Yüzyıllardır süregelen tartışma hepimizin malumu: ‘Sanat sanat için mi, yoksa toplum için midir?’
Bu soruya herkesin cevabı kuşkusuz farklı oluyor. Biz bu defa bambaşka bir sorunun peşinden gidiyoruz. ‘Sanat, sanatçıya ne verir? İdealist bir sanatçı, sanatıyla hayatını sürdürebilir mi?’
Eğer Damien Hirst’seniz formaldehitin içine birkaç köpekbalığı koyup uzunca bir süre size yetecek kadar para kazanabilirsiniz. Ya da isminiz Tracey Emin’se dağınık bir yatak bile aylarca geçinmenizi sağlayabilir. Ama ya sanat camiasına yeni atılmış, büyük umutları olan fakat henüz ismi hiç duyulmamış bir sanatçıysanız... Bir de Türkiye gibi değerli sanat eserleri ‘ucube’ bulunduğu için kaldırılan ya da ‘içine tükürülen’ bir ülkede yaşıyorsanız... Kuşkusuz ki işiniz zor.
Yıllarını sanata vermiş kişilerin deneyimleri şunu söylüyor: “Sanat zor bir iş, hayatsa para gibi bir gerçeği barındırıyor. İlk yıllarda ek işlerle geçinirken sanatla temas hiç koparılmamalı. Azim ve idealizm mutlaka para getirir. Uzun vadede bile olsa…”
Hüsamettin Koçan - Okan Üniversitesi Öğretim Görevlisi / Sanatçı
SABREDEN SANATÇI PARA KAZANIR
Sanatın önünde sonunda karın doyurduğunu biliyorum. Ancak bu işi para kazanmak için yaparsanız olay amacından çıkar. Sanatla uğraşanlar kendini kanıtlayıncaya kadar sıkıntı çeker. Sanatçı hem yalnızlığa mahkumdur hem de yaratıcı olmak zorundadır. Yaşam para kazanma gerekliğini dayatır. Bu da özellikle mesleğe yeni başlayan sanatçıları yan işler yapmaya zorlar. Bu sebeple de genç sanatçılar sanat yapmayı bırakıp daha çok ‘süsleme’ olarak tanımlanabilecek işler yapmaya başlar. Ama bunu yaparken unutmamaları gereken bir nokta olduğunu düşünüyorum. Sanattan vazgeçmemeli, kendilerinden ödün vererek yeteneklerini köreltmemeliler.
Son yıllarda pazar oldukça genişledi. Pek çok kişiye ekmek sunuyor. Özellikle 2000’li yıllardan sonra sermaye sanata yatırım yapmaya, kültürel iklimi hareketlendirmeye başladı. Özel müzeler açıldı. Koleksiyonerlik yaygınlaştı. Bu da bir güven ortamı tesis etti. Müzayedeler sanatçıları görünür kılarak bir anlamda onlara alan açtı.
Benim hikâyeme gelince; mezun olduğumda tutkum vardı ama umudum yoktu. İstanbul’da yeni oteller açılıyordu. Oralarda süsleme işleri, uygulamalar yaptım. Zenginler arasında yalı sahibi olma modası çıkmıştı. O yalılarda boyacılık, patine işleri, dekorasyon gibi işler yaptım. Ama sanatı hiçbir zaman bir kenara bırakmadım. Akşamları eskizler yapmaya devam ettim. Bu ilk dönemde teknik deneyim ve maddi imkân elde ettim. 80’li yıllarda atölyelerimi bırakıp resme ve akademiye yöneldim. Özetle, bugünün Türkiye’sinde sadece sanatlarını icra ederek oldukça iyi şartlarda yaşayan sanatçılar olduğunu biliyorum. Sabreden sanatçı mutlaka para kazanır.
Yahşi Baraz – Galeri Baraz’ın sahibi
HERKES SANATÇI OLAMAZ
HER SANATÇI PARA KAZANAMAZ
Her resim, her heykel sanat eseri değildir. Dolayısıyla her sanatçı da para kazanamaz. Bu hem Türkiye hem de dünya için böyle. Sanat camiasının yüzde 2’si sanatıyla hayatını idame ettirir. Sanat acımasız, sürekli yenilenmeyi gerektiren bir alan ve işler aslında para kazanmak için değil sanat tarihine mâl olmak için yapılır. Eser ortaya çıkınca uzmanlar değerlendirir. Yatırımcılar da neye para harcayacakları konusunda oldukça hassastır. Bu durum da, sanat yapabilmek için aile desteği ya da yan geliri mecburi hale getirir.
Ben sektöre idealist bir biçimde girdim. ABD’de yaşadığım dönemde bir galeride çalışmıştım. Türkiye’ye dönünce bir galeri açmaya karar verdim ve 1975’te Kurtuluş’ta açtım ilk galerimi. Herkes benimle alay etti. “Bu da meslek mi yani?” dediler. Ben onlara kulak tıkadım. Para kazanmayı öncelikli hedef olarak koymadan çalıştım. Sanatçılarla dostluklar kurdum. Sanat camiasında ilişkiler edindim. 80’li yılların sonuna kadar epey zorlandım. Turgut Özal’la birlikte her sektörde olduğu gibi sanat camiasında da bir değişim yaşandı. Suni bir zenginlik dalgası oluştu. Yaşam tarzlarında bir farklılık meydana geldi. Bu, koleksiyonerlerin sayısını artırdı. Türk alıcı sayısında artış oldu. Benim şansım, en başından beri net çalışmaktı. Her elime geçeni satmadım.
Beğenmediğim eseri başkasına satmaya çalışmadım. Konulu sergiler açtım. Bülent Eczacıbaşı, Ali Koç gibi isimlere danışmanlık yaptım. İdealist koleksiyonlar hazırladık birlikte. Emeklerimin karşılığını madden ve manen aldığımı düşünüyorum.
Haldun Dostoğlu - Galeri Nev’in sahibi
SADECE SANATÇILAR DEĞİL
ÇERÇEVECİ, NAKLİYECİ VE SİGORTACI DA KAZANIYOR
Galeriyi 1984 yılında kurdum ve 30 yıldır da bu sayede geçiniyorum. Tabii ki ilk 20 yıl çok kolay olmadı ama neticede hayatımı işimle sürdürdüm. Giderek büyüyen ekonomi, sanata duyulan ilginin artması, sanat okulu sayısındaki anormal artış neticesinde sanatçı sayısı çoğaldı, ülkemiz sanatına yönelen uluslararası ilgi arttı. Bu durum da sanat piyasasında işlerini yaparak para kazanmaya çalışan sanatçı, galerici, küratör, çerçeveci, nakliyeci, sigortacı gibi çok geniş yelpazedeki insanların hayatlarını kazanmalarını sağladı.
Şükran Moral - Sanatçı
PARA KAZANDIM AMA PARA İÇİN SANAT YAPMADIM
Mesleğe başladığım ilk yıllarda beni engellemeye çalışan çok oldu. En yakınlarım, ‘kadından iyi sanatçı olmaz’ diyen galericiler... Sanattan para kazanacağıma her zaman inandım. Ama para odaklı sanat yapmaya asla yanaşmadım. Sadece geçimimi sağlamak için öğretmenlik, rönesans natürmortlarını kopyalama, duvar freskosu gibi işler yaptım. Çağdaş sanatın bugün geldiği yer inanılmaz, milyar dolarlık işler de var. Ben de para kazanıyorum ama bu göreceli bir kavram; ‘Neye göre çok, neye göre az?’ Geçen yıllardaki iki önemli yurtdışı satışıma bakınca memnun oluyorum ama Damien Hirst’ün milyar dolarlık satışları az kazandığımı düşündürüyor.
Uğur Çakı - Heykeltıraş
PARA KAZANAMASAM DA SANATA KÜSMEDİM
Bulunduğum yere gelmek için çok emek vermem ve özveride bulunmam gerekti. Ülkemizde sanat henüz daha yeni yeni yerini buluyor. Kazandığım her kuruşu tekrar sanata yatırarak önceliği tamamen yeni işler üretebilmeye verdim. Sanat kariyerim için hedeflediğim noktaya gelebilmek (hâlâ o yolculuğum devam ediyor) ve daha çok kitleye ulaşabilmek adına aklıma yatan, içime sinen projelere, karma sergilere ve fuarlara katıldım. Az para kazansam bile sanatıma hep sadık kaldım. Merkeze her zaman heykeli yerleştirdim. Ona odaklı olarak yaşadım, yaşıyorum. Teknolojiyi ve onun bize sunduğu imkânları bu şekilde kullandım. Önemli sanat fuarlarına ve küratörlerine ulaşmaya çalıştım. Bu sayede Christie’s, New York Bieanali gibi önemli etkinliklerde bulunma şansını yakaladım. Hiç yılmadım, başaramadığımı düşündüğümde bile asla sanatıma küsmedim ve ona sırtımı dönmedim. Her türlü malzemeyi heykel malzemesi olarak kullanma fikrinin (gazoz kapakları, atık malzemeler, jenga vb.) bronzun malzeme olarak çok pahalı olmasından ve benim hep heykel yapabilme özgürlüğüm olması adına ortaya çıktığını da söylemeden geçemeyeceğim.
İsim eşittir fiyat
Bugün piyasada bazı yeni mezun sanatçıların tuval eserleri (100x100cm.-150x150 cm. arasındaki ebatlar) galerilerde 5.000-10.000 TL fiyat aralığında satılıyor. Ama bunun yanında usta isimlerin işlerinin fiyatları milyon dolarlara kadar çıkabiliyor. Peki, piyasaya yeni girecek bir sanatçı nasıl bir yol izlemeli:
* Öncelikle çizgisini beğendiği küratörlere kendini tanıtmalı.
* Ardından çalıştığı sanatçıları beğendiği galerilere dosyalarını göndermeli.
* Doğru tanıtım yolları aranmalı, çizgisinden hiçbir zaman şaşılmamalı.
En çok onlar kazanıyor!
* Yaşayan en pahalı Türk ressamı Burhan Doğançay. Kendisi hâlâ hayattayken
Mavi Senfoni isimli tablosu 2 milyon 200 bin liraya satıldı.
* Sotheby’s, Londra’da çağdaş sanatın önemli temsilcilerinden ressam Damien Hirst’ün 54 eserini 70 milyon sterline sattı. Picasso’nun bile rekorunu kıran bu gelişme sanat çevrelerinde bomba etkisi yarattı.