Anna Laudel Contemporary, eylül ayında başlayan ve geniş yankı uyandıran sergisi “Geçmiş Günümüzle Buluşuyor”un etkisi sönmeden yeni bir çalışmaya imza attı. 9 Kasım akşamı, ziyaretçilerine “Storyteller” adlısergisinin kapılarını açan galeri, sergi kapsamında daha önce birlikte çalıştığı üç sanatçının çalışmalarını bir araya getiriyor ve rengarenk, ışıklı bir hikâye evreni kuruyor.
“Storyteller”da yer alan Ruth Biller, Jan Kuck ve Serkan Küçüközcü, Anna Laudel Contemporary’nin hâli hazırda çalışmalarını yakından takip ettiği, galerinin sanatçıları olan isimler. Galeri Müdürü Alev Vayısoğlu, üç sanatçının farklı anlatılarını bir araya getirmek istemelerinin nedenini, bu isimlerin farklı tekniklerle çalışması ve görsel hikâyelerini güncel temalar üzerinden sunarak anlatmaları, olarak açıklıyor ve “Yer değiştirme ve karşılaşmalar; toplumsal, tarihsel referanslar ve ironi; iç dünya ve kişisel tarih anlatılarını “Storyteller” başlığı altında buluşturarak, sanatçıların içinde yaşadıkları toplum ve koşullarda kendi görsel alanlarını nasıl inşa ettiklerini ve nasıl bir hikâye bütününün parçaları olduklarını izleyicilerle paylaşmak istedik” diyerek devam ediyor.
Galerinin tarihi ve kusursuz estetiğe sahip binasının üç katına yayılan serginin giriş katı Serkan Küçüközcü resimlerine ayrılmış. Baharları yok sayan, “Benim için yaz ve kış var yalnız” diyen sanatçının keskin ve doygun renklerle dolu çalışmaları umuda odaklanıyor. Kara kara uçakların yeryüzüne bırakmaya hazırlandığı rengarenk lego parçaları sanki mutlu bir dünya inşası için bize getiriliyor gibi görünüyor. Hayâli, ama bu coğrafya için çok tanıdık olan, yaz ve kış peyzajlarının önünde dikilen canlı renkleriyle balonların, dev oyuncakların, kar kürelerinin dünyasına Daydreaming adını vermiş Küçüközcü. Düşsel, umutlu bir gelecek hikâyesinin arayışındaki gündüz düşleri kurduran bu işler, daha iyi bir gelecek peşinde.
Bir sonraki katta ise Alman çağdaş sanatçı Jan Kuck’un sıra dışı çalışmaları yer alıyor. History is Now başlığı altında bir araya gelen işlerinde çimento, neon ışıklar, ayna, tahta, altın, cam gibi farklı malzemeler kullanan sanatçı hem estetiğin hem de hikâye anlatımı ve kavramın incelikle yansıtıldığı çalışmalar yaratıyor. Anadolu halı ve kilim geleneğine ait motiflerden yola çıkarak kurguladığı “ışıktan” halılarda kullandığı malzemeler ise koroner anjiyo operasyonlarında doktorların kullandığı teller ve kimyasallar ile cam elyaf kumaştan oluşuyor. Bu ışıl ışıl yanıp sönen desenler bin yılı aşkın hikâye anlatım geleneğimizin beklenmedik ve çok etkileyici bir yorumu. Eli belindeleri, koç boynuzlarını, pıtrakları, hayat ağaçlarını, muskaları, kartalları ve daha birçok Türk motifini yeniden kurgulayarak kendi “kadın”, “hayat” ve “birlik” hikâyelerini ışığa döken Kuck, Beethoven’in Ode to Joy (Neşeye Övgü) notalarını da kendine has bir teknikle yorumlayıp bir motife dönüştürmüş ve bu motifin içine Türk motiflerinden bir anlatı koyarak bizim tarihimizi ve anlatılarımızı içine alan bir “Neşeye Övgü” ile Türkiye’nin Avrupa Birliği sürecine atıfta bulunmuş. Altın ve çimentoyla ürettiği Sıfır Euro’nun değerini tartışan, kadın işçilerin emek sömürüsü tarihine değinen ve günümüzde bilgi aktarımının ışık hızında gerçekleştiğine dair mesajlar veren, kişisel tarihinden referanslarla işler üreten Kuck’un çalışmaları sergiye bambaşka bir tat veriyor.
Serginin son hikâye anlatıcısı ise yine Alman bir sanatçı olan Ruth Biller. Sanatçının tablolarını görür görmez yarattığı ilk etkinin renkler üzerinden olduğunu belirtmek gerekiyor. Fırça vuruşu ve geniş bir paletin en pastel renkleriyle hikâyelerini döktüğü tuvallerde dikkat çeken bir detay var; Biller, büyük çalışmalarını ayrı tuvallere resmederek birleştiriyor, bunun nedeni olarak; anlara odaklandığını, öyküyü bölerek bütünden ayrdığında bile hikâyenin bir anına uzanabilmesini, kendi parçasındaki öyküyü sürdürebilmesini sağlamak istediğini belirtiyor.
Tam da sanatçının söylediği gibi eserin her bir parçası kendi hikâyesini sürdürüyor, bir araya geldiklerinde ise daha büyük yeni bir öykü karşımıza çıkıyor. Doğaya çok bağlı olduğunu ve renklerini, çalışmalarının temelini doğaya dönüş duygusuyla beslediğini anlatan sanatçı, üzerine çalıştığı “an”ların hatırasını sürdürmesi için onlara yeni renkler ve bakış açıları kazandırarak üretim yapıyor. Tıpkı Badende adını verdiği tablosundaki gibi. Yüzyıl başında çekilmiş bir belgeselde gördüğü, çıplak kadınların doğaya dönüşünü anlatan danslarından etkilenerek tabloyu yapan ressam, ardından başka bir kıtada bu dansın yeniden icrasını izleyerek umut vadeden, daha enerjik başka bir örneğini daha yapıyor. Böylece değişen mekân ve zamana rağmen ortak kalan duygu ve özlemlerimize odaklanıyor. Çalışmalarının başlığına da adını veren VisaVis tablosunda ikiye böldüğü tuvalin iki yakasında yüz yüze uyuyan iki çocuğu resmediyor. Tablonun birini alıp gittiğinizde hikâyesine yalnız devam edecek bir mülteci çocuğu kalıyor belki geriye. Kısacası Biller, “Neden buradayım?” sorusuyla yola çıktığı bu işinde, dijitalleşen, bir yerden diğerine sürekli göçlere sahne olan, hızlanan dünyamızda karşı karşıya- yüz yüze olma meselesine dönüş yapıyor ve bu hızlı değişim içindeki karşılaşmaların hayatımızda yarattığı etkileri sorguluyor. Ayrıca Immersion tablosundaki büyüleyici renkler arasındaki suya dalmakta olan kadın üzerinden tahmin edilmedik bir yere değiniyor Biller, “Sürekli bir şeylere dokunuyoruz; doğada suyun aynamsı yüzeyine dokununca içine dalarız, ama her gün dokunduğumuz dijital ekranlara dalamıyoruz, orada gördüklerimiz zihnimize dalıyor, fakat fiziksel bir bağımız yok, oysa doğa dokunduğunu içine almaya devam eden bir gerçekliğe sahip” diyerek.
Anna Laudel Contemporary’nin yeni sergisi “Storyteller”, 27 Aralık tarihine dek renkli ve ışıklı hikâyeler arayanları kendi evrenine bekliyor.