Burak Apaydın’ın Ankara Ka’da, Açık Atölye'nin on dokuzuncu döneminde gerçekleşen “Gerçek Güzellik” / “Real Beauty” isimli sergide yer alan “once” başlıklı işleri üzerine bir deneme.
Gündelik hayatı keşfetmek mümkün olur muydu? Yaptığımız, ettiğimiz şeyleri ya da yapmadığımız, etmediğimiz ama ucundan kıyısından, içinden geçtiğimiz eylem kesitlerini anlamlandırmak, onları sevmek, kucaklamak, muhafaza etmek, yorumlamak belki mümkündür. Ancak mekânla ilişkimizin ve onun uzamının beşikte tuttuğu şeyler şayet alana ve içinden geçen şeylere dair algımızı biçimlendiriyorsa, o noktada hakiki bir keşif bahsi etmek olanaklı mıdır? Burak Apaydın’ın 9-18 Nisan tarihleri arasında Ankara Ka’da, Açık Atölye'nin on dokuzuncu döneminde gerçekleşen “Gerçek Güzellik” / “Real Beauty” isimli sergide görülebilecek “once” başlıklı işleri, bedeni, aklı ve görmenin ardıl ve öncül cephelerle temasını yokluyor. Sanatçının oldukça nötr bir hayal gücünü, izleyiciyi aktif kıldığı bir ritimle dolaştırdığı işler, eldeki malzemeye ve mevcut hikâyeye olan hakimiyetin görünen ile görünmeyen arasında dengeli bir birliktelik oluşturmasını mümkün kılıyor. Yükselen bir meraka sahip olabilirsiniz ancak bu meramınızı bastırmak durumundasınız çünkü görünen kılavuzlar sanatçı Apaydın’ın gösterdiği aralıktan size sızdığı ölçüde sizinle birlikte. İlk başta hissedilir ölçüde yönlendirilmiş bir mesaj olarak görebileceğiniz şeyler, gören ile gösterilen şey arasındaki kalibrenin köşelerinde gezdikçe bir tür meditatif bağlama oturuyor. Titiz ancak titizliğin içine baktıkça karmaşıklaşan bir etkileşim.
Arayış ile bilmek arasında
Tekrarlanan, zorunlu eylemlerin ya da adımların art arta gelişi içeride ve dışarıda eylemin kendisini tamamlamış olsanız bile düşünme tarafında varlığını sürdürmeye devam eder. Ama “eylem” sözcüğü burada yanıltıcıdır; hem bedenin devinimleri hem de zihninkileri içeren bir terim bulmaya ihtiyaç vardır. Örneğin, mutfağı düşünün: Mutfakta etkinlik elle olduğu kadar zihinle de yapılır; zihnin tüm kaynakları ve bellek devamlı hareket hâlindedir. Düzenlemek, karar vermek ve bir şeyleri öngörmek gerekir. Bir şeyleri sevmediğinizi, sevdiğinizi, sözgelimi birileri için hazırladığınız bir yemeğin tuz miktarını hesaba katmanız gerekir -ki hoşnutsuzluklar olmasın. Uyuyan, uyanan, dolaşan ya da oturan her birimizin kendi repertuarı vardır; olağanüstü zamanlar için muhteşem aryalarımız, karmaşık sınırlarımız ya da sınırları kaybettiğimiz zamanlar vardır. Alışkanlıklarımız, hobilerimiz ya da fobilerimiz için özel şarkılarımız vardır. Bir fikri çağrışım yoluyla ikame etme ya da ondan büsbütün vazgeçme hâllerimiz vardır. Çoğu zaman bunlar planlı olmayan melodilerdir. Kendi başına ve yine kendiliğinden bir yerden ortaya atlayıverir. Tarifler işte burada önemini yitirir. Aynı yatağı kiralık ya da süreli paylaşan iki kişinin baktıkları duvarlar, sevişirken aklından geçenler, günü planlama biçimleri aynı fanusun içinde olsalar dahi ortaya bambaşka sonuçlar çıkaracaktır. Çünkü, meselenin içine kaynağını nereden aldığınızın belli belirsiz olduğu ama onu sımsıkı kucakladığınız, bilmek faktörü girecektir. Biraz yukarıdan ve biraz uzaktan yaklaşıldığında, mekânda nasıl olduğumuzdan ziyade mekânı nasıl kavradığımıza baktığımızda her gün yapılan işler, tekrarlanan şeyler, eski denge biçimleri ya da yerine geçen dengeler, rasyonel olmayan ama tercih edilen zorunluluklar, adetler katışmacı biçimde sabit oldukları kadar nereden geldiği belirsiz bir tercihin ürünü olurlar.
Sanatçı Apaydın’ın işlerini gündelik tarihin devinimini ele alan tarihçi Guy Thuillier’in, “eylemlerin bir hayatı ve bir ölümü vardır” diye belirttiği sıradan oluşun hareketliliği üzerine okumak mümkün. Yüzyıllar boyunca gelişip, zenginleşen, uzun bir süre neredeyse hiç değişmeden kalan bu eylemler birkaç kuşak içinde değişime uğramışsa bunun nedeni bir eylemin var olma süresi, zorunluluğu ya da bir anlamı, inancı oluşudur. Sanatçının işlerine şimdi bir adım daha yaklaştığınızda bedenin tümünü bir devinim içine sokan bir hareketlilik hâli göreceksiniz. Bu devinim bir elin, bir kolun, bir gözün, kimi zaman da yapılan işin gerektirdiği verili çabanın düzenli ritmine tamamen uyum sağlayan bedenin harekete geçirilmesiyle kendini gösteriyor. İşler arasında attığınız her adımda eylemi yapan, öykünme yoluyla bir başkasından öğrenen, bir modele göre düzenlenmiş, belleğin yeniden yapılandırdığı ya da benzer hareketlerden yola çıkarak deneme ve hata sonucunda kendine beliren; süresi işin yoğunluğuyla değişen, kesitlerle birbirine bağlı ve parçalı bir basitten karmaşığa yol alan bir dizi eylem görüyorsunuz. Çerçevelediği mesajın rengi ya da teni ne olursa olsun mevcut işlerin dışında bir yerde size göz kırpan ıslak, kaygan kesitler sanatçının eylemi yapım koşullarına uygun hâle getirme becerisi ve elde edilen sonucun belirli bir beceriyi hayata geçirmenin ve göstermenin ölçütünü sunuyor.
Sonuç: Eylem bedensel bir tekniktir
“once”ın -küratör dokunuşuyla da oldukça ilişkili olan- yerleştirmelerinde, işlerin yaratım sürecine dair yakın bir zamanda şekillenmiştir ya da uzak bir mesafede ortaya çıkmıştır, demek güçleşiyor. Temelde bir arayış mefhumu üzerine kendine yol bulan işler, kendini, öte beriyi ya da kaybedilen bir şeyi değil, bedenin birtakım mekânlar içindeki dolaşımı ve daha çok onun (bedenin) geçtiği bir yerde bıraktığı yansıması üzerine söyleyeceklerini gerçekleştiriyor.
Eylem ve eylemlilik arasında “biri bana bunu göstermişti”nin ötesine geçen bir anlayış olması gerekir. Ki devinim içinde olan şey ile öykünme yoluyla başkasından öğrenilen şey arasında bir fark olsun. Eylem kabaca bu hâliyle bakınca başkasından öğrenilen, yeniden yapılandırılan (birinden görmek) ve dene-yanıl yoluyla ortaya çıkan sonuç odaklı bir öğrenme dinamiği üzerine gelişiyor gibidir. İster parkta yürüyüş yapmak, isterseniz kitap okumak olsun; eylem bedensel bir tekniktir. “once”da sıralanan kimi işler ilk görüşte bir imgelem gücü, kültür ve eylem ile onu gerçekleştirenin fiziksel olanaklarına içkin bir araya gelen pratiklermiş gibi görünse de, fotoğrafın çerçevelediği figüratif anlam, bedeni ve tekniği bir yansıma üzerinden ele alıyor gibi. Mauss’un eylemi gerçekleştirenin eylemden yararlanma ve onu sürdürmesinin, eylemin devamlılığını mümkün kıldığına dair yorumu Apaydın’ın işlerinde sabit ya da devinim içinde olan hareketliliği bir fayda ekonomisinin ötesinde tekrar ve benzer eylemlerin birbirine olan tesiri üzerinden yeniden konumlandırıyor. Böyle bakınca beden, akıl ve görme ilişkisinin birlikteliğini bir duvarın arka ve ön panelinde seyre açan seçki, eylemin duyular dünyasına ve çoklu bir dil anlayışına aracılık ediyor.