30.000 yıllık tarihi boyunca sanat; yeni biçimler, teknikler, estetik anlayışları ve kavramlarla sürekli olarak şekil değiştirdi ve toplumda çeşitli rol ve işlevlere sahip oldu. Büyü veya din amaçları doğrultusunda bir araç, kişisel veya toplumsal olayları kaydetmenin bir yolu, bir ekonomik veya siyasi güç sembolü, kültürel veya eğitimsel arka plan açısından sınıf ayrımının bir kanıtı olması, dekoratif ve kârlı bir yatırım öğesi olarak kullanılmasının dışında, temel karakterini her zaman baskın olarak korudu: Sanat, bir ifade mecrası ve bir iletişim enstrümanıdır. Peki onun tartışılması ve eleştirel incelemesi günümüzde nasıl bu kadar zor, hatta bazı uzmanlara göre imkansız hale geldi?
Son otuz yıla bakacak olursak, çağdaş sanatın biçimsel, estetik ve kavramsal açıdan karmaşık karakteri nedeniyle, sanatın idraki ve eleştirisinde bir değişim gerçekleşmek zorunda olduğu anlaşılıyor; zira geleneksel ikonografi ve ikonoloji çalışma yöntemleri, Arte Povera, Minimal Sanat, Fluxus, Happening ve Performans gibi savaş sonrası hareketleriyle artık pek işe yaramıyordu. Onları geleneksel sanat tarihi toplarıyla değerlendirme ve eleştirmenin güçlüğü, günümüz sanatının eklektik, heterojen ve çoğulcu karakteriyle imkânsız hale geldi. Postyapısalcılığın realite konusundaki bilgi, gerçek ve inanç eksikliği artı üst anlatılar, sanatın ne olduğu ve nasıl incelenebileceğiyle ilgili bütün mutlak, evrensel ve konvansiyonel uzlaşıları sonunda yok etti. Sanat eleştirisinin 20. yüzyılın ikinci yarısında yaşadığı krizin ana nedenlerinden biri budur.
Kuralların ve standartların objektif olarak değil, sadece sübjektif, yerel ve geçici olarak var olduğu bu zamanlarda sanatın nasıl eleştirileceğini hâlâ tartışıyoruz. Sanat eleştirisinin bilgi üretimi için bir araç işlevi görüp görmediğini hâlâ sorguluyoruz. Günümüzde, bilgiyi, kendi geçici, sosyo-kültürel ve aynı zamanda jeopolitik bağlamları tarafından biçimlendirilmiş ve sınırlandırılmış olarak görüyoruz. Bu yüzden de onu sürekli olarak sorgulamamız ve yenilememiz gerekiyor. Bununla birlikte, göreceli hale geldiği, tarafsızlık ve mutlaklık statüsünü kaybettiği için, bilgi sadece sağduyu konusundaki yerel, çoklu ve geçici toplumsal uzlaşılar olarak var olmakta. Bu yüzden de, bilginin üretimi, aracılığı ve (yeniden) toplanmasının artık yeterli olmadığını hissetmekteyiz. Günümüzde, doğrusal olarak bilimsel yöntemler, içinde yaşadığımız heterojen ve çoğulcu kaosu çözemiyor. Bu yüzden de bilgiyle başa çıkmanın alternatif yollarını aramamız gerekiyor ve bu da dünyamızı gözlemleme ve incelemenin başka bir yolunu gerekli kılıyor. Çağdaş sanat, bilinenin ötesine uzandığı için, bize gerçekliklerimizde alternatif içgörüler sunuyor. Bunu da bariz bir şekilde, çok katmanlı, çoğu zaman tuhaf ve genel kabul görmeyen yöntemlerle yapıyor. Çağdaş sanatın anlaşılabilmesi için, eleştirisinin kendisini sanatın matris ve dizimine uyarlaması ve bunda da, bilgi üretiminin geleneksel ve genelleştirilmiş biçimlerini sorgulayabilmek için de aynı esnekliği geliştirmesi gerekiyor. Onun için, ihtiyacımız olan şey, kendisini sürekli olarak yenileyen, sorgulayan likit ve dinamik bir eleştiri biçimidir.
Sanat eleştirisinin içinde bulunduğu krizin ikinci nedeniyse, sanat sahnesinin, zorlayıcı ve kapsamlı bir sanat pazarının tüm alanın biçimsel ve kavramsal yapılarını etkilediği güçlü bir kültür endüstrisine entegre olmasıdır. Sanatın ticari çıkarlarla olan karışıklı ilişkisi o kadar birbiri içine geçmiştir ki, çalışmalar giderek artan şekilde spekülatif, ama daha az vahşi olmayan kapitalist bir sistemin ekonomik verileri ve PR stratejileri bağlamında değerlendirilmektedir. Sanatla sermaye çıkarları arasındaki ilişki tabii ki yeni değildir, en azından; sanatın kendi alanı, eğitimi, araştırma disiplini, inceleme mekanizması ve pazarıyla bir toplumsal sistem haline geldiği 18. yüzyıl ortalarından beri vardır. Yine de, müzayede salonları, ticari ve kurumsal galerilerin yanı sıra koleksiyoncu ve sponsorların yüksek sayısından, pazarın etkisinin hiç olmadığı kadar güçlü olduğunu anlıyoruz. Birçok sanatçı, sanat tarihçisi ve sanat eleştirmeni için sanatın orijinalliği ve bağımsızlığının kaybedilmesine neden olan üretim ve aracılık üzerindeki bu etki, sanatın, tarihinin ve eleştirisinin sonunun geldiğinin bir göstergesi haline gelmiştir.
Bence, bu son mutlak değil. Bence; sadece sanat, tarihi ve eleştirisinde belli bir nosyonun yeni bir bitimiyle karşı karşıya bulunuyoruz, zira günümüzde sanatçılar tüm olumsuzluklara rağmen hala üretiyor, sanat tarihçileri hâlâ araştırıyor ve eleştirmenler hâlâ yazıyor. Bu şekilde, kriz entelektüel elitin yapısal bir sorunu gibi görünüyor. 16. yüzyıldan bu yana, batı sanat tarihi depresyonlarla, ölüm ve sonların erken ilanlarıyla dolu.
Yine de, arada sırada böyle bir tartışma tüm sistem için sağlıklıdır, zira üreticilerini çalışma yapılarını gözden geçirme, sorgulama ve tekrar düşünmeye sevk etmektedir.
Hegel, daha 1828 yılında basılan Lectures on Fine Arts (Güzel Sanatlar Üzerine Dersler) adlı kitabında, sanatın bizim için özgün gerçek ve yaşamını yitirdiğini ve realitedeki daha önceki gerekliliğini sürdürmek ve daha yüksek bir yer işgal etmek yerine, daha çok fikirlere dönüştüğünü iddia etmişti. Heidegger de bundan yaklaşık 100 yıl sonra, Origins of the Work of Art (Sanat Eserinin Kökeni) adlı kitabında, sanatın hâlâ gerçeğin meydana gelişinin temel ve gerekli bir yolu olup olmadığını sormuştu. O zamandan bu yana, Danto, Belting, Kuspit ve diğerleri sanatın ve tarihinin sona erdiğini ilan ettiler. Yakın tarihe kadar, sanatın ve eleştirinin sonu sanat-içsel, yapısal veya kavramsal nedenlere bağlandı. Şimdiyse, tartışma daha çok kavramsal ve sanatın kültür endüstrisi ve pazarının bir parçası haline geldiği gerçeğine dayanıyor. 2012 yılında, 7 Days in the Art World (Sanat Dünyasında 7 gün) kitabının yazarı Sarah Thornton, sanat pazarı hakkında yazmamanın 10 nedeni hakkında bir manifesto yayınlayarak, ünü giderek kötüye giden sanat pazarından çekildiğini ilan etti. Aynı yıl ünlü sanat eleştirmeni Dave Hickey, sanat eleştirmenlerinin çalışma ortamını sanat pazarına iğrenç bir şekilde bağımlı bulduğunu, o kadar ki meslektaşlarını zenginlerin şef garsonlarıyla kıyasladığını söyleyerek işini bıraktı ve emekli oldu. Hickey, sahasında, bir Batman çizgi romanı okumuş herhangi birinin sektörde kariyer yapmaya yeterli olduğu genel bir dejenerasyonu ortaya koydu. Bunun dışında, sanat eserleri ve sanatçıların kalitesindeki azalmadan sanatın bağlamlarını sorumlu tuttu. Her iki yazar da sanat eleştirileri yazmayı bırakmasına karşın, sanat konusunda araştırmaya dayalı kitaplar yazmaya devam etti.
Thornton ve Hickey’nin kararı, sanat eleştirisinin burada, Türkiye'deki durumu ve geleceğiyle de ilgili bir tartışma başlattı. Ali Artun, oldukça uzun bir süredir post-eleştirel bir dönemde yaşadığımıza dikkat çekti ve sistemin dışından hiçbir eleştiriye izin vermeyen pazarın ezici etkisi nedeniyle, eleştirinin uzun zaman önce öldüğünü ortaya koydu. (E-Skop, 02.01.2013) Eleştirinin sonunu ilan etmesinden yedi yıl önce, Artun hala umutluydu ve sonun henüz gelmediğini, tam tersine durumun şöyle olduğunu yazmıştı: “Eleştiri, daralan, uzmanlaşan, tüketim kültürünün işleyişine feda edilen kabuğunu kırmaktadır. Ve en geniş anlamıyla eleştirel düşünce içinde, kültürel eleştiri bağlamında yeniden doğmaktadır.”
(http://www.aliartun.com/content/detail/25) Fikrini ne kadar radikal biçimde değiştirdiğini görmek oldukça ilginç. Artun'un tutumuna karşı, Ali Akay Radikal gazetesindeki bir yazısında sanat eleştirisinin ölmediğini, ancak biçimini, içeriğini ve çalışma yöntemlerini değiştirdiğini öne sürdü.
(http://www.radikal.com.tr/hayat/sanat_yazisi_devam_ediyor_formu_degisti-1116319).
Ebru Yetişkin ise Şikayetim Yaratana adlı yazısında, "bugün mesele eleştirinin ve eleştirmenin oynadığı işleve yönelik bir baskıcı dönüşüm arzusu ve bu baskıcı dönüşüm arzusunun ortaya çıkardığı hegemonik güç ve iktidar ilişkileri içindeki üretimin niteliği. Mesele eleştirinin ve eleştirmenin bilgi üretim yolları ve formları yaratmaya açılıp açılmaması... Bugün giderek büyüyen ‘sektörel’ bir güncel sanat ağı içinde bir pazarlama ve promosyon aracına dönüşebilen eleştirmen ve eleştiriden kolaylıkla bahsedilebilmekte." dedi
(http://www.academia.edu/3234588/Sikayetim_Yaratana_Cagdas_Sanatta_Elestiri
_ve_Elestirmenlik_Neden_Bir_Bilgi_Sorunudur)
Elif Dasdarlı da Gençsanat'ın Şubat 2013 sayısında yayınlanan Bıçak Sırtındaki Sanat Eleştirisini Yeniden Düşünmek başlıklı yazısında sanat eleştirmenliğinin içinde bulunduğu krizi ele aldı. Yine de, sanat eleştirisiyle sanat pazarı arasındaki karşılıklı ilişkiye odaklanmak yerine, alanın dejenerasyonu ve eleştirel yazmanın genel düşük kalitesini eleştirdi: "Şu da bir gerçek - Çoğunluğun sanat yazarı ya da sanat eleştirmeni denen kişiden anladığı basın bülteni yazan iletişimciden ya da bu bültenden haber derleyen gazeteciden farksız."
(http://www.academia.edu/6693142/Bicak_Sirtindaki_Sanat_
Elestirisini_Yeniden_Dusunmek)
Dasdarlı, sanat eleştirmenliğinin bilim ve ilginin yanı sıra bağımsızlık da gerektiren bir uzmanlık alanı olduğunun altını çiziyor.
En son, Ayşe H. Köksal bir yazısında önemli bir soruyu gündeme getirdi: Bu tartışmaların diğer ilginç bir boyutu ise, yıllardır Türkiye’de sanat eleştirmenliğinin yokluğundan şikayet edilirken, birdenbire post-eleştirel bir dönem üzerine konuşulmasıydı.
(http://www.academia.edu/3319167/Bir_Yigin_Sistem_ve_Nazariyeye_
Bir_Yigin_Ikrar...Genc_Sanat_Subat_2013_Sayi_213)
Sarah Thornton ve Dave Hickey gibi yazarların aksine, sanatı eleştirme yollarının hâlâ olduğundan eminim. Daha da önemlisi, özellikle de pazarın hepimiz üzerinde genel bir etkisinin olduğu dönemlerde, sanat eleştirmenliğine her zamankinden fazla ihtiyaç olduğuna inanıyorum. Pazarın sanatın üretimi ve algılanması üzerindeki etkisi, kurumsal ve altyapısal sorunlar, düşünce ve ifade özgürlüğü konusundaki güçlükler ve (oto)sansürün yanı sıra sanat-içsel postyapısal zorluklara rağmen, ekonomik, siyasi veya kariyer açısından bağımlılık tuzağına düşmeden sanat hakkında yazmanın hâlâ yolları mevcut. Sanat tarihinin eski yaklaşımlarını kullanamadığımızdan, sanatın mevcut durumu eleştirmenliğe esnek, çok katmanlı ve süreç odaklı yaklaşımlar gerektirdiği açıktır.
Gerçekten de, Hickey ve Dasdarlı'nın yazılarında altını çizdiği gibi, sanatçı sayısı arttıkça, kötü sanat ve zayıf yazı sayısı da artmaktadır. Yine de, sonuç pes edip sahneyi amatörler bırakmak değil, kalıp savaşmak olmalıdır. İnanın bana, sanatçılar ve okurlar güçlü ve zayıf bir yazıyı hala ayırt edebiliyor.
Ayrıca, dijital görsel kültürümüzün gücü sayesinde, görünürlük hiç olmadığı kadar kolay. Eskiden, bir sanatçının tanınmak için sergi açması veya bir dergide yayınlanması gerekirdi. Bugünse, sosyal ağlar, bloglar, video platformları ve web siteleri sanatçıya eserlerini ve düşüncelerini tüm dünyayla kolay ve etkili bir şekilde paylaşma olanağı sağlıyor. Her şeyden önce, bu tabii ki iyi bir şey. Ancak, bu durum sayısız sanat eseri ve yazıdan oluşan bir kakofoniye yol açmıyor da değil. Burada, değerlendirme ve geribildirim için sanat eleştirmenine hiç olmadığı kadar ihtiyaç duyuluyor. Burada, yazma hakkını tekeline almış seçkinci bir yazar çevresi için çağrıda bulunmuyorum. Ama, sanatın kendi tarihine ve belli kavramsal ve aynı zamanda da biçimsel ve estetik fikirlere sahip, karmaşık ve kompleks, yarı özerk bir toplumsal sistem olduğunu unutmayalım. Fizik, matematik ve hatta bilmediğim basit bir spor dalı hakkında bile asla eleştiri yazısı yazmam. Aynı saygıyı kendi alanımda da beklerim.
Türkiye'deki diğer bir sorun da, genel bir eleştiri eksikliği. Geleneksel aile yapılarının yanı sıra okul ve üniversite, bireyi bir eleştiri kültürüne hazırlamıyor. Yaş, toplumsal sınıf, hiyerarşiler, eğitim seviyeleri, gelir ve statü, sorgulanmak veya eleştirilmek değil, saygı gösterilmek zorundaymış gibi görünüyor. Belki de sürekli kavga edip hiç tartışmamızın nedeni bu. Ancak, bazı alanlarda durum bunu tam tersi.
Pazar gecesi televizyonu açarsanız, çeşitli kanallarda insanların oyunları ve oyuncuları eleştirip tartıştığı futbol programlarını saatlerce izleyebilirsiniz. Peki, futbol severlerin eleştirmesi o kadar kolay yönetilebilen bir şeyse, sanat severler için bu neden bu kadar zor?
Thornton ve Hickey'nin yanı sıra Türkiye'deki sanat eleştirmenlerinin bir kısmı, eleştirmenin imkânsızlığından sanat pazarını sorumlu tutuyor. Buna karşı, şu soruyu sormak isterim: Sadece ünlü sanatçıların ticari galerilerdeki sergileri hakkında mı yazıyoruz? Bundan şüpheliyim! Oysa, bu tartışma şekli Türk sanat sahnesinde tanıdık geliyor; ne de olsa yine sanatın kendisinden başka her şeyi tartışıyoruz. Bazen, eleştirmenliğin sonuyla ilgili tartışma sadece sanat pazarının içini saran ticarileştirilmiş sanat eleştirmenliğinin sonu gibi görünüyor. Oysa, bu alan hiç özgür bağımsız oldu mu ki? İçinde bulunduğumuz krizden pazar sorumlu tutulmamalıdır. Sorumlu biziz! Pazara entegre olmak istemiyorsan dışında kal, sistemin içinde oyuklar ve boş noktalar bul ve bunları yaz. Orada, yazmaya ve tartışmaya değecek sayısız sanatçı, inisiyatif ve olay bulacaksın.
Eleştiri ihtiyaç duyulan ve istenen bir şeydir. Bir sanatçı stüdyosunu ziyaret eden herkes, "Ee, ne düşünüyorsun?" sorusuyla karşılaşacaktır. Bu soruya verilecek en kötü yanıt şudur: "Bilmem, ne desem ki..". Sanatçılar geribildirime ihtiyaç duyarlar, geribildirim isterler. Bunu meslektaşlarından, arkadaşlarından ve uzmanlardan isterler. Eleştiri olmadan iyileşme olmaz.
Ayrıca, eleştirmenliğin sonunu ilan eden yazarlar sık sık sanatçıları ve sanat dünyasının geri kalanını ticari olmakla suçlarlar. Pazara karışmaktan kaçınan veya en azından ona eleştirel yaklaşan bir çok sanatçı tanıyorum. Bunun dışında, henüz sanat pazarına girmemiş, ancak incelenmeye değer sayısız bağımsız ve yeni çıkmış sanatçı var. Yani, hakkında yazacak bir sürü ticari olmayan sanatçı, sergi ve olay var.
Sanat eleştirmenliğindeki krizin nedenlerinin sonuncusu, editörlerin ve dergilerin mesleki çalışma koşulları, yazar bağımsızlığı ve ücretler konusunda yaşadığı çeşitli sorunlarda yatıyor. Oysa, sanat eleştirmenliği için yegane platform sanat dergileri mi? Hayır, sosyal ağlar, video forumları, web siteleri ve blogların çağında, eleştiri yazısı yayınlamanın çeşitli yolları mevcut. Bununla birlikte, stüdyo ziyaretleri, sempozyumlar ve konferanslarda da eleştirel düşünceyi geliştirmek için bir çok fırsat mevcut.
Ne yaparsanız yapın, sanat ve sanat eserleri konusunda ilk sırayı sanat eleştirmenliği almalıdır. Yani, önce, tutku, araştırma ve ilgi için yazmalısınız. Sonra, yayınlamanın yollarını aramalısınız. Biraz tanınabilir ve takdir toplayabilirsiniz. Hatta yazılarınızla biraz para bile kazanablirsiniz. Yine de, bunlar ikinci sıradaki meselelerdir. Sonuçta, eleştirmenin tarzı sanatçının tarzına benzer ve bu yüzden de sanat ve onun eleştirisinin birbiriyle nasıl ilişki içinde olduğunu bir kez daha kanıtlar.