Sanatçı Habip Aydoğdu’nun “Yaşamı ve Yapıtlarıyla Habip Aydoğdu” başlıklı retrospektif sergisinden hareketle, zamanın ruhuna tanıklık eden eserlerine ve sanatsal kimliğine dair bir yazı.
“Asıl kan bağı yaraların kardeşliği” diyor ya Murathan Mungan, sanki Habip Aydoğdu’nun resimlerindeki gizemi dillendiriyor… Yaraların, acıların, hüzünlerin ve de sevinçlerin dingin limanıdır Habip Aydoğdu’nun resimleri. Fırtınalarla oluşan kaos görüntülerinin ayrıntılarında pek çok duygu ve düşüncenin izleri var. Bir yerlerde bir yara kanıyor, bir acı yaşanıyorsa; gölgesi Habip’in resimlerine düşüyor. Sevinçler, mutluluklar da öyle… Çağından sorumlu her sanatçı gibi Habip’in de kalbi toplumla, doğayla birlikte atıyor. Öyle ki, çalışırken seçtiği renklerde, oluşturduğu biçimlerde o anki duygu atmosferi, düşünce iklimi etkili oluyor.
Bu yönüyle, 23 Haziran’da Antalya Kültür Sanat Merkezi’nde açılan ve 3 Eylül’e kadar sürecek olan “Yaşamı ve Yapıtlarıyla Habip Aydoğdu” sergisi, 100 yıllık Cumhuriyet’in ikinci yarısına tanıklık ediyor. Elbette bu tanıklık “Habipçe” yapılıyor… Rengiyle, formuyla, kompozisyonuyla, çeşitli anlamlar yüklediği imgelerle anlatıyor Cumhuriyet’in ikinci yarısında yaşanan gelişim, değişim ve oluşum sürecini… Farklı bir bakış açısıyla değerlendirecek olursak, diyebiliriz ki; Habip Aydoğdu, sanatsal yaşama adım attığı ilk günden bu yana gördüğü, yaşadığı, tanık olduğu olay ve olguları, bir biçimde resmine taşıyor. Kimi zaman nesnel formlar, kimi zaman da sembolik unsurlar üstleniyor bu görevi. Özellikle işin başında, 1970’li yıllarda; yaşanan siyasal ve toplumsal olaylar, kırsal kesimdeki yokluk ve yoksunluklar, kentlerdeki çelişkiler, hep Habip’in görüş alanında olmuş. Deforme edilen figürlü manzara resimleri, bu resimlerde kullanılan renkler, çizgiler, lekeler; oluşmakta olan Habip Aydoğdu’nun “Sanatsal Kimliğinde” önemli işaretler olarak kabul edilse de, asıl sıçrama soyutlama sürecinde ortaya çıkıyor.
Soyutlama, Habip’e yeni kapılar, yeni pencereler, yeni koridorlar açtı. Önce alışılmış mekânlarla olan bağını kopardı. Mekândan arınmak, nesnel görüntülerden düşsel yorumlara geçmesini kolaylaştırdı. Düşlerle düşünceler iç içe geçti. Seçilen renkler, çizgiler, leke ve benekler; plastik değerler eşliğinde anlamlı çağrışımlar içerir oldu. Formlar, kimi resimlerde temsil ettikleri duygu ve düşünceyi açıkça sergilerken, kimi resimlerde alabildiğine gizli/gizemli sırlara büründü.
Çok katmanlıdır Habip Aydoğdu’nun resimleri. Deneyimlerinden edindiği özel tekniklerle doku, leke, benek, çizgi avına çıkıyor, yakıp yıkarak, yapıp bozarak yol alıyor. Amaçlanan hedefe doğru ilk adım, doğaçlama ama oldukça bilinçli atılıyor. Tuvalin neresine ne ekeceğini biliyor aslında. Ekilenlerin boy verme sürecinde yapıyor yapacağını. Bir yanda resmi oluşturan elemanların plastik tadını zenginleştiriyor, diğer yanda küçük dokunuşlarla soyut formlara somut çağrışım olanağı veren eklemeler, çıkarmalar yapıyor. Kendi kişiliğindeki muzip, şakacı, ironik tavrı da barındıran bu eklemeler; soyut formları evcilleştirirken, arka plandaki felsefeye göndermeler yapıyor. Öyle olunca da resmi yorumlamanın bin bir yolu çıkıyor ortaya… Anlama ve algılama çabaları, sezgilerimizi ayaklandırıyor. Bu alandaki birikimimizin ışığında, resmin içine doğru yol alıyor, görüneni anlamaya, görünmeyeni yakalamaya çalışıyoruz.
Resim, önce resim olmalıdır Habip’e göre… Bütün unsurlarıyla; ton ve nüanslarıyla renkler, çizgiler, ritim ve kompozisyonu ile yetkin, etkin ve olgun olmalı. Resmi oluşturan temel unsurlarda bir eksiklik ya da uyumsuzluk varsa, yakıştırma hikâyelerle, bir resme sınıf atlatılamaz. Yeterince sanat eğitimi almamış, sanat dallarının kendine özgü terminolojisini bilmeyen kitlelerden, bir sanat yapıtını anlamaları, kodlarını çözümlemeleri beklenemez. Özellikle iletişimi özgün kodlarla sağlanan sanat alanlarında, verilen mesajın alıcıya ulaşması, iki tarafın da az çok aynı dili konuşmasına bağlı. Anlamanın o kadar da önemli olmadığını, asıl ölçütün hoşlanıp hoşlanmama duygusu olduğunu söyleyenler de var elbet. Ancak, bilindiği gibi sanatsal değer, böylesine kişiye özgü duygusal parametrelerle ölçülebilecek bir şey değil.
Sanatsal değer, sanatsal kimlikle iç içedir. Habip Aydoğdu, 50 yılı aşkın bir süredir özgün dilini geliştiriyor, sanatsal kimliğini zenginleştiriyor. Gelinen noktada durup geriye baktığımızda, rotasını çok önceden belirlemiş bir sanatçının aşama aşama anlatım dilini zenginleştirdiğini görüyoruz. Tekrara düşme kaygısı, sanatçıyı her yeni yapıtta farklı arayışlara yönlendiriyor. Onun için her yapıt, bir yönüyle çok farklı da olsa özünde bir önceki ya da bir sonraki ile paslaşıyor. Bir sergi çerçevesinde aynı mekânda topluca izlediğimizde, bütün resimler arasında bir kan bağı olduğunu görüyoruz. “Habip Kırmızısı” ile kurulmuş bir kan bağı bu.
Habip Aydoğdu, sanatsal kimliği ve nitelikleriyle çağdaş Türk resim sanatında önemli bir yer edinen değerli bir sanatçımız… Kırdan kente, kentten evrensel alana uzanan sanat yolculuğunda; yılmadan, bıkmadan, yorulmadan mücadele veriyor. Yerine göre büyük riskler alıyor ama sanatından asla ödün vermiyor. Yapıtları, ulaştığı yerlerde hayranlıkla ve beğeniyle izleniyor. Gelinen bu aşamada ister istemez kendi kendinize mırıldanıyorsunuz: Keşke 100 Yaşındaki Türkiye Cumhuriyeti yüz akı sanatçılarıyla dünyaya meydan okusa…
Antalya Kültür Sanat Merkezinde 23 Haziran’da açılan “Yaşamı ve Yapıtlarıyla Habip Aydoğdu” retrospektif sergisi 3 Eylül 2023’e kadar devam edecek. Elif Aydoğdu Ağatekin’in yaratıcı küratörlüğünde düzenlenen sergi; tuval ve defter resimlerinin dışında, içerdiği belge, fotoğraf ve yazılarla 100 yıllık Cumhuriyetin “İkinci Yarısında” yaşanan zamanın ruhuna tanıklık ediyor. Ayrıca Özgür Aydoğdu’nun etkileşimli iPad uygulaması ile dijital ortama aktardığı “Resimli Günlükler”in sayfaları arasında dolaşmak; kenar/dip/iç notların işaret ettiği ya da çağrıştırdığı anlara gitmek farklı bir tat verirken heyecan uyandırıyor.