Sözün ötesindeki hakikati sorgulayan 4. Mardin Bienali, Hıdrellez dönemine yakışır bir kutlamayla açıldı. 4 Mayıs’ta sanatseverlerle buluşan bienal, “Sözden Öte” temasıyla bizi kelimelerin ardındaki gizemi keşfetmeye davet ediyor.
Geçtiğimiz hafta İstanbul sanat dünyasının akınına uğrayan Mardin; tüm tılsımını, gölgelerini, işlemelerini, dokumalarını kuşanmış şekilde karşıladı bizi. Birçok sanatçı, küratör, galerici, koleksiyoner ve sanatseveri ağırlayan şehir yılın belki de en şenlikli zamanına ev sahipliği yaptı. Aslında turistlere alışık olan Mardin’i, bienal dönemlerinde ister istemez benzer bir kitle sarıyor. Selam vermekten yürüyemediğiniz bu büyülü sokaklara İstanbul’un tüm kaosunu ve gürültüsünü de götürüyoruz muhtemelen. Şehir susuyor biz konuşuyoruz, zaman duruyor biz koşuyoruz. Mardin ise sakinliğe, sokak taşlarının, duvarların, merdivenlerin hikâyesine, yaşanmışlığına, mistisizmine, eşsiz ruhuna davet ediyor hâlbuki.
Bu sene dördüncü kez sanatseverlere ev sahipliği yapan, “Sözden Öte” temasıyla gerçekleşen Mardin Bienali; Fırat Arapoğlu, Nazlı Gürlek, Derya Yücel küratörlüğünde ve Döne Otyam direktörlüğünde karşımıza çıkıyor. Ve tabii ki birbirinden değerli sanatçılar ile… Bienal öncesi yaptığımız röportajda: “Bienalin küratör ekibi olarak ilk toplantılarımızda birbirimize farklı coğrafyaların ve içinde yaşadığımız toplumsal, siyasal, gündelik iklimin içinde ‘sözün’ neresindeyiz diye sorarak başlamıştık. Sanatın dili ve sanatçıların üretimlerinin ‘sözün’ ötesinde bir hakikati işaret etme niteliği noktasında aynı düşüncelerdeydik. Böylece, ortaya koyduğumuz bu kavramsal çerçeve, dünyaya ve sanata karşı bakışta ya da sanat aracılığıyla anlam ve ‘söz’ üretme pratiklerinde ortaklıklar yakaladığımızın bir göstergesi olarak görülebilir. Üstelik bu sadece küratörler ve onların seçimleri, metinleri olarak değil, sanatçıların işleri ve aralarındaki ilişkilerde de izlenebilecek karşılaşmalar, ilişkiler, çarpışmalar ve bağları içeriyor.” diyerek bu senenin teması üzerine düşüncelerini söyleyen küratörler bu yıl gerçekten takdire değer bir iş ortaya çıkartmışlar. İncelikle çalışan küratörler; Fırat Arapoğlu "Sonsuz Bakış", Nazlı Gürlek “Beden Dili” ve Derya Yücel "Sınırlar ve Eşikler" başlıkları altında bir rota belirlemişler. Ve işlerin şehrin tılsımlı noktalarına yayılmasını sağlamışlar. Bize ise Mardin’in labirent sokaklarında elimize haritayı alıp defineyi aramaya koyulmak düşüyor.
Alman Karargâhı, Mor Efrem Manastırı, Hamam, Mardin Müzesi’ne ait bir kaç mekân, Revaklı Çarşı Dükkanları ve Marangozlar Kahvesi bienal mekânları olarak karşımıza çıkıyor ve 50 değerli sanatçıyı ağırlıyor. Açılışın da gerçekleştiği Mor Efrem Manastırı bienalin başlangıç noktası sayılabilir. Manastırda ağırlıklı olarak video çalışmaları yer alıyor. Süryani Katolik cemaatine ait olup, Süryaniler'in Antakya Patriği Cercis Şelhet Dönemi’nde yaptırılan manastır, terk edilmiş izlenimi veren ruhunda bienalin güçlü okuma pratiğine sahip çalışmalarını ağırlıyor. Mahmut Celayir’in büyük ebatlı tuval üzeri yağlıboya çalışmaları, İpek Duben’in ipek baskı serileri, Fırat Bingöl’ün suya niyet okuyan insanları konu alan videosu, Chaw Ei Thein’in Burma’daki baskıyı konu alan videosu, Maria Papadimitriou’nun insan ve hayvan arasındaki ilişkiyi inceleyen videosu mekândaki dikkat çeken çalışmalardan birkaçı. Ayrıca mekâna özgü yerleştirme olan heykel ve resmiyle Metin Çelik, Instagram’ı da çokça süsleyen aynaları ve videosuyla Nasan Tur, açılışa da eşlik eden performansıyla Sara Kostic, HidroLab Mezopotamya adlı videosuyla Serkan Taycan mekândaki diğer güçlü isimler arasında yer alıyor. Ve tabii ki mekânla adeta bütünleşen heykelleriyle Seyhun Topuz…
Mardin Müzesi ve civarının en dikkat çeken çalışmaları ise Bilge Alkor’un Karda Onun Ayak İzlerini Bulamıyorum adlı kâğıt üzerine karışık teknik çalışması, Magali Duzant’ın gözetleme kamerası ve Romina Meriç’in tablolarıydı. Bölgedeki Hasan Pehlevan ve İhsan Oturmak’ın gerçekleştirdiği kamusal alan yerleştirmelerinin de kent ile muazzam birlikteliğinden bahsetmek gerek.
Süryani Katolik Patriği Antuan Semheri tarafından 1860 yılında yaptırılan Meryem Ana Kilisesi, doğu-batı sentezli bir üslupla inşa edilmiş. Taner Ceylan’ın Meryem Ana Kilisesi’ndeki tablosu ise, kilisenin yüzyıllardır bir parçasıymış gibi, mekânla bütünleşen, diğer eşi olan heykel parçasını bularak büyüleyici bir uyum yakalamış. Bienalin mutlaka görülmesi gereken işlerinden biri olan, Yıldız Hamamı’ndaki CANAN’ın Gönül Dili çalışması sanatçının tül, payet ve pullarını şehre saçıyor. Hamamda sanatçıya Youssef Nabil’in video ve baskıları eşlik ediyor.
Mardin Bienali’nin bir diğer önemli mekânı olan ve Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı İmparatorluğu ile ittifak yapan Almanların karargah olarak kullandığı İskender Atamyan Konağı, şimdiki adıyla Alman Karargâhı; ses- beden performans ve ses yerleştirmesiyle Aslı Bostancı, video enstalasyonuyla Çağrı Saray, yine enstalasyonuyla Eda Aslan, Karnik Derbekyan’ı konu alan enstalasyonuyla Emre Zeytinoğlu, kolaj ve yağlıboyalarıyla Huo Rf, akrepleriyle Merkezkaç, yine muhtemelen paylaşımlarına sıkça rastladığınız alçı figürleri ve makine halısıyla Mürsel Argunağa, pvc enstalasyonuyla Gizem Aksu gibi öne çıkan sanatçıları ağırlıyor.
Sipahiler ya da Tellallar Çarşısı olarak da bilinen Revaklı Çarşı’da yer alan kamusal alan çalışmaları ise Ali Emir Tapan, Cengiz Tekin ve Didem Erbaş’a ait. Bir parça özgürlük… adlı çalışmasıyla Cengiz Tekin sokaklara alternatif bir okuma getirirken, Didem Erbaş ise damda konumlandırdığı kamusal müdahalesiyle dikkat çekiyor.
4. Mardin Bienali, 4 Haziran tarihine dek ziyaretçilerini bekliyor. Hatta muhtemelen açılış keşmekeşinden sonra gezmenin çok daha keyifli olacağı bienali ziyaret etmek için önünüzde bir ay var. Ayrıca bienale paralel olarak gerçekleşen etkinliklerden Sabancı Müzesi’nde açılan Ai Weiwei, Galeri Siyah Beyaz tarafından gerçekleştirilen Aykut Cömert ve Ankara Fransız Kültür Derneği desteğiyle gerçekleştirilen Aysel Alver sergilerini de ziyaret etmeyi unutmayın. Ve tabii bir terasta Mardin manzarası eşliğinde dibek kahvesi yudumlamayı da.