21 OCAK, PERŞEMBE, 2016

Sena: "İçimde Hep Bir Şifalandırma Güdüsü Var"

Kelimelerini seçerek ve tane tane konuşuyor, abartmıyor, süslemiyor... Sena, tanıdığım en sakin ve iç huzuru yakalamış kişilerden biri. Ama çoğunlukla kadın sorunlarını ele aldığı işleri bir o kadar “huzursuz”. 29 Ocak’ta The Empire Project’te açılacak altıncı kişisel sergisinin hazırlık sürecinde atölyesinde buluştuk, yeni serginin hikayelerini konuştuk.

Sena:

Yaptığın işler çoğunlukla konuları itibarıyla insana “mutluluk veren” işler değil. Hangi dürtülerle yola çıkıyorsun? İçindeki huzursuzluğu akıtmak mıdır bu?

Evet içerik olarak değil ama görüntü olarak genelde öyleler. Çünkü ben onları kodluyorum. Renk üzerine çok düşünüyorum ve tonlarıyla çok uğraşıyorum. Ve bu kadar çok uğraşınca hakikaten çekici hale geliyor. Bu nedenle genelde izleyiciler sergiyi gezerken keyif alıyor. Aslında ben içerik kısmını izleyiciye bırakmayı tercih ediyorum. Gördüğü şey neyse öyle sevsin istiyorum. Ama sorulduğu zaman anlatıyorum; anlatınca da keyfi kaçıyor. Çünkü içerik olarak şiddet, töre, cinayetler, çocuk gelinler, hep böyle konular var. Birtakım geometriler, iyileştirici çizimler, tılsımlar, yazılar, semboller, renkler... Bunları kullanarak toplumun kanayan yaralarını iyileştirmeye çalışıyorum. Yapmaya çalıştığım şey hep bu. Mesela cinayete kurban gitmiş bir kızı çizerken hep onun ruhunun huzura ermesini düşledim. “Burada bir ressam seni düşlüyor ve bu yarayı tedavi etmeye çalışıyor” dedim ona. 

Sena ve Ece Koçal ©Korhan Karaoysal

Yaptığın işlerle, acı çeken kadınları iyileştirmeye çalışmanın arkasında ne yatıyor? Resimle birtakım toplumsal sorunları tedavi etmek aslında çok iddialı bir söylem...

Bizim ailede şamanlık var. Babaannemden gelen bir iyileştirme gücü, şifa eli var. Ben de bunu, yaptığım işe yüklemeye çalışıyorum. Anadolu’daki insanların önemli bir kısmı şamanmış. Fatima’nın eli de onu sembolize eder; o şifa elidir. Bu aslında bir enerji alışverişi. Ben kendi ailemden birilerini dokunarak ve odaklanarak ağrısını geçirebiliyorum. Bu aslında hepimizde olan bir güç. Buna biyoenerji veya pozitif enerji de diyebilirsin. Ben bunu resimle, renkle, çizimle, desenle uyguluyorum. Dengesine bakıyorum, birtakım semboller ekliyorum. Onları kodluyorum; bu hep bir iyileştirme, şifalandırma isteği... Bu nedenle izleyici karşısına geçtiği zaman kendini kötü hissetmiyor aslında. O da bundan şifalanıyor. Benim içimde hep böyle bir iyileştirme güdüsü var. 

Ama son yaptığın işlerde hep kan var...

Belki de sana kan gibi görünmüş olabilir. Tabii senin gibi kan yorumunu yapan da çok var. Aslında kan çok insani bir şey. Diğer taraftan ben kırmızıyı çok seviyorum. Çok güçlü bir renk. Bu nedenle kırmızıyı çok kullanıyorum. Onu yumuşatmak için de yeşil kullanıyorum. Çünkü yeşil kalbin rengi. Ama kırmızının çok dişi bir renk olduğunu düşünüyorum. Çok kuvvetli ve seksapeli yüksek. Diğer taraftan bizde nazar için de kırmızı kullanılır. Anne doğum yapar, kafasına kırmızı kurdele takılır. Gözü yakaladığı için nazar alıcı bir gücü de var. 

©Korhan Karaoysal

Geleneklere bağlı olduğunu biliyorum. Örneğin geçenlerde “Gelinliği mutlu evliliği olan biri kapar ve dua okur” demiştin... Bu adetler aileden mi geliyor yoksa senin kendi merakın mı?

Biraz şahsi merakım biraz da aileden geliyor. Çocukken babaannem kulağıma fısıldadı “Biz şamanız, sen şamansın bunu unutma” diye. Çocukken babamın işinden dolayı Suudi Arabistan’da yaşadım, Doğu kültürü çok ilgimi çekiyor. Geleneklerimizin birçoğu kayboluyor. Tutucu biri değilim ama bu tarz konulara önem veriyorum. Çünkü bunların bu kadar uzun süredir yapılmasının illa ki belli bir sebebi var. Evliliği kutsamak güzel bir şey; bana öyle öğretildi. Benim gelinliğimi yengem kapatmıştı, bu aslında bir niyet; iki kişi birlikte bir niyet ediyor. “Ben seni çok seviyorum, evliliğini de çok beğeniyorum, sen benim gelinliğimi bağla, benim de evliliğim öyle olsun” gibi... Tabii bunlar biraz da içgüdüsel... Mesela tılsımlar ilk başta gözüme güzel görünüyordu, sonra araştırmaya başladım ve daha çok içine girdim. Bir yandan frekanslar, boyutlar, uzay da çok ilgimi çekiyor.

Önceki serginde telepati üzerine işler vardı; bir dönem telepati üzerine çok düşünüyordun değil mi? 

Hâlâ öyle, hatta daha çok düşünüyorum, odaklanıyorum. Artık benim antenlerim mi daha yüksekten çekiyor bilmiyorum ama telepati bana doğduğumdan beri çok doğal geliyor. Odaklanıp hayvanları çağırabiliyorum. Bir şey düşünüyordum, sonra bir kirpi geliyordu atölyenin önüne. Bunun üzerine hayvanların neyi sembolize ettiğini araştırmaya başladım. Durup dururken eline bir uğur böceği konmuyor. Çünkü ben öyle titreşiyorsun, o seni duyuyor. Hayvanlar bizim duyamadığımız birçok şeyi duyuyorlar. 

©Korhan Karaoysal

Ablan hamileyken, hamilelik üzerine çok düşündüğünü ve hamile kadınlar çizdiğini söylemiştin. Sonra kendin çocuk doğurdun, o zamanlar da çocukla arandaki telepati üzerine yoğunlaşmıştın. Şimdi nasıl bir dönemdesin?

Hamilelik evet ablamla başlayan bir süreç ve çok ilgimi çekmişti. Hamileler üzerine çalıştığım sergimi açtığımda haberim yoktu ama meğerse hamileymişim. Sergiden birkaç hafta sonra hamile olduğumu öğrendim. Biraz birbirini çağırıyor; bu benim başıma çok geliyor. Şu an çeyiz üzerine odaklandım. Bu kış coğrafyamızdan dolayı çok ağır şeyler yaşadık. Katledilen genç kızlar, kadına karşı şiddet... Annem hep “Senacım bunlar çok ağır konular, neden böyle şeyler çiziyorsun?” diyordu. Ama bunlar bana çok acı veriyor; sanki bir misyon gibi, belki kurtarabilirim, en azından bu konulara dikkat çekebilirim diye bu konuları çalışıyorum. Bu kış annem bana dedi ki: “Biz anlamıyorduk sen neden bu konulara odaklanıyorsun ama şimdi anlıyoruz, bunlar çok önemli konular”. Çeyiz hikayesiyle birlikte şimdi biraz daha bu konuları irdeliyorum. 

Altıncı sergin için nasıl çalıştın? Sergide neler göreceğiz?

Sanki evden bir gelin çıkıyormuş gibi çalışıyorum. Mesela bir tabak seti var. Çünkü tabak çeyizin olmazsa olmazıdır. Hâlâ Anadolu’da genç kızlar bir bakıma paketlenip satılıyor, çeyiz de onun yanında ailesinden götürebildiği tek varlığı. Ona ne yapabilirlerse... Tabaklarda 50 koyuna satılan çocuk gelin de var, tecavüz de var, kıskançlık cinayetine kurban giden bir kız da var. Bu kız gelinliği tabutun üzerine konularak mezara götürülmüştü; bu gerçek bir olay. Genelde gerçek hikayelerden etkilenerek çalışıyorum. Tabakların haricinde keçe işler de var, bir seccade var, aynı zamanda şu an bir çarşaf üzerinde çalışıyorum. Hepsinin üzerlerini işliyorum. 

©Korhan Karaoysal

Çeyiz tabaklarını daha önce gördüm ben...

Bizim kâr amacı  gütmeyen Zamanın İşaretleri diye bir grubumuz var. Piartworks’e bir sergi yaptık, gruptaki arkadaşların tabakları görünce “N’olur bu sergiye bunları koyalım” dediler. O sırada 15-16 tanesini bitirmiştim. Onun üzerine seti ikiye bölüp bir kısmını orada gösterdim. Devamı da bu sergide. Bu 52 parçalık bir set olacaktı. Orada gösterince biraz azaldı. O sergide çok da ilgi çekti, inanamadım. Ben bir konu üzerine düşünüp, dertleniyorum. Bunu nasıl anlatabilirim diye düşünüyorum. Bu çeyiz hikayesi de böyle çıktı. 

Malzemeyle ilişkin nasıl? Yağlı boyaya biraz ara mı verdin?

Yağlı boya da yapıyorum ama oğlum Omay’la birlikte bende oyun oynamaya geri dönüş oldu. Değişik malzemeler denemeyi çok seviyorum. Bazen oluyor, bazen de olmuyor. Son zamanlarda keçe çok ilgimi çekiyordu. Anadolu’da yapılan gerçek el yapımı keçeler yok olmak üzere. Kapalıçarşı’da malzeme aldığım bir yer var. Orada bu keçelere rastlamıştım. Form alacak kalın bir şey arıyordum. Aslında baba tarafım terzidir. Bu nedenle bende dikme merakı hep vardı. Bu keçeler çok ilgimi çekince, yapan ustaya ulaştım. Isparta’daymış. Daha da ilgimi çekti; çünkü baba tarafım Ispartalı. Böyle keçeye merak sardım. Contempo’da keçeden bir vulva yapmıştım. Bu sergide olmayacak ama halı dokumaya da başlayacağım. Deniyorum, oynuyorum, bakıyorum... Hep bir “Nasıl anlatırım?” seyahati var. 

Sena ©Korhan Karaoysal

Koleksiyonerlerinle ilişkin nasıl?

İsteyen koleksiyonerlerle ilişki kuruyorum. Bazı kişiler de hiç ilişki kurmak istemiyorlar. İşin hikayesini öğrenmek isteyenlere anlatmayı istiyorum tabii ki. Kimi görüşmek, dinlemek istiyor, yemek yiyoruz, sohbet ediyoruz. Mesela New Yorklu Maisonrouge ailesi var, onlar beni hâlâ takip ediyor. E-mailleşiyoruz, zaman içinde arkadaş olduk. Biz onlara New York’a gittik. Onlar buraya bize geldiler. 

Üretim sürecini biraz anlatır mısın? Evle bu kadar iç içe olmasından memnun musun?

Bilmiyorum (gülüyor). Evlendiğimden beri böyle. Oğlum olduğundan beri işime geliyor böyle çalışmak. Ama atölyeden evin içine taşmış durumda işlerim. Evin içinde de çalışıyorum. Bazen odaklanıp uzun saatler çalışmak istiyorum, ama Omay evde olunca bu iş olmuyor. Ben çalışırken gelip işime basmıyor, dokunmuyor ama “Anne bak ben de bunu yapıyorum anne bak” oluyor. O noktada baskı atölyemiz devreye giriyor. Kafamı dinlemek istediğim zaman oraya kaçıyorum. 

Ben her şeyi aynı anda yapıyorum. Bu nedenle evin içinde de, evdeki atölyede de baskı atölyesinde de aynı anda çalışıyorum.  Özellikle sergi yaklaşırken aile halkından da özür dileyip, her yere yayılarak çalışıyorum. Örneğin biraz kaligrafi çalışıyorum, bileğim ağrımaya başlıyor, o zaman başka işe geçiyorum. Birçok işi aynı anda yapıyorum. Bir işe başlayıp bitirip, sonra diğerine geçmiyorum. 20-30 parça birlikte ilerliyor. Sergi olmadığı zaman ise uzun uzun düşünen saatlerce kağıda bakan biriyim. Bazen aylarca skeç defterinde çalışıyorum. Sadece doğum sırasında iki yıllık ara verdim, onun haricinde her yıl sergim oldu. 

©Korhan Karaoysal

En çok hangi malzemeyle çalışmaktan zevk alıyorsun?

En çok kağıda çalışmaktan keyif alıyorum. Bir kere kağıdın hikayesi bana cezbedici geliyor, ağaçtan geliyor olması... Central Saint Martins’den önce Marmara Güzel Sanatlar’da okurken baskı bölümünü seçmiştim. Orada gravür üzerine tarama yapmak için kaligrafi uçlarını bize gösterdiler. Kaligrafi o zamandan beri hayatımda, artık üzerinde hakimiyet de kurdum. Kağıtları şöyle hazırlıyorum: Kağıtları yağmur yağdığında çimlere atıyorum ve üzerlerine kök boyaları, mürekkep atıyorum, sabaha kadar bırakıyorum. Yağmur süresince ara ara çıkıp boya eklemeye devam ediyorum... Fonları böyle hazırlıyorum yani. O "kan" lekeleri yağmurla ortak çalışmamızdır. Sonra kurutup üzerine deseni çiziyorum.

Burada önemli olan ben kalbimden ne geçiyorsa onun üzerine çalışıyorum. Her zaman kan gövdeyi götürmüyor yani. Mesela dedikodu üzerine de bir tabak yapacağım. O da çok ilginç bir konu bence. Kutsal geometri denilen görünmeyenler üzerine de... Birçok bilgi katmanını üst üste getiriyorum. O benim baskıya dair altyapımdan da kaynaklanıyor. Mutlaka altında da üstünde de bir hikaye oluyor. Bir desende minyatür de oluyor, kaligrafiyi de, Satürn gezegenini de, boyut kapısını temsil eden Einstein’ın bir küpünü de görebiliyorsunuz. 

Dedikodudan bahsettik. Olumsuz enerjiye inanıyor musun peki?

Tabii. Bizim halk arasında nazar dediğimiz şey tamamen negatif enerji, kötü düşünceyle ilgili. Bunlar çok kuvvetli şeyler, çok da çekinirim böyle şeylerden. Bu nedenle yaptığım işlerde hep kendimi uzun süre toparlıyorum, odaklanıyorum, hep pozitif olayım, yapıcı olsun, iyileştirebilsin diye. Olumsuz enerjiye inanıyorum tabii ki. Şeytana inanmıyorsan zaten vay haline. 

Sena ©Korhan Karaoysal

Sen bir erkek çocuğu annesisin. Bizim toplumumuzda erkek annelerine çok önemli görevler düştüğünü düşünüyorum. 

Evet çok büyük sorumluluk. Evet ben de bu konu üzerine düşünüyorum. Hatta çok yakınım bir çocuk doktorumuz var, doğumdan sonra onunla da konuştuğumda ona “Neye dikkat etmem lazım?” diye sordum. O da “Benim size önereceğim çok önemli bir konu var” dedi, “Her istediğini yapmayın, hayır demeyi bilen bir anne olun.” Erkek çocuk bizde çok değerli ya, o nedenle çok şımartılıyor. Her şeyine evet denilince, kadını ona servis yapmakla mükellef, her istediğini yapmak zorunda olan bir obje olarak görebiliyor. Bizim toplumumuzda da bu sorun var. Kadın hayır deyince, erkek bana nasıl hayır diyebilir diye düşünebiliyor. Ben de hep kadınlara saygı duyması, öncelik vermesi, kollaması gerektiğini öğreterek büyütüyorum. Evden çıkarken küçük kız kuzenine yol vermesi gerektiği de bunun içinde.  

0
13410
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage