüksek lisansın ilk üç ayı atölyede geçti. Nefes almadan resim yapıyordum diyebilirim. Bu sırada çalışmalarımda uzmanlaşmak ve odaklanmak istediğim bir araştırma konusu belirlemem gerekiyordu. Sunum yaptığım gün danışmanım bana tam deyimiyle ait olmadığım bir konuda boğulmak üzere olduğumu söyledi. Eğitim hayatım boyunca, resimlerimde en çok dikkat çeken konuya tamamıyla odaklanışım bu günden sonra başladı; renkler!
Renk kavramını incelemek için hem fizyolojik hem de psikolojik yaklaşımlara baktım. Fizyolojik olarak renk, hepimizin bildiğini gibi farklı şekillerde gözlerin sinirlerine ulaşan ışık. Fiziksel olarak bu bir dalga ve biyoloji meselesi olduğundan, her insanın kendi deneyimine sahip olabileceğini görebiliriz. Beni rengi araştırmaya yönlendiren ilk düşünce, renk için bir dil standardı belirleme olasılığıydı. Bu nedenle, herkesin aynı renk algısını yaşayıp yaşamadığını ve dilin etkilerinden ayrılıp ayrılamayacağını sorguladım. Psikolojik açıdan ise renk beyindeki bir uyarandır ve bunun duygusal etkileri kişisel ve benzersiz bir deneyime dönüşür. Renkleri duygularımızı ifade etmenin bir yolu olarak nasıl kullandığımızı merak ediyordum. Bütün bunlar beni tekil bir araştırma konusuna yönlendirdi; Renk standart bir dil olarak kullanılabilir mi? Rengi öznel bir temaya sınırlamamak ve daha az belirsiz hâle getirmek için hangi kavram ve ilkelere dikkat edilmeli bunlara da baktım. Her dil rengi tanımlayabilse ve evrensel bir anlayış gözlemlenebilse de, algılama ve yorumlama süreci çok farklı sonuçlarına kapı açabiliyor. Bireylerin büyüdüğü sosyal çevre, kültür ve eğitim gibi deneyimlerin de bu algıyı değiştirmede büyük etkiye sahip olduğunu görebiliriz.
Tüm bu araştırmaların paralelinde de “Speaking Color” adlı projeme başladım. İlk olarak, resimlerimi ve günlük olarak kaydedilmiş metinlerimi herhangi bir form olmadan renklerle somutlaştırmaya çalıştım. Renkleri psikolojik olarak nasıl kodladığımı keşfetmekle başladım. Renkleri ilişkilendirdiğim duygularla gruplandırdım. Ruh hâlimin her gün değişmesine rağmen beynimde kodlanan renklerin değişmediğini ve aynı renkleri belirli ruh hâllerinde kullandığımı fark ettim. Ancak, çalışmalarımı insanlara gösterip etkileşimli iletişim kurduğumda, yansıttığım ruhun tamamen farklı algılandığını fark ettim. Bu bana renk algısının kesinlikle benzersiz/öznel olduğunu ve renklerin yarattığı ortak bir iletişim aracından yararlanabilmek için daha sistematik çalışmalar yapmamız gerektiğini düşündürdü. Sonra renkleri ve harfleri eşleştirerek bir alfabe oluşturdum. Bu noktada dilin nasıl ortaya çıktığını ve dil-alfabe arasındaki ilişkiyi gözlemledim. Renklerle eşleşen alfabeyi kullanmak ve nasıl çalıştığını görmek için bir bulmaca oluşturdum. Kişilerarası iletişimin gücünü görmek ve ne kadar etkili olduğunu ve onu ne kadar ilerletebileceğimi deneyimlemek istedim.
Renk paletlerini seçerken, araştırmalarını yaparken nasıl bir tutum izledin?
Beni rengi araştırmaya yönlendiren ilk düşünce, renk için bir dil standardı olasılığıydı. Bu beni heyecan verici bir farkındalığa götürdü; içsel ve sübjektif deneyimimiz tamamen eşsiz ve kişiseldir ki başkalarıyla paylaşmayı denediğimizde anlaşılmaz. Neden hep aynı renk paletlerini kullanarak resim yaptığımı daha iyi anlamak için de psikolog ve nörologlara danıştım ve travmalarımı ne zaman ve nasıl renklerle kodladığımla ilgili psikolojik çalışmalar yaptım. Duyguları ve renkleri nasıl eşleştirdiğimi fark ettiğimde, rengi bir dil olarak kullanma fikrini hayata geçirdim. Tamamen kişiselleştirilmiş kelime oyunları yaratmaya başladım.
Renk algısı, ortak bir dil olabilir mi? Kişiden kişiye göre benzerlikler gösterir mi ve veya kişiye özel olduğunu düşünebilir miyiz? Ortak bil dil yaratılarak sanata indirgenebilir mi?
İnsan beyni, çevremizdeki renkler ve kavramlar arasında sonsuz bağlantılar kurabilirken, insan gözü, yalnızca 11 temel renk terimine sahip olduğumuz bir dünyada (siyah, beyaz, kırmızı, yeşil, sarı, mavi, pembe, gri, kahverengi, turuncu ve mor) on milyon farklı renk geçişini ayırt edebiliyor. Bu nedenle, görebildiklerimiz, söyleyebildiklerimiz ve bizim için ne anlama gelebilecekleri arasında büyük bir asimetri var. Her insanın kendine özgü bir renk yorumu olduğu için, bu durum sadece renkleri kullanarak bir dil ya da iletişim aracı yaratmayı neredeyse imkânsız hâle getiriyor. Renkler, kurallar-sınırlamalar-duygu ve anlamlardan kurtulmuş olsa bile, kullanabileceğimiz yeterli bir iletişim aracı olamıyor. Ancak sınırlı olabilir. Tek başına renk, bir mesajı tam olarak iletmek için yeterli olmasa da, genel olarak daha iyi anlamamıza yardımcı olabilir diyebiliriz.
Bu projede detaylı olarak psikiyatrlar ile çalıştın, sanat ve bilim birbirleri ile uyum içinde ilerleyebiliyor mu? Birinin bilime, birinin ise hayal gücüne dayanarak sorguladığı metotlar arasındaki benzerlikler nelerdir; bize bu gözlemini anlatabilir misin?
Tüm süreç dengeli ilerledi diyebilirim. Pratik yani sanatsal kısmında sorguladığım tüm soruların cevabı her seferinde beni işin teorik yani bilimsel kısmına yöneltti. Bu yüzden de sanatçılar, akademisyenler, psikiyatrlar ve nörologlar ile beraber çalıştım. Renk soyut, ucu çok açık ve açıklanması zor sorularla dolu bir konu olduğu için, dahil olduğu her konuda zaten pek çok farklı alandan insanı bir araya getiriyor.
Bu projenin sağlamasını yaparken “bilim” metodunu kullanarak tezini çürüttüğünü anladığın an neler hissettin, projeni kurgularken psikiyatr ile çalışmak sana neler kazandırdı?
Psikiyatr ve nörologlar ile yaptığım ilk görüşmelerde sorduğum çoğu soruya “imkânsız, henüz bilmiyoruz, hâlâ araştırılıyor, çok da mümkün değil, hayır, bunun hâlâ bir cevabı yok” gibi yanıtlar almaya başladığım andan itibaren bunun sonuca dayalı değil, bazı sorulara yardımcı olabilecek bir araştırma süreci olacağını biliyordum. Bunun yanı sıra sayısız kitap okudum ve alanımın dışına çıkarak pek çok ek konuya çalıştım. İki sene sonunda bu araştırmanın bana kazandırdığı en büyük şey; görmenin ötesinde, çevreyi ve nesneleri nasıl algıladığımı ve algılandığını, fazlasıyla detaycı bir şekilde kavramaya başlamam olabilir. Bunun yeni üretimlerime nasıl bir etki getireceğini görmek için çok heyecanlıyım.
Son olarak, bu çalışmaları görebileceğimiz bir sergi olacak mı?
Projem için yaptığım birkaç resmim temmuz ayında CSM - Degree Show’da sergilendi. Aralarından bazıları ise 4 Kasım’da Saatchi Gallery’de gerçekleşecek olan “2021 London Grads Now” sergisinde görülebilecek. Londra’ya yolu düşenler 18 Ocak 2022’ye kadar sergiyi ziyaret edebilirler!