Özlem Günyol ve Mustafa Kunt’un sergisini görmek için Dirimart’a gittiğimde işler arasında dolaşırken ilk etapta bir zaman yolculuğuna çıkmış ve sanki yüzyıllar önce yaşanan dramalar bir şekilde bu sergiyle gösteriliyormuş hissine kapıldım fakat işleri detaylı incelemeye fırsat kalmadan ‘’Bir dakika bu yalnızca birkaç yıl önceydi, bizler de oradaydık ve hatta günümüze dek büyüyerek gelen zincirleme durumlar tüm gerçekliğiyle devam ediyor…’’ şeklinde düşünmeye hızlıca bir geçiş yaptım. Günlük olarak TV, sosyal medya ve gazetelerden olan biteni izlerken sanki bir kurgu ürünüymüş gibi görünen olaylara, dünyanın neresinde olursak olalım, sokağa adımımızı attığımız anda ’’show!’’un bir parçası olarak dahil olabilme olasılığımız oldukça yüksek. Tüm bunların en korkutucu yanı ise an-be-an ve gün-be-gün daha da kanıksamaya başlıyor oluşumuz.
Günyol&Kunt’un sergisi Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda bulunan ‘hak’ kelimelerinin tamamını bir araya getirerek metnin geri kalanını arkaya iten Hak (2015) isimli işin etrafında toplanmış. İlk etapta serginin açılışı için seçilen tarihi önemsememiştim ancak konsept ve işlerle karşılaşınca açılışın özellikle Contemporary İstanbul haftasında yapılmış olmasının altında yatan mesajı ister istemez sorguluyorsunuz. Serginin, içinde bulunduğumuz zaman diliminde küresel olarak hissettiğimiz sıkışmışlığı ve bir anlamda bunlara neden olan ‘şey’lerin arka yüzündeki gerçekliğe işaret eden bir göndermesi semboller üzerinden ilerlese de genel olarak çok belirgin. Gezi Parkı protestoları sırasında kaydedilen ses kayıtlarının frekansvari bir biçimle dikenli teller olarak fiziksel hale geri dönüşü, euro banknotları üzerinde yer alan renk skalasının büyütülüp çerçevelenerek duvara asılması, anayasada geçen hak kavramlarının üst üste gelerek bir karalama dolayısıyla soyut hale gelmesi, Forbes dergisinin 2015 tarihli “dünyanın milyarderleri” araştırmasında yer alan isimlerin fotoğraflarının üst üste bindirilerek anonim bir portre ortaya çıkartması ve tüm bu işlerin bir arada sergileniyor olup bir de aynı zamanda çok yüksek rakamlara satın alınıyor olması ciddi bir ironi doğuruyor. Yaratım sürecinde odaksal noktaların itici bir güç oluşturduğu ‘’an-be-an’’da Günyol&Kunt’un işaret etmek istediklerini iki zıt kutuplu şok edici gerçekler olarak karşınızda görmeniz mümkün.
Bir şekilde bir yüz yüze getirme durumunun olduğu ‘’an-be-an’’, profit bir galeride çok da görmeye alışık olmadığımız ama hepimizi sosyolojik, ekonomik, kültürel, politik anlamda yerel olarak yakından ilgilendiren ve global olarak organik bağ kurabileceğimiz konular bütününü ele alıyor. İşlerin yerleştirmesiyle de aslında olay, durum ve süreçlerin griftliği güçlenmiş bir şekilde karşımıza çıkıyor. Bu konunun belki de Contemportary İstanbul zamanında ve Dirimart’ta konumlanmış olması, paylaştığımız zaman ve uzamda toplumun üstten alta uzanan tüm katmanlarına yansıyan bir aydınlanmayı, başlangıç olarak küçük bir parça olsa da ellerin taşın altına girmeye hazır olduğunu ve bir anlamda umudun devam ettiğini gösteriyor olabilir.