Mimarlık mesleğinin yaptığı en iyi şey – geçici ya da kalıcı, esnek ya da rijit, ezici ya da hafif – sınırlar oluşturmaktır. Yakın geçmişe kadar bu sınırlar savaşların başlıca nedenleriydi. Ama Gri Kardinal’in da işaret ettiği gibi artık “çizgisel olmayan” savaşların çağındayız. İnsansız hava araçlarınlarının en önemli silahlardan biri olduğu bu çağda, sınırlar, savaş nedeni olmaktan çok savaşlardan kaçanların önüne büyük engeller olarak çıkmakta. Peki, mimarlık savaşların açtığı yaraları iyileştirebilir mi? Archis grubunun hazırladığı ve “İyi Niyet: Barışın Mimarisi” isimli sergi bu soruya mimarlığın onarma yetisini gösteren projeleri, belgeleyerek ve yöntemlerdeki ortak noktaları açığa çıkartarak cevap veriyor.
Serginin Studio X Istanbul’da gösterimi sadece “İyi Niyet: Barışın Mimarisi” ile sınırlı değil. Studio X Istanbul, bu uluslararası araştırmaya yerel sanatçıların, mimarların ve araştırmacıların “ev sahipliği” kavramı etrafında kümelenen işlerinden oluşan bir sergi ile birlikte sunarak katkıda bulunuyor. Mimar ve araştırmacı Merve Bedir’in seçkisiyle bir araya gelen “Misafirperverlik Sözlüğü”, Archis’in standartlaştırılmış ve aşırı tasarlanmış sunumuna eşlik etmekten çok mekânı ele geçirerek mahir ama önemli işleri bir araya getiriyor, mimarlık kitlelerini yanı sıra izleyiciyi heyecanlandırabilecek bir sunum yaratıyor. Zaten “Barışın Mimarisi” sergiden öte uluslar arası bir çok paydaşı bir araya getirmeyi hedefleyen bir araştırma ve eylem platformu.
“Misafirperverlik Sözlüğü” bu yazıda, Archis’in “Barışın Mimarisi” seçkisinden çok daha fazla yer tutacak, çünkü sıkıcı bir düzende bahsettikleri projeler bir tartışmanın başlangıcı ya da temeli olarak daha anlamlı. İmzaladığı anlaşmalarla Avrupa’nın sınır bekçiliğine soyunan bu ülkede Bedir’in bir araya getirdiği işlerin mülteciler ve göçmenler üzerine odaklanması tam da sınırımızdaki savaştan kaçan Suriyeli ‘hemşerilerimiz’ sokaklarda pasaportlarını dilenmek için kullandıkları bu günlerde oldukça yerinde ve anlamlı. Derrida’nın “Misafirpervelik üzerine” metninden yola çıkan Bedir “misafir, ev sahibi ve misafirperverliğe dair iç içe geçmiş kavramları ve yanılgıları ortaya çıkarmayı amaçlıyor.”
Studio X’in alt katını yayılmış iki farklı seçkiyi ayırt etmek ilk anda kolay değil. Yine de mekânın solundan bir izleğin Bedir’in seçkisine bir sıralama verdiğini söyleyebiliriz. Alçak ve karanlık mekânda Artık İşler’in iki kanallı video enstelasyonunu bulunuyor. Sağ ekranda Reyhan Tuvi’nin Ofsayt (2010) isimli belgeselinin yeniden kurgusuyla, sol ekranda Artık İşler video kolektifinin Afrikalı göçmenlerle Fatih Belediyesi Mimar Sinan Stadyumu’nda yaptıkları kısa söyleşileri bir araya getiriyor. Rahat bir seyir imkânı sunan yerleştirmenin bir parçası da ek olarak dağıtılan metin. Futbol stadyumunu bir direniş mekânı, futbolu göçmenlerin hayatında bir tutunma, üretim ve keyif noktası olarak yerini düşündürmeyi hedefleyen bu iki video ve metin dolaysız bir anlatımla göç-futbol ve iktidar ilişkisine dair unsurları görünür kılıyor. Bir futbol stadındaki şenlikli atmosferden, gümrük polisleri tarafından kuşatılmış bir şekilde cenaze seremonisine kesilen görüntülere, göçmenlerin kendi sözleri eşlik ediyor. Bedir’in oluşturduğu çerçeveyi zenginleştirerek açan bu iş, sosyal angajmanlarıyla ön plana çıkan bir çok video işinden de alıştığımız özensiz çekimlerle görsel bir çalışmadan çok sözel bir anlatıya benziyor.
Serginin ana mekânında kısa bir duvarda konumlanan diğer bir iş “Grozny’de hiç palmiye ağacı var mıdır?”. Banu Cennetoğlu’nun web sitesi ve Pelin Tan’ın İTÜ Mimarlık’daki derslerinden bildiğim, ama daha önce hiç izleme fırsatını bulmadığım bu 2005 tarihli işle karşılaşmak benim için bu serginin en heyecan verici kısmı. Bir süre bir mülteci kampı olarak kullanılan Fenerbahçe’deki Devlet Demiryolları Kampına uzaktan bakan görüntülere, alanın belediye arşivlerinden alınmış bir hava fotoğrafı ve Cennetoğlu’nun kaleme aldığı ufak bir metin eşlik ediyor. Mülteci kamplarını gözlerden uzak ve erişilmez kılan düzenlerin abesliğini, yasa dışı bir AVM’nin yıkıntılarını yeniden düzenlerken yerleştirilmiş ve palmiye ağaçları taçlandırıyor. Uydu fotoğrafında beyaz olarak gösterilen arazi ise Fenerbahçe orduevi: Tıpkı çeçen mültecilerin kaldığı demir yolları kampı gibi erişimin sadece belli kişilere ait olduğu başka bir sınırlı alan. Cennetoğlu’ nun işaret ettiği mekânsal kümeleniş bulanık fotoğrafların vurguladığı mesafe ile bir taraftan mültecilerin kentlerdeki konum ve hallerini kurbanlaştırmadan resmederken, öteki taraftan kentin sakinlerine fazlasıyla kanıksadıkları sınırları hatırlatıyor.
Cennetoğlu’nun sınırlar ve tecriti kent ölçeğinde gösteren bu çalışmasını, sınır ve gizliliği girilemeyen bir yapıyı saydamlaştırmaya çalışan “Misafirhane” isimli enstelasyon izliyor. Merve Bedir ve Alican İnal’in birlikte yürüttükleri bu araştırma 2007 yılında açılan İstanbul Emniyet Müdürlüğü Yabancılar Şubesi Misafirhanesi’nin içini görselleştirme çabası. Vatandaşların giremediği, vatandaş olmayanları geçici süreler hapsetmek için üretilmiş olan bu mekân, yurt dışındaki bir çok benzeri gibi büyük bir gizem sisinin altında. İnal ve Bedir bu binada “misafir” olmuş kişilerle yaptıkları görüşmeler ve gazete gibi kaynaklardan bir araya getirdikleri sözel bilgiyi içerideki olayları anlatan çizimler ve yapıda gezinti sunan üç boyutlu bir animasyon ile saydamlaştırıyorlar.
Bedir ve İnal’ın “Misafirhane”sini, görmeye alıştığımız bir set görüntü izliyor. Ülkü Oktay 5x30 görüntülük bir ızgara düzeninde Hasanpaşa kentsel dönüşüm alanına bir bakış fırlatıyor. Bir video sekansından çekilmiş karelerle yeni tamamlanmış yüksek bir binaya, betonlaştırılmış bir dere yatağına, yollarını bulmaya çalışan mültecilere ve yıkılmaya, hazır kapatılmış küçük yapıların üzerinde kentsel dönüşüm firmalarının tabelalarını gösteriyor bize. Benzer görüntülerin tekrarıyla yeniden bir kentsel dönüşüm peyzajı üreten bu çalışma panoramik bir fotoğraf hissini uyandırıyor. Gösterdikleri üzücü bir şekilde fazlaca tanıdık olan bu iş, konu edindiği meseleyi derinleştiremiyor. Yeni bir bakış açısı önermekten çok, mevcuta alıştıran bir iş olması üzücü.
Sergi’nin saklı işi “Yer Almak” (2015) ise Abd Nova, Basem Nabhan, Auguy Lufuluabo ve Metehan Özcan’ın birlikte giriştikleri bir araştırma gibi. Mekânda dört stickerda çeşitli sokak isimleri ya da mekân adları görüyoruz. Telaffuz edilemeyen, göçüp gidenlerden kalmış ya da deneyimlerle öğrenilebilecek bazen şakacı bazen gizemli yer isimlerini –yeniden– gündeme getiriyor. Adları belgelemekten bir kenara, göçmenlerin hikayelerini dinlemek için de bir fırsat yaratıyor: “Tekstil atölyeleri adını orada en sık duydukları “çabuk çabuk” kelimelerinden alıyor. Cümle içerisinde kısaltılarak “Yarın çabuk’a gidiyor musun?” gibi kullanılıyor. Sıraselviler Caddesi’ne telaffuzu zor olduğu için Slyvester Stallone Street deniyor.” Mekânda Bedir’in derlediği okuma tavsiyeleri masasında duran boş stickerlar ve markerla izleyicileri bu araştırmaya davet eden çalışma, sergi süresince gerçekleşecek bir atölye ile devam edecek.
Archis’in fazlasıyla rijit olarak sunduğu “Barışın Mimarisi” sergisine eşlik eden “Misafirperverlik Sözlüğü” tartışmayı günümüz aciliyetlerine uygun işler ve sergiye eşlik eden buluşmalarla zenginleştiriliyor. “Barışın Mimarisi” gibi bir sergi düzeni, internet ve yazılımların böylesi bir bilginin yayılmasına çok daha etkin bir araç olduğu bu zamanda neredeyse didaktik kalırken, Bedir’in ek olarak önerdiği programlama ve bir araya getirdiği çalışmalar, yakınlığını unutmaya alıştığımız savaşların kurbanları olan hemşerilerimizle buluşmak, onların halleri üzerine düşünmek için bir fırsat sunuyor. Bedir’in seçkisindeki büyük eksik ise xurban.collective’in 2010 tarihli projesi “Mermer Denizi:Yakın Seyir” (2010). Her ne kadar İstanbul’la sınırlı olmasa da xurban collective’in 2010’da Atina, New York, Marsilya ve İstanbul’da sunduğu çalışmalar, benzer disiplinler arası pratikleri bir araya getirmişti. Yine de bu zamanlı tartışma ilerleyen günlerdeki etkinleri gözlerimizden uzakta tutulanı görebilmek ve hissedebilmek için büyük bir fırsat sunuyor.