Paris’te yaşayan ve çalışan, uzun süredir hayvan figürleri ve formları üzerine çalışan sanatçı Maude Maris ile hayvan türlerinde yakınlık, morfolojik simetri ve sembiyoz kavramlarından yola çıktığı, Pi Artworks İstanbul’da sanatseverlerle buluşan “Blue Milk” sergisi üzerine söyleştik.
Maude Maris’in son dönem çalışmaları, sanatçının Pi Artworks İstanbul’daki üçüncü solo sergisi “Blue Milk”te izleyicilerle buluştu. “Blue Milk”, Maris’in zooloji ve mikrobiyoloji okumalarına paralel olarak hayvan figürüne odaklandığı ve resim sanatını hem bir algı sistemi hem de plastik olarak tekrar ele aldığı yağlıboya resimlerini izleyiciye sundu. Maris, hayvan formu üzerine gerçekleştirdiği araştırmalarını, Amerikalı mikrobiyolojist Lynn Margulis ve İsviçreli zoolog Adolf Portmann’ın çalışmalarına referansla, biyosemiyotiğe ilişkin adressiz güzellikler, simetri, türler arası yakınlıklar ve sembiyoz kavramları üzerine odaklanarak derinleştiriyor. Maude Maris ile hangi türden oldukları tam olarak belirlenemeyen ve bir arada olmaları öngörülmeyen farklı hayvanlar arasında kozmolojik bir ilişki kurduğu sergisi “Blue Milk” üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
Sevgili Maude Maris, son dönem çalışmalarınızı, Pi Artworks’te gerçekleştirdiğiniz üçüncü solo serginiz “Blue Milk” ile izleyicilerle buluşturdunuz. Sergiye hazırlık sürecinizden başlayalım mı? Bu süreç nasıl geçti?
Sıklıkla olduğu gibi, bu sergi de önceki bir serinin devamı, söz konusu seride parlak yüzeylerde yansımaları bulunan hayvan figürleri oluşturuyordum. Aynı seriyi geliştirmek için uzun süre çalışmam gerekiyor, burada araştırmamı doku ve şeffaflık açısından daha doygun, daha soyut kompozisyonlar ve daha duyuları uyandırıcı renkler üzerine derinleştirdim. Önceki resimlerde figürler tek başına ve yekpare dururken, şimdi çoklu figürler mevcut ve arka planda geometrik yapılar oluşturan yansıma oyunlarıyla birbirlerine bağlılar.
Çok boyutlu bir çalışma tekniğiniz var. Küçük boyutlu, alçıdan hayvan figürü modelleri üzerinde çalışıyorsunuz ve bu çalışmalarınızdan bir set kurarak fotoğraflarını çektiğiniz kompozisyonları büyüterek tuval yüzeyine aktarıyorsunuz. Sergideki eserler nasıl bir çalışmanın ürünü? Çalışma şekliniz sanatınızı nasıl etkiliyor?
Bu yeni resimler aynı düzenlemeyi takip ediyor, birkaç farkla, yansımaları çoğaltan birçok aynanın varlığı gibi. İşleyişim epey kurallı görülebilir ama bana göre içerisinde onu geliştiren birçok kaza veya olayın meydana geldiği bir araç. Değişmez bir kural söz konusu değil. Örneğin bazı resimler, üstü kapatılmış eski tabloların katmanlarının gözükmesine izin veriyor. Bir de başlangıç imgesine göre gittikçe daha fazla özgür davranıyorum, resim kazıma ve silmelerle daha çok hareket kazanıyor. Bu süreç beni sınırlandırmıyor, sürekli yeni yollar keşfediyorum.
Zooloji ve mikrobiyoloji okumalarına paralel olarak hayvan figürüne odaklanıyorsunuz. Hayvan figürleri sizin için ne ifade ediyor? Çalışmalarınızda neden bu figürleri tercih ediyorsunuz?
Neredeyse naif bir şekilde, çocukluğumdan bu yana hayvanlar dünyası beni büyülüyor, bu varlığa ihtiyacım var, beni ilgilendiren hiç de alegorik boyut değil. Ama resimde, beni harekete geçiren öncelikle formların çeşitliliği, güzellikleri, geometrileri ve aynı zamanda onlara verebileceğim olası ikilem. Bakış açısına ve konuma bağlı olarak, aynı figür çok farklı görünebilir, bitki veya mineral dünyasını çağrıştırabilir, bir insan silueti ise neredeyse her zaman olduğu şekilde tanımlanabilir. Gözümüz, bir yüzü olabildiğince çabuk tanımak üzere eğitilmiştir.
Serginizin adına da değinelim istiyorum. “Blue Milk”i bizim için biraz açar mısınız? Neden bu ismi tercih ettiniz?
Hayvan varoluşunu çağrıştıran, yapay bir boyuta da sahip, adeta bir bilimkurgu atmosferine sahip bir başlık arıyordum. Genelde başlıklarımı tasarlarken yaptığım gibi, defterlerimde bulunan iki kelimeyi bir araya getirdim, bunlar okurken aldığım notlar, çoğu zaman şiirlerden. Ayrıca, bu kelimelerin serinin arka plan yüzeyini iyi tanımladığını düşündüm.
Gerçeküstü natürmort çalışmalarıyla bilinen bir sanatçı olarak sizi üretmeye iten gücü merak ediyorum. İlham kaynaklarınız neler, üretmek için gereken itici gücü nasıl sağlıyorsunuz?
Resim, dünya algımı en iyi ifade etmemi sağlayan araç, kendimi bu araştırmaya vermeye, şeylerin karmaşıklığının derinliklerine inmeye, anlam bulmaya ya da aramaya ihtiyacım var. Öncesinde resim yapma tarzımda belli bir mesafe, bir geri duruş, özellikle boyut, maket ve mimari konularında, ortaya koyarken; bugün boyanın dokusuna daldığımı, doğrudan insana ve bedene ilişkin sorulara daha yakın olduğumu hissediyorum. Çok kaynağım var; kitaplar, bir mekân, bir tanışma ama hepsinden öte beni en çok besleyen diğer sanatçılar, bütün dönemlerden, Anadolu heykelciğinden Georgia O’Keeffe’ye, Miriam Cahn’dan Giorgio Morandi’ye.
Çalışmalarınızı mikrobiyolog Lynn Margulis ve zoolog Adolf Portmann’ın çalışmalarına referansla, biyosemiyotiğe ilişkin adressiz güzellikler, simetri, türler arası yakınlıklar ve sembiyoz kavramları üzerine odaklanarak derinleştiriyorsunuz. Bu noktada aslında bir hayvan olan insanın varlığını nasıl konumlandırdığınıza odaklanmak istiyorum. Çalışmalarınızda, türler arası yakınlık bağlamında da düşünürsek, insan bir hayvan olarak nerede duruyor?
Kesinlikle, Batı hayvan ve doğa kavramlarını sadece insanı dışlayarak değil, özellikle ona net bir şekilde dominant bir konum vererek inşa etmiştir. Bu çalışmalar ve diğer birçok yayın (En önemlilerinden biri olan Philippe Descola’nın Doğa ve Kültürün Ötesinde* adlı kitabı örnek verilebilir), bu bakışın yapı sökümünü gerçekleştirmeye katkıda bulunuyor ve sınırların bu kadar net tanımlanmadığı, insanın dominant pozisyonunu terk ettiği ve birbiriyle ilişkili, birbirine bağlı bir dünya vizyonu sunuyor. Bu durumda birey sadece evrenin bütünündeki karmaşık etkileşimler ağındaki zincirin halkalarından biri hâline geliyor. Donna J. Haraway ve onun Companion Species Manifesto** kitabından da bahsedebilirim. Çeviklik hikâyeleri aracılığıyla, güç ilişkileriyle değil, saygı, iş birliği, sevgi, insan merkezcilikten (antroposantrizm) ve insan biçimcilikten (antropomorfizm) kaçınma ile belirlenen ötekilik ilişkilerinin nasıl kurulacağını araştırıyor. Bu okumalardan beslense bile, eserlerim bu fikirlerin doğrudan illüstrasyonları değiller, bu nedenle insan figürü bana gerekli görünmüyor, resimlerimdeki hayvan figürleri, biraz önce bahsettiğim kozmolojik bir şekilde birbirine ilişkilerle bağlı varlıkları temsil etmek için yeterli.
Hayvan figürleri ve formları insanlığın dünya üzerinde bir iz bırakmaya çalıştığı ilk zamanlardan beri gerçekleştirilen ve üzerine çalışılan bir konu. Siz de Pi Artworks İstanbul’daki “Antique Romance” serginizde Nemrut Dağı’ndaki hayvan figürlerinden yola çıktığınız resim ve heykel çalışmalarınızı izleyiciyle buluşturmuştunuz. Yeni serginizde de yine hayvan figürleri ve formları üzerine çalıştınız. Tarihsel bağlamda düşünecek olursak mutasyona uğramış hayvan figürü ve formlarında çalışmalar gerçekleştirmek bir sanatçı ve bir insan olarak sizi nasıl bir noktada konumlandırıyor? Gerçekleştirdiğiniz çalışmalar duvar resimlerinin bugüne olan bir yansıması olarak görülebilir mi?
Mağara resimlerine verilecek anlam konusunda gerçek bir bilimsel fikir birliği bulunmuyor, ancak yine de içimizde derinliklerde bizimle konuşuyorlar. Bir önceki soruya cevabımı devam ettirirsem, kozmolojik bir bağlantıdan bahsediyordum, biraz bu tür bir düşünce içinde olduğum izlenimindeyim. Hayvan figürlerim aslında gerçekten hayvan değil, kendimizi de yansıtabileceğimiz varlıklar. Söz konusu olan totemizm ya da animizm değil, olası ilişkileri somutlaştırmanın bir yolu. Öte yandan, gerçekten bu mutant, budanmış, manipüle edilmiş figürler aynı zamanda mevcut dünyamıza endişeli bir bakışın parçası.
Peki bu eserlerinizin izleyicide nasıl bir karşılık bulmasını istiyorsunuz? Sizce eserleriniz izleyiciye ne ve nasıl hissettiriyor?
Bu soruyu kendime sık sık soruyorum çünkü tüm çalışmalarım seyircinin şu veya bu forma bakarken sahip olacağı algıya ve ona yapacağı yoruma dayanıyor. Ya da daha doğrusu, onu kesin olarak yorumlamanın imkansızlığı üzerine dayanıyor. Şunu arzuluyorum, bu bir izleyici olarak kendim için de geçerli, bakışımızın zaten bildiği bir şeye bağlantı kurmadan, gerçekçi, somut bir şeyi görmeyi kabul etmesini istiyorum ve bir kez bu konuya girdikten sonra algımız değişiyor. Resme bakan kişilerin nasıl hissedeceğini tahmin edemiyorum ve etmek de istemiyorum ama onlarla bunun hakkında konuşmak heyecan verici!
20 yılı aşkın bir süredir üreten bir sanatçısınız. Bu süre zarfında benim için dönüm noktası dediğiniz bir an oldu mu? O anı bizimle paylaşabilir misiniz?
Hiçbir zaman gerçek bir kırılma noktam olmadı, plastik araştırmayı, sapmalar ve döngülerden oluşan takıntılı ve uzun bir yol olarak görüyorum. Bu araştırmaları düzenli olarak yeni yollarla besliyorum, ancak henüz radikal bir değişiklik yaşamadım, bu benim için daha çok yavaş ve kademeli bir süreç!
Gelecek projelerinize de yer vererek sonlandıralım istiyorum. Şu an üzerinde çalıştığınız yeni projeleriniz var mı? Gelecekte de hayvan figürlerinde çalışmaya devam edecek misiniz yoksa farklı çalışmalar da olabilir mi?
Bir sonraki çalışmam, Aslı Seven'in küratörlüğünü yaptığı bir sergi için İstanbul'da Lycée Saint-Joseph'de rezidanstan sonra Türk sanatçı İz Öztat ile iş birliği yapmak. Cam heykeller üzerine çalışmaya başladım, yine hayvan figürleri var, yapılacak resimlere entegre edilecek, ancak sağlık krizi projelerimizi değiştirmemize neden oldu ve bu heykelleri plastik bir diyalog için İz'e emanet etmeye karar verdik, şu anda üzerinde düşünmeye devam ediyoruz, ilk defa bu şekilde çalışıyorum ve büyüleyici olacağa benziyor!
Fransızcadan çeviri için Nihan Karahan’a teşekkürlerimle…
*Philippe Descola, “Doğa ve Kültürün Ötesinde”, 2005. Bilgi Üniversitesi Yayınları, Çeviri İsmail Yerguz, 2013
**Donna J. Haraway, “The Companion Species Manifesto: Dogs, People, and Significant Otherness”, 2003