Küratörlüğünü Beral Madra’nın üstlendiği, Müze Evliyagil ve PAPKO/ Öner Kocabeyoğlu koleksiyonlarından seçilmiş 51 sanatçının eserlerinden oluşan “Sanat Umudun En Yüksek Biçimidir” sergisi sanatçılarından Can Akgümüş, Fırat Engin, Günnur Özsoy ve Mustafa Horasan ile konuştuk.
Ankara Müze Evliyagil’de bu coğrafyada üretilmiş, modern ve çağdaş sanatı her iki koleksiyon ekseninde ele alarak kent, beden ve imgelem kavramlarına odaklanan “Sanat Umudun En Yüksek Biçimidir” başlıklı sergi sanatseverlerle buluşuyor. Küratörlüğünü Beral Madra’nın üstlendiği, Müze Evliyagil ve PAPKO/ Öner Kocabeyoğlu koleksiyonlarından seçilmiş 51 sanatçının eserleri bu sergide bir araya geliyor.
Artful Living olarak Ankara Müze Evliyagil iş birliği ile sergi kapsamında bir söyleşi dizisine başlıyoruz. Sergiye ve serginin kavramsal çerçevesi bağlamında yapıtlara geniş bir izlek sunan söyleşi dizisinde sergide yapıtları yer alan kıdemli ve genç sanatçılara, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti modernizmi ile başlayarak günümüze değin postmodern ve ilişkisel estetik süreçlerini kapsayan sorular yönelttik. İlk dosyamızın konukları Can Akgümüş, Fırat Engin, Günnur Özsoy ve Mustafa Horasan oldu.
Can Akgümüş ile;
Bir söyleşinizde, geleneksel fotoğrafçıların aksine filmlerinizden tozları, tüyleri, parçaları temizlemediğinizi ve “Karanlığın içindeki form sanki bir sıvının veya boşluğun içinde yüzüyormuş gibi olur. Dokunma hissini de bu oluşturur,” diyorsunuz. Fotoğraflarınızda dokunmanın izini sürmek mümkün… Yaşamak da filmlerinizde bıraktığınız izler gibi değil mi? Hiçbir şey pürüzsüz, püripak değil. Hikâyelerimizin içine bizi asıl çeken orada tutunmamızı sağlayan o pürüzler çoğu zaman. Tıpkı izleyeni fotoğraflarınızın içine çektiğiniz gibi. Bize fotoğraflarınızın üretim sürecinden bahseder misin?
Fotoğraf medyumu benim için araçsal olmaktan çok süreçle alakalı. O yüzden aslında geleneksel fotoğrafın izinden gitmek yerine fotoğraf reyinin sınırlarını keşfetmek benim ilgimi daha çok çekiyor. Fotoğrafı malzeme olarak kullanmak benim üretim pratiğime daha uygun bir tanım diye düşünüyorum. Hafıza üzerine çalışıyorum çoğunlukla, o yüzden dış dünyadan topladığım her şey atölyede bir yüzeyde birleşmeye ve katmanlaşmaya başlıyor. Biz nasıl kaydediyorsak bu hayatı zihnimize, ben de aynı yöntemleri uygulamaya gayret ediyorum yüzeyde ve imgesel olarak içeride.
Beral Madra’nın küratörlüğünde gerçekleşen “Sanat Umudun En Yüksek Biçimidir” sergisi kapsamında Unutma Bahçesi III ve Unutma Bahçesi IV isimli eserleriniz sergileniyor. Beral Madra sergide bizi dün ve bugün arasındaki izlerde yürütüyor. Sizin eseriniz karşısındayken zihnimizde anılarımızın üzerine dantel örtüyor ve onları kıymetle saklıyor gibi hissediyoruz. Bu belki isminin Unutma Bahçesi oluşundan belki de hatıranın zihindeki kimi zaman akışkan kimi zaman kaskatı kesilmesinden kaynaklı. Sergi bağlamında bize “Unutma Bahçenizi” anlatır mısınız?
Unutma Bahçesi, değerli Latife Tekin’in aynı isimli romanından ödünç aldığım bir deyiş. Modernist edebiyatın Türkiye’de pırıl pırıl parıldayan isimlerinden birisi olarak Latife Tekin, hafızanın işleyişini bir hamlede büküyor ve bu başlıkla hepimizin sondan başlamasını işaret ediyor gibi gelmişti bana… Hatırlama eylemine yüklediğimiz yüce anlamlar karşısında unutmanın hoşluğu, hafifliği… Tıpkı kuytularla bezeli gür bir bahçede gezinir gibi. Bu hafiflik hissi benim de seri boyunca aradığım bir duyguya dönüşmüştü. Buruşturup atmak, unutmak, hafiflemek ama o imgenin varlığından da vazgeçmemek. Onun dönüşmesine, kendi yaşamını sürmesine izin verebilmek. Sergi bağlamında tüm bu hisleri düşünürsek değerli Beral Madra’nın da ilerlediği ana fay hattı karşımıza çıkıyor sanırım: Dün ve Bugün.
Fotoğraf bir iz sürme meselesi gibi her ne kadar bir anın hatırlatıcısı olsa da o anın toplanmış bir bütünü değil. Zihnimizde, ruhumuzda değişen düşünceler, hisler gibi fotoğraf da değişip dönüşüyor. Fotoğraflarınızın sizdeki dönüşümü nasıl gerçekleşiyor? Unutma Bahçesi III ve Unutma Bahçesi IV isimli eserleriniz 2016 yılına ait, bir fotoğrafta sürdüğünüz izi yıllar sonra geri çağırdığınızda ne hissediyorsunuz?
Özellikle bu seri üzerinde çalıştığım yıllarda bu fikir beni heyecanlandırmıştı. Nihayetinde aşamadığımız bir olgu var fotoğrafta: Gerçeklik. Fotoğrafın çekildiği an, o sıralama asla değişmiyor. Özne, medyum ve gözetleyen hep orada. Ancak oluşan görüntü o dünyaya ait değil; o, imajlar dünyasına hapsolan bir iki boyutlu anı-zaman olarak yaşamını sürdürmeye mahkum. Böyle yaklaştığımda ana his değişmiyor, o fotoğrafta sürdüğün ize yaklaşmak için sürekli yeniden pozisyon almak gerekiyor geri çağırdığında.
Fırat Engin ile;
İçinde bulunduğumuz toplumdan kendimizi ayrı düşünmemiz imkânsız. Üreten insanlar olarak ise dünyaya bakışımız biraz da yaşadıklarımıza duyduğumuz sancı ile hemhâl olarak bir üretime kavuşuyor galiba. Sizin işlerinizde karşılaştığım; yaşamda sık sık kullandığımız nesneleri altın kaplama ile sergilediğiniz Life (2019) nesnelere ne denli hayati anlamlar yüklediğimiz ilişkiyi sorgulatıyor. Bir yandan da dünyayı bir çamaşır makinesi içerisine alan sosyo-kültürel anlamda birçok farklı anlamı içinde barındıran Arınma (2011) çalışmanız izleyende bir dünyalı olarak o makinenin içerisine girme isteği uyandırıyordu. Üretim pratiğinizden bahsedebilir misiniz?
Üretim pratiğim tematik olarak; içinde yaşadığım dünyaya eleştirel bir bakış açısıyla bakabilmenin ve bu çağa tanıklık etmenin üzerine kurulu. Bu bağlamda genelde sosyo-kültürel ve politik meselelerle ilgileniyorum. Biçimsel olarak ise katı, sabit bir teknik/malzeme repertuvarım yok. Aksine çok farklı teknik ve malzeme ile çalışmayı seviyorum. Bu çoğulcu yaklaşımı benimsememdeki en büyük motivasyon ise her malzeme veya tekniğin sunduğu olasılıkların farklılığı. Bu farklılıklar işleri kurgularken yeni bakış açılarını ortaya çıkarabiliyor yani biçimin de içeriğe yön verdiği durumların oluşmasını sağlayabiliyor.
Beral Madra’nın küratörlüğünde gerçekleşen “Sanat Umudun En Yüksek Biçimidir” sergisinde Beral Madra bizi farklı toplumsal süreçler içerisinde üretilen eserler arasında bir yolda olmaya davet ederken yaşadığımız dönemin anlatısını izletiyor. Bu anlatıda insan, insanın doğası, zihni ve ruhu ile yaşadığı ortamlar arasındaki ilişkinin görsel dille nasıl anlatıldığını göstermek istediğini dile getiriyor. Bu okumadan baktığınızda ve serginin kavramsal çerçevesi içerisinde Vaziyet Tespiti (2012) isimli üretiminizin yerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
“Sanat Umudun En Yüksek Biçimidir” sergisi çok sesli, heterojen bir seçkiden oluşuyor. Bu türden bir kurguda Vaziyet Tespiti anlatı mecrası ile özel bir yerde duruyor. Kavramsal açıdan da geçmiş ve ve şimdi arasında kurduğu bağ ile toplumsal süreçlere gönderme yaparak yaşadığımız döneme ayna tutuyor.
Toplumların ve insanın değişim süreçleri kolay ve hızlı gerçekleşmiyor. Algılamalarımız sonucunda bazı yargılar ediniyoruz ve genelde de algılarımız iktidarlar, toplumsal belleğimiz ve onların oluşturduğu kültürel kodlarla yönetiliyor. 2012 yılında gerçekleştirdiğiniz Vaziyet Tespiti video çalışmanız algılama biçimimizdeki değişimimizi bize okutuyor ve bugün hâlâ güncelliğini koruyor ki toplumun bakışına ayna doğrultuyor. Bu konuda düşüncelerinizi bizimle paylaşır mısınız?
Toplumu oluşturan bireyleri hücrelere benzetebilir ve bu hücrelerin toplamından da toplumsalın oluştuğunu düşünebiliriz. Bu bağlamda toplumlar canlı birer organizma gibidir yani; organik ve değişime açık bir yapıdadır. Vaziyet Tespiti adlı çalışma da toplumun değişim ve dönüşümünü belli kavramlar üzerinden açığa çıkaran bir iş. İlk olarak 2012 yılında Ankara’da Kitschen Güncel Sanat İnisiyatifi’nin gerçekleştirdiği “Whatever I am not an Artist!” sergisinde gösterilen işin üzerinden tam 11 yıl geçmiş. Bu zaman zarfı içerisinde farklı sergilerde de yer alan çalışma, her sergilendiğinde izleyicide heyecan ve şaşkınlık uyandırdı. Bunun nedeni; içinde yaşadığımız coğrafyada bizi tanımlayan, olaylara bakışımızı belirleyen ve algımızı yönlendiren kavramların, zaman içerisinde nasıl değiştiği ile ilgili olması. Çalışmada bu değişim; Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlük’te yer alan kavramların sözlüğün farklı basım yıllarında şaşırtıcı derecede farklılık göstermesi ile görünür oluyor.
Günnur Özsoy ile;
Heykelleriniz bir yeri doldurmak yerine boşlukta yeni bir alan yaratıyor. Heykel size göre sadece üç boyutlu bir form demek değil, bunu daha çok sürece yayılan bir üretim pratiğinin toplamı gibi okumak mümkün. Heykellerinizin üretim sürecinizden bize bahsedebilir misiniz?
Bu şekilde algıladığınıza çok memnun oldum. Çünkü ben de heykellerimle mekânlar yaratabilmeyi çok önemsiyorum. Bunu hissetmeniz yapabildiğimin bir göstergesi oldu:). Heykellerimin üretim süreci çoğunlukla seriler üzerine her seride bir solo sergiyle sonuçlanır. Mekâna özel yerleştirmeler de yapıyorum. Üretim aşamam bir meditasyon hâli gibidir dış etkenlerden etkilenmeden çok konsantre çalışırım ve sık sık çalıştığım malzemeleri değiştiririm.
“Sanat Umudun En Yüksek Biçimidir” sergisinde yer alan 2019 tarihli heykeliniz de bize zihnimizde kendimizi inşa etmemizi sağlıyor. Bunca değişim süreçlerini okuduğumuz bu sergide heykelinizin anlamını sizin sözlerinizle okuyabilir miyiz?
Bu heykelim Boşluğun Işığı isimli bir serinin parçası. O seriye başlarken birçok kurşun dökmüştüm. Kurşunun hızlı eriyip hızlı form alması heykellerimin daha akışkan formlar olmasını etkiledi. İçlerinde barındırdıkları boşluklar çok büyüdü ve renk olarak kurşun rengi, petrol mavisi gibi renkleri kullandım.
Sergide bulunan 2019 tarihli heykelinizden adeta malzemeden bağımsız bir esneklik hissi yayılıyor. Bu his bana heykellerinizi yontmaktan ziyade onlara dokunarak üretimi gerçekleştiriyormuşsunuz gibi hissettiriyor. İzleyenler olarak böyle hissetmemize sebep olan bu etkinin en başında sizin düşünce dünyanızda nasıl içselleştiğini merak ediyorum.
Esneklik hissi uyandırabilmesi çok güzel çünkü referansım kurşunun erimiş hâlinin akışkanlığı, bu durum esneklikle çok alakalı. Üretim aşamasının başlangıcı kütle, formu kütleyi eksilterek, yontarak oluşturdum. Manuel çalışırım, dolayısıyla ellerim hep formun üzerinde gezinir sizin bahsettiğiniz dokunarak yapma biraz böyle bir şey. Üretimlerimin en başını hep ellerimle malzemeyi keşfetmek oluşturur ve planlar, yüzeyler, formlar oluşur.
Mustafa Horasan ile;
Eserlerinizde karşılaştığımız varlıklar, onların beden hareketleri, jest ve mimikleri toplumda karşılaştığımız türden varlıklar olmasalar bile onların bize hissettirdikleriyle biz hiç rastlamadığımız o varlıklarla hemhâl oluyoruz. Eserlerinizin sizdeki karşılığı nedir?
Burada kurgu ve gerçeklik ilişkisini gözden geçirebiliriz. Gerçeklerden sızan damıtılan tüm parçacıklar kurgunun temel yapısını oluşturmakta. Tabii ki bu oluşumda sanatçının kendi süzgecinden ve duyarlılığından geçen yaşamsal oluşumların bir nevi yansıması diyebiliriz. Aslında gördüğümüz figürler bir tarafıyla bu hayatın bir parçası gibidirler. Sadece onları yeni bir anlam ve mekânla yüzeye çıkartmaktır üretenin işi.
Bazen sanat bizde yarattığı karşılaşmalarla tıkalı duygularımıza anjiyo yapıyor. “Sanat Umudun En Yüksek Biçimidir” sergisinde sergilenen Patricia Piccinini’ye de atıfta bulunan İsimsiz (2011) tarihli eseriniz bize empati duygumuzun ne kadar kapsayıcı olduğuna dair bir sorgulama yaptırıyor. Eserlerinizin üretim sürecinden bahsedebilir misiniz?
Bu dönem işlerim birer homage niteliğinde. Gözüme çarpan, beni tetikleyen eserleri yeniden tanımlama, anlama ve içselleştirme çabasıdır. Labirent ve crash sergilerimin temelini oluşturan bir yapı.
Beral Madra’nın küratörlüğünde gerçekleşen “Sanat Umudun En Yüksek Biçimidir” sergisi Türkiye’de modernleşme sürecinden bu yana insanın, toplumun, sanatın ve sanatta estetik algının değişim sürecini bize izletiyor. Sergi bağlamında İsimsiz (2011) eserinizin yerini bize anlatır mısınız?
Sanat her zaman deva olmayabilir ama bizim empati ve duyarlılığımızı gözden geçirmeye iten bir güçtür. Türk sanatı tarihinde bu eserlerimin tam nereye oturduğunu şimdiden söylemek biraz erken olur düşüncesindeyim. Fakat sanatçının tarihi kendi üslubunca kaydettiği çok açık. Bize bu coğrafyada yaşanan tüm insan hikâyesini hissettirdiğini söyleyebilirim. Derin bir okumayla bu topraklardaki insana ait tüm hassasiyeti ve şeffaflığı bulabileceğimize inanıyorum. Bu serginin önemi, farklı sanat kaydedicilerin bizlere başka kapılar açması ve farklı bir bellek oluşturmasıdır.
*Bu söyleşi dizisinin Artful Living'de gerçekleşmesini sağlayan destekleri için Begüm Kakı'ya, Can Akgümüş'e, söyleşileri gerçekleştiren Fatma Leyla Ak söyleşide yer alan kıymetli sanatçılara teşekkürler.