01 TEMMUZ, SALI, 2014

Sayfiye’nin Sonbaharı

Depo’da baharın son günlerinde açılıp yaza keyifli bir giriş yapma imkanı veren ‘Sahibinden Sayfiye’, sayfiye kavramına farklı bakışlar sunan ve Türkiye’de -en azından bazılarımızın- yazla kurduğu ilişkiyi irdeleyen bir sergi.

Sayfiye’nin Sonbaharı

Borga Kantürk’ün küratörlüğünü yaptığı sergi, farklı tarzlarda çalışan sanatçıları bir araya getirerek konuyu derinlemesine incelemeye çalışıyor. Sergiyle aynı zamanlı ama sergiden bağımsız olarak Tanıl Bora’nın editörlüğünde İletişim Yayınları’ndan çıkan ‘Sayfiye’ de bu olguyu daha fazla merak edenlere yönelik bir el kitabı özelliği taşıyor.

Aksu Bora ve Tanıl Bora, kitabın sunuş yazısında sayfiyenin sözlük anlamını “Yazlık, yazlık ev, yazın yaşanacak yer. Bir davetkârlık, bir mükrimlik yayılıyor sanki kelimeden. Sefa ve keyif çağrıştırıyor, sanki bu ikisinin kırması gibi.” olarak veriyor. Sayfiye gerçekten de şehirli insanın zihninde yer alan bir kavram. Bütün yıl çekilen çilenin ardından bir sonraki koşturma zamanına kadar keyifli anların geçirileceği, insanın bir anlamda dinleneceği, eğleneceği ve enerji depolayacağı bir kaçış yeri sayfiye. Tabii sayfiyenin bir miktar eski bir kavram olmasının da altını çizmek gerek. Türkiye’deki yaşama biçiminin değişimiyle beraber sayfiye yerini tatile bıraktı. Tatile çıkmanın sayfiyeye gitmekten belirgin farkı, tatile gidilecek mekânın yıldan yıla farklılık göstermesine karşın sayfiyenin yıldan yıla değişmemesi olarak gösterilebilir.

Sergi bu noktadan çıkarak sayfiyeye bir miktar nostaljik bir bakış getiriyor. Bunda sayfiyenin neredeyse tükenmiş olmasının, yıllar içinde şehrin çeperlerindeki sayfiye mekânlarının şehre dahil olmasının ve yakın mesafedeki sayfiye alanlarının gözden düşmesinin etkisi var. Serginin girişindeki -Borga Kantürk’ün fotoğraflarına Özge Calafato’nun metinleriyle yeni anlamlar getirdiği ‘Sayfiye Raporu’ serisinde yer alan- ‘Kışlık Şemsiye’ işi fotoğraf ve metnin birlikteliğinin iyi bir örneği ve belki de ‘sayfiye’nin sergide nasıl irdeleneceğinin de bir işareti. Aslında bu işin de yer aldığı seri, sayfiyenin değişip nostaljik bir kavrama dönüşmekte olduğunun da bir kanıtı. Ondan sonra gelen Sıtkı Kösemen’in ‘Öteki Sayfiye’ fotoğraf serisindeki Gökçeada halk plajı fotoğrafları, o plajın da özel plaja dönüştürülüp halka kapanmasıyla beraber içinde yaşamakta olduğumuz neoliberal dönemin insanı özgürce yaşamaktan nasıl alıkoyduğunun göstergesi. Leyla Gediz’in mekânın tavanına yakın bir yerde asılı olan ‘Buenos Aires’te 5 gün’ isimli 5 tablosu, gökyüzünü simgeledikleri için yukarılarda serbestçe duruyorlarmış hissi verirken boş bir hazır yemek saklama kabının tuvalde dönüştüğü hali gösteren ‘Kelebek’ yerleştirmesi tüketim kültürünün etkilerini yansıtıyor.

Sıtkı Kösemen, Öteki Sayfiye, Gökçeada, İmroz, 2008

İşlerden bahsetmeye devam ederken -bütün salona dolan o hafifletici müziğin kaynağı olan- Hüseyin Bahri Alptekin’in dünyanın iki farklı plajında çektiği fotoğrafların müzik eşliğinde hızlıca akmasından oluşan ‘Incident-s Ipanema’ ve ‘Incident-s Bombay’ videolarına değinmek gerekiyor. Çoğumuza egzotik gelecek bu iki plaj, sayfiyenin bir yaşam biçimine dönüşmesinin de simgesi belki de. Serginin ana mekânının arkasındaki koridora girdiğiniz zaman Vahit Tuna’nın koridorun iki ucunda yer alan iki işi, sayfiyeden akılda kalacak küçük detaylar olarak dikkat çekiyor. Koridorda yürüdüğünüzde, Metehan Özcan’ın sayfiyenin geçmiş zamanına dair çağrışımlar yaratan ‘Resimli Bilgi, tarifler’ yerleştirmesi ve yaşanmışlığın ama aynı zamanda terkedilmişliğin de göstergesi olan eski bir yazlık evin iç mekân fotoğrafının tabloymuşcasına sergilendiği 2008 tarihli ‘Sahibinden habersiz satılık’ işi yer alıyor. Tufan Baltalar’ın koridorun ortalarındaki işleri, sayfiyenin hafızada bıraktığı silik izlerin yansımasını andıran ve yan yana sergilenen iki resimden oluşuyor. Koridor, Levent Şentürk’ün ‘Doğu’dan Batı’ya Güney’ isimli Mardin, Antakya ve Yalıkavak’ta çektiği üç fotoğrafı ve serinin tamamından ürettiği bir sanatçı kitabıyla bitiyor.Sayfiyenin değişen coğrafyalarda nasıl algılandığı ve yaşandığını belgelemeye çalışan fotoğraflar, bu okumayı doğudan batıya doğru çizdiği yolla adeta alıştığımızın tersine giderek yapıyor.

Sergiyi benim yaptığım gibi bir spiral yaparak gezerseniz, karşınıza Seçil Yersel’in İstanbul’un bir adım ötesindeki sayfiyelere dair iki fotoğrafı çıkıyor. İnsanların adaya gitmek için vapur bekleme halini ve derme çatma sonradan oluşturulmuş kıyıda balık tutanları gösteren panaromik fotoğraflar, bu iki durumu damıtıp hissetmenizi sağlıyor. Hale Tenger’in İzmir Kordon’da denizdeki balonlara ateş eden adamı gösteren çalışması, hem içerik hem de sunumuyla çoklu okumalar yapmaya imkân sağlıyor. Fotoğraf, bir miktar mavimsi tonda, kenarında çok geniş bir siyah paspartü bırakacak şekilde ahşap çerçeveyle sergileniyor ve bu nedenle ilk bakışta durağan bir video görüntüsüymüş gibi algılanıyor. Sayfiyenin şehrin içine taşınması, İzmir’e dışarıdan bakanlar için kentin büyük bir sayfiye olarak algılandığı olasılığını çağrıştırıyor.

Sergide ana salonun tam ortasına gelen  Balca Ergener’in ‘Sosyal Dinlenme’ serisi, birçok insanın çocukluk anılarında yer eden ve artık giderek kaybolan bir kamu dinlenme tesisinin kullanılmadığı -veya az kullanıldığı- bir dönemdeki terk edilmiş hissini çok iyi yansıtıyor. Bu tesislerle ilgili bir internet sitesinde çıkan bir haberinin çıkışının bazı bölümlerine vurgu yapılacak şekilde altı çizili olarak sergilenmesi de bundan 20-30 sene öncekii kamu idaresinden bugün gelinen noktayı yansıtması açısından ilginç. Bugüne dair olan fotoğraf serisi, aslında geçmişin şaşalı kamplarına bakarken nostaljik olmayan bir bakış getirmesiyle de önemli.

Vahit Tuna, Dölyatağı, 2014

Sergi mekânının tam ortasındaki iki masada, sayfiye hayatının çeşitli anlarını, ayrıntılarını, detaylarını incelememizi sağlayacak şekilde yerleştirilmiş küçük boyutlu anonim fotoğraflar yer alıyor. Adeta aile albümlerinden çıkarılıp bizimle paylaşılan bu fotoğraflar, sergide eksik kalan bazı parçaları tamamlamaya çalışıyor.

‘Sahibinden Sayfiye’, sayfiye kavramına farklı açılardan yaklaşan sanatçılara yer vermesiyle geniş bir okuma yapmayı olanaklı kılsa da eş zamanlı olarak yayımlanan kitaptaki kadar geniş bir bakış getirmiyor. Sergi, sayfiyenin değişen zaman ve yaşamla birlikte, daha acımasız bir tüketim toplumu modelinin eşliğinde sahibinin elinden alınmasına odaklanıyor. Bu da kaçınılmaz bir nostalji hissine yol açıyor. Aslında şehirli orta sınıfın 1980’lerin sonuna kadar yaşadığı sayfiye tanımının dışına çıkılıp başka sayfiye yansımaları da çeşitlendirilseydi, daha katmanlı bir yapıya da kavuşabilirdi. Bu olanağı sağlayan Hüseyin Bahri Alptekin ve Levent Şentürk’ün işleri hariç o bildik sayfiyenin farklı boyutları dilleniyor sergide.

Yine de bu serginin ülkemizin geçirdiği hızlı değişim sonucunda insanı rahatlatan, boğucu şehir hayatından kaçma fırsatı sunan sayfiye olanağının elimizden alınmasına odaklanması, önemli bir tespitin sonucu. Serginin konusu sayfiye de olsa, izleyici bu değişimin sebepleri ve arka planında neler olduğu da düşünmek zorunda kalıyor. Belki saptama yapmaktan öteye geçilebilecek birkaç hamle, serginin daha katmanlı olmasını sağlayabilirdi. Yine de bunu bir başlangıç kabul edip, ‘Sahibinden Sayfiye’yi bu konudan yola çıkacak daha büyük bir serginin habercisi olarak değerlendirmek gerek.

0
5627
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage