SALT’ta daha önce de yapıldığı gibi alışılmış sergi mekânlarının dışında, binanın birinci katında konumlanan bu serginin hak ettiği ilgiyi almadığını düşünüyorum. Amerikalı sanatçı Jeremiah Day ve Can Altay’ın işbirliği ile ortaya çıkmış olan “You don’t go slumming” fotoğraf, performans, hikâye anlatımı ve yaratıcı araştırmayı bir araya getiren ve karmaşık bir ilişkiler ağına indirgemeden dokunan bir sergi. Bu çalışma aynı zamanda fotografik temsil ve araştırma temelli sanatsal pratikler üzerine düşünmek için de güzel bir fırsat.
Özetle “You don’t go slumming” Can Altay ve Jeremiah Day’in 2009’da gerçekleştirdikleri ekoloji gıda ve kente dair bağlantıları açıkça görünür olmayan bir ilişkiler ağının yaratıcı bir şekilde yüzeye çıkartıldığı bir araştırmanın sunumu olarak okunabilir. Midye ve kentimizin en sevilen sokak yiyeceklerinden olan midye dolmayı merkeze alan bu ilişkiler ağını ortaya koyarken, bu görünürlükten zarar görebilecek ‘ezilen’ ama tamamen de masum olmayan aktörlerin, şahısların ortada olmadığı bu anlatı iki sanatçının pratiklerinin biricik yanlarından beslenen bir sunum olarak anlaşılmalı/okunmalı.
“Minibar No Stop” (2003, Deniz Altay ile birlikte), “Normalizasyon” (1. Ve 2. Taksit 2005, 3. Taksit 2013), “Park: Bir İhtimal” (2010) ve “Ey Ahali! Setting a Setting – Letting a Setting go” (2007) gibi araştırmaya dayalı projeler ve mekânsal yeniden düzenlemeleri ile tanınan Can Altay’ın çalışmaları genelde kent ve birlikte varoluş hallerimiz üzerine gözlemler ve önermeleri içeriyor. Yaptığı tespitler ve öneriler sıklıkla ahşaptan oldukça kolay üretilebilen strüktürler ve bunlar tarafından taşınan görsel ve sözel belgeler olarak cisimleşiyor, daha doğrusu mekansallaşıyor. Altay’ın derin kuramsal bilgisi ve gündelik olana dair detaylı gözlemlerini basitleştirmeden kullandığı müdahaleleri, kentteki varoluşumuzu siyasi bir duruş olarak kabul eden bir bakış açısıyla, yeni biraradalık hayalleri ya da süregelen oluşların desteklenmesi olarak görülebilir/değerlendirilebilir ya da başka bir fiil.
Jeremiah Day’in Amerika’nın batı kıyısında ve Hollanda'da eğitim almış; bellek, siyaset ve dil üzerine çalışmalarında fotografik malzemeyi bir belge ya da bir sonuç ürününden çok anlatısının çıkış noktalarına işaret eden ve araştırmalarına neden olan bir unsur olarak kullanan bir sanatçı. Serginin açılışından önceki günlerde uzun süredir işbirliğinde bulunduğu Simone Forti ile de birlikte atölyeler de gerçekleştirdi..
Day’ in Altay ile bu çalışmayı yürüttüğü günlerde ufak bir sunumla Dublin’de Simone Forti ile gerçekleştirdiği bir serginin belgelemesi olarak yayınlanan bir kitabın tanıtımında hatırlıyorum. Day’in fotoğraflar ve hikâye anlatımı arasındaki ilişkiyi alışılmış ötesinde bir çerçevede düşündüğü, İrlanda’nın Blasket adasındaki hikâyeciliği ve şairliğiyle meşhur halkın ve çoğunluğunun göç ettiği Amerikan kasabası Springfield arasında paralelliklerden yola çıkıyordu. Serginin ardından yayınlanan bu kitapta Day’in uzun süredir işbirliği yaptığı Simone Forti ile sunduğu bir doğaçlama performans olan Open Form’dan ve Forti’nin 1986 ve 2003 yılında gerçekleştirdiği “News Animation” isimli performansından görüntüler ve bu doğaçlama performansların transkiptleri içi içe geçiyordu. Blasket ve Springfield’ den fotoğrafların ve sözlerin ortasında canlanan ‘Open Form’a bakınca, fotografik malzeme ve parçalı anlatıların güçlü kullanımından ne kadar etkilendiğimi hatırlıyorum. Aynı günlerde açık atölyede Altay da Day ile gerçekleştirdikleri bu projenin ilk sergilenişi ve ana öğelerini açık atölyede paylaşmıştı.
“You don’t go slumming” Platform Garanti Güncel Sanat Merkezi SALT’laşmaya hazırlanırken, kurum tarihinde belki de Garanti Han dönemi olarak anılabilecek dönemde misafir sanatçı olarak yer alan Altay ve Day’in kent üzerine yaptıkları tartışmalar sürecinde ortaya çıkmış. Altay ve Day’in ilgi alanları ve kente dair görünür kılmak istedikleri durumun ortak noktasının midye dolması olması ilk anda kulağa kafa karıştırıcı gelebilecekken aslında bir araya getirdikleri görüntüler, fotoğraflar ve belgelerle oluşturdukları hikâye ve Jeremiah tarafından gerçekleştirilen performans ile bu yemeyi sevdiğimiz ya da yanından sıkça geçip gittiğimiz yiyeceğin sadece denizin değil, kültürel ve siyasi ortamının da tortularını biriktirdiğini hatırlatıyor. İstanbul’da yaşayan gayrimüslimlerin mutfaklarından çıkıp zamanlı dönüşmüş bu tarif günümüzde genellikle Tarlabaşı, Dolapdere gibi “çukurdaki” semtlerden el tezgâhlarında yukarıya, İstiklal Caddesi’ nin gece hayatına çıkarılıyor. 6-7 Eylül olayları ve 90’lar boyunca zorunlu göçlerle dönüşen Beyoğlu’nun demografik yapısının ve ülkenin yaşadığı travmaların izlerinin okunabileceği birçok akıştan bir tanesi Day’in serginin açılışında gerçekleştirilen performansının önemli öğelerinden biri.
“Tarlabaşı Crawl” ismiyle izini sürebildiğim bu performans Day ve Altay’ın Londra’da Arcade galeride, projenin ilk sergilenişini uzaktan izlemeye çalışırken karşılaşmıştım. Day araştırmayı ve bu projeyi gerçekleştiren bireylerin konumları üzerine de düşündüğü (ve hareket ettiği) bu performansın internette dolaşan bir videosunun yarattığı etki o günlerde zihnime kazınmıştı… Yaklaşık beş sene sonra SALT Galata’da tekrarını beklerken Day,Showing this will damage yourselves, as much as it does damage me(Bunu göstermek bana olduğu kadar size de zarar verecek) adıyla ilkinden de öğeler taşıyan yeni bir performans ile başlatmayı tercih etti. Beden hareketleriyle dar ve uzun atölye odasını “deviren” Day politik coğrafyada yaşanmış trajedileri ve bu aradaki bağlar içinde kaybolan bireyin konumunu sözleri ve hareketleriyle bizimle paylaşıyordu. “Deep State”ten “Deep Politics”e, Mussoloni’nin Arnavutluk’u işgalinden Çernobil felaketine farklı hikâyeleri birleştiren bu performans midye dolmaları parçası olduğu akışlara işaret ediyor. Day’in performansı sergiye bir davet ya da anlatıya bir giriş olarak niteliği taşıyor.
SALT Galata’nın birinci katında gerçekleşen sergide bu geçiş alanlarındaki duvarların yanı sıra Altay’ın daha önceki çalışmalarından görmeye alışık olduğumuz ahşap strüktürler kullanılıyor. Sergilenen sade ve sakin renkli fotoğraflara, gazete kupürleri, bir midyenin temizlenmesini gösteren video ve sanatçıların midyecilerden biriyle yaptığı konuşmanın belgesi niteliğindeki bir çizgi roman sayfası ve sanatçıların tartışma ve düşünmek için kullandıkları bir zihin haritası eşlik ediyor. Üzerlerindeki fotoğraflar ve belgelerle birlikte Altay yapıları bana EL Lissitzky’nin 1929’da Stuttgart’ da gerçekleşen FiFO (Film ve Fotoğraf) sergisindeki Rusya Odası’nı (Russian Room) hatırlatıyor. Lissitzky'nin odasında, Altay’ınkine benzer bir ızgara sistemi içinde Rus fotoğrafçıların çalışmalar, sinemacıların filmlerinden sabit görüntülerle birlikte sergileniyor. Sanatçının bu tasarımla dönemin sergilerinde fotografik malzemenin kullanımında yeni bir dil yarattığı söylenir. Altay’ın fotoğraf ve belgeleri farklı katmanlaşmalarla birlikte sunan tasarımının başka bir yönü ise daha önce kullanılmış kerestelerden üretilmiş olması.
Serginin konu ettiği akışlar dışında, aktörlerin ve kurbanların fotografik temsilinden ısrarla uzak durması bu ortak çalışmanın önemli yönlerinden biri. Bu kişilerin sadece kendi sözleriyle bir çizgi roman sahnesi olarak yer alması ve böylelikle sanatçıların böyle belgesel nitelikler barındıran bir çalışmada çarpıcı, şok edici olandan uzak durmaları günümüzde sık karşılaşmadığımız bir hassasiyet. Sanat ve sanatçıların farklı sınıfların alanlarına ve yaşantılarına rahatlıkla girip çıkabilmesi doğal ve hatta üretimleri için gerekli ilişkileri geliştirmeleri için elzem olduğu düşünülebilir. Bu noktada Day ve Altay’ın çalışmasını özel kılan serginin ismiyle kendi konumlarını da sorunsallaştırmaları. Day’in performansta da çok iyi hissettirdiği bu samimi bir suçluluk hissi, midye dolma gibi bir çıkış noktasıyla gündelik yaşamın bu kadar içinden gelen ve farklı zamanlardan acıları bir arada tutan bu zihinsel ve görsel haritanın için de izleyicinin de kendi konumu üzerine düşünmesi için bir davet olarak görülmeli. Farklı maddi ve manevi akışlar üzerine olan bir çalışmanın SALT Galata’nın dolaşım kapalı odalar yerine dolaşım alanlarında konumlanması da izleyicilerin parçaları farklı sıralarda keşfetmesine olanak sağlıyor. Fakat aynı zamanda böylesi parçalı ve karmaşık bir serginin dolaşım alanları olarak düşünülebilecek alanda konumlanmasının okunurluğunu azaltıp, daha derin tartışma ortamı oluşmasını negatif etkilediğini düşünüyorum. Abromovic’in “Rhythm 0” gibi daha kendi içinde kapalı ya da Montanari’nin “Biri, Hiçbiri, Binlercesi” hacimce fazla sergisi için bu alanlar gayet iyi bir mekân teşkil etse de bu sergiyi daha kendi içine kapalı bir ortamda görmeyi isterdim.
2000'lerin sonlarında gıda ve ekoloji güncel sanatın sıkça ilgilendiği konulardan biri olması hiç de şaşırtıcı değil, bir çok sanat kurumu bu yemek ve mutfak kültürüne dair projeler üretiyor, sanatçılar sıklıkla Bu bağlamda “You don’t go slumming” Oda Projesi’nin bostanları konu alan yayını Annex 4 Migrating Gardens gibi erken ve başarılı örneklerden biri olarak değerlendirilmeli. 22 Mart – 18 Mayıs tarihleri arasında gerçekleşmiş bu sergiyi kaçırmış ve merak edenler Altay’ın 90 konuşmalarında gerçekleştirdiğisunumu izleyebilir.