06 ARALIK, ÇARŞAMBA, 2017

Şizofrenik Bir Çağın Reçetesi

Alpin Arda Bağcık, gerçeğin ne olduğuna dair kafa karışıklıklarıyla oluşturduğu “Ambivalans” sergisinin ardından, ikinci kişisel sergisi “Kırmızı Reçete” ile bu kez bilginin doğruluğu/bozulumu meselesinin peşine düşüyor. Hassas sinir uçlarımıza değen işleri üzerine konuşmak için sanatçı ile serginin mekânı da olan Zilberman Gallery-İstanbul’da bir araya geldik.

Şizofrenik Bir Çağın Reçetesi

Alpin Arda Bağcık’ın İstiklâl Caddesi’nin meşhur Mısır Apartmanı’nda konuşlanan Zilberman Gallery-İstanbul’da, 30 Aralık tarihine dek görülebilecek “Kırmızı Reçete” adlı yeni sergisi kapsamında, dünyayı yöneten gizli güçlerden 15 Temmuz akşamına dek hayatımızı çokça meşgul eden konuları ve bu konuların zihnimizdeki yankılarını görmek, üzerine düşünmek kaçınılmaz.

Kişisel tarihindeki hangi kırılma ya da dönüşüm seni etkiledi ve üretimlerinde karşılık bulmaya başladı?

5-6 yıl kadar önce üniversitenin son dönemlerinden itibaren gözlerim daha açık bakmaya başladım dünyaya. Gerçekliğe hiçbir zaman tam olarak ulaşamadığımızın farkına varmaya başladım. İçinde yaşadığımız gerçeklik her zaman bende bir kafa karışıklığı oluşturdu. Dolayısıyla benim gibi hissettiğini gördüğüm çok fazla insan var. Kafa karışıklığından besleniyorum aslında üretimlerimde. Hangi konu hakkında ya da hangi bilgi hakkında karışıklık hissediyorsam o tarafa meylediyorum. Bir fikirle ilerlediğimde o fikre karşılık gelen “hayır o aslında öyle değil” tepkisi işlerin temelini oluşturuyor. Onların üzerinden üretmeye çalışıyorum.

“Kırmızı Reçete” nasıl bir serüven geçirdi Zilberman’daki yerini alana dek? Bir de bu sergi için ilk kişisel sergin “Ambivalans”ın devamı denilebilir mi?

Evet, önceki serginin devamı, çünkü egonun bozulumu uzun bir konu ve öznel gerçeklikten bir toplumun gerçekliğine uzanma meselesi sürekli yaşanan bir durum. Hakikat aslında farklı bir anlam taşır, bu da hakikatin ne olduğuna dair ekstra ve detaylı bir çalışma gerektiriyor, dolayısıyla tek bir sergide tamamlanabilecek bir konu değil gerçeklik meselesi. İlk sergim “Ambivalans”; gerçeklik, onun temsilleri ve onların bozulması, temsil karmaşası ya da krizi üzerinden giden bir çalışmaydı, o krizle karşılaşan sıradan vatandaş olarak bizlerin kafa karışıklığından besleniyordu sergi. İkircikli duygu ve düşüncelerimizin şizofreniye benzerliğiyle ilgiliydi; çünkü kafa karışıklığının içerisinde korku, tedirginlik, paranoya, gerçeklik algımızın değişmesi gibi duygular ve durumlar da var. Tüm bunları kendim de hissettiğim için bu kafa karışıklığının ne kadar çok şizofreniye benzediğini düşündüğümden “Ambivalans” gibi bir sergi açığa çıkmıştı. O sergiden sonra doğal olarak yeni bir yere varmak için çalışmaya başladım, 2015 Mayıs ayından bu yana dört beş ayrı proje denemesinin ardından “Ambivalans”ta ele aldığım gerçekliğin bozulumu konusundan, bilginin bozulumu konusuna geçtim ve “Kırmızı Reçete”yi bunun üzerine kurdum.

©Nazlı Erdemirel

Yıllar geçtikçe olayların seyri de değişiyor, “Ambivalans”tan bu yana ne değişti? Bilginin bozulumu fikri nedeniyle daha çok medyaya odaklandın, neydi seni en çok etkileyen?

Taze bir olay da olduğu için beni de en çok etkileyen olay; uzaylı istilası dışındaki tek eksiğimiz olan darbe girişimiydi. 15 Temmuz çok etkiledi. “Ambivalans”ta Gezi Olayları çok baskın bir konuydu.  Hissettiklerim vardı, Gezi’yle alakalı çok fazla bilgi ve veri vardı. Biz bir şekilde etraftan ve medyadan duyduklarımızla ona göre yargılar oluşturuyoruz, o dönemde ben İzmirli olarak Doğu’daki olayların nasıl meydana gelip ne şekilde aktarılabileceğini Gezi’de anladım, çünkü hepimizin içinde olduğu bir olayın haberde aksettirilişi arasındaki farkı görünce 90’lardan bu yana kimbilir neler olmuş, nasıl anlatılmıştır, diye düşünmeye başlıyorsun.

15 Temmuz akşamından bir ekran görüntüsünü, aktarma yöntemiyle hazırladığın bir işin var. Bu işten biraz bahseder misin? Bu arada 35 parçadan oluşan bir iş bu, 35 rakamının özel bir anlamı var mı, yoksa teknik bir tesadüf mü?

Hayır, özel bir anlamı yok sayının. Mekân boyutuyla ilgili; tuval boyutu ya da duvar değişse sayı değişirdi. Kullandığım standart bir yöntem olarak; yoğun bir boyamayla elde ettiğim resmi başka bir tuvale baskı yapıyorum, sürekli olarak bir tuvalden diğerine aktarılan boya yoğunluğunu yitirdikçe görsel giderek daha fazla bozuluyor. Tıpkı kulaktan kulağa yayılırken bozulan bilgi gibi. Çocukken oynadığımız kulaktan kulağa oyununu bilirsin, başlarken söylenen cümleyle son duyandan çıkan cümle arasında bazen dağlar kadar fark oluyor. Dolayısıyla 35 parçada tamamen bozulmuş, yarı mat bir görüntü ortaya çıkıyor. Bahsi geçen işte kullandığım görüntü ise 15 Temmuz bildirisinin ekranda okunduğu an.

Alpin Arda Bağcık -  Ritalin, 2017

“Kırmızı Reçete”de senin için en önemli iş hangisi?

Beni en çok zorlayan bu Metilfenidat işi. Teknik olarak çok zordu ve travma çok taze olduğu için yapıp yapmamakta çok kararsızdım, ama bu kafa karışıklığı işlerin temeli olduğu için yapmam gerektiğine karar verdim; çünkü 15 Temmuz tam bir muamma, ne devlet yetkililerinden net bir bilgi almak mümkün ne de medyanın verdiklerine inanmak. Net ve tek bir gerçeklik varsa da yansıyan tek bir gerçeklik yok. Kimisi bir kalkışma girişimi olduğu, kimisi de devlet kontrollü bir durum olduğuna dair iki ayrı bilginin uçlarında geziniyor. Biz de bunların arasında bozulmuş gerçeklikle yüz yüze kalan izleyiciler konumundayız. Bize yansıtılan neyse onu görüyoruz, gerçeğe haiz olma şansımız yok. Aslında 15 Temmuz çok yakın olmasına rağmen toplumu derinden etkileyen dönemlerden biri. Henüz etki ve sonuçlarını bilmiyoruz, ama 15 yıl sonrası için çok etkili bir an olabilir. Bu görüntülerin hepsi bir şeyler hatırlatıyor bize. İnsanların yakınlık kurabildiği işler, çünkü “evet o ana şahit oldum ben de” diyebiliyor herkes.

Evet 15 Temmuz gecesi, herkes nerede olduğunu hayatı boyunca hatırlayacaktır muhtemelen. Bir de dünyayı yöneten gizli güçler hakkında bir çalışman var, sen ne düşünüyorsun gizli güçler hakkında?

Çok enteresandır ki hiçbirimiz bu düşünceden kaçamıyoruz. Absürt olmasına rağmen olmadığını kanıtlayamıyoruz; “hayır canım saçmalama” diyemiyorsun biri dış mihraklar diye lafa girdiğinde. Kanıtın yok olmadığına dair, ama o da sana varlığını kesin kanıtla sunamıyor. Yanlışlanamayan bir durum var ortada. Bu konuda, üzerine bolca fikir beyan etmek için çok serbest bir alan. O nedenle fikirsel anlamda kolaycılığı temsil ediyor. Bu fikre karşı iki ayrı fikri çakıştırarak üretmek istedim. Bir yandan haber gibi gerçekliğe dayanan bir alanda bile manipüle edilerek hatalı, bozulmuş bilgilerle karşı karşıya kalıyoruz, bir yandan da tam tersi; bizim içerden ürettiğimiz, iç tepki olarak kurguladığımız, kendimizi rahatlatma ihtiyacına yönelik bir uydurma bilgi ağı var, çünkü bir şeye inanıp suçu oraya atmak, sorumluluk almamak en kolayı. “Bunu dış mihraklar yapıyor bizim bunda bir payımız yok, yapabilecek bir şeyimiz yok, sorumluluk almaya gerek yok” önceki sergide de bu fikir vardı; basiret bağlanması düşüncesi yani. Basirete bağlıyoruz olayı işin sonunda “basiretim bağlandı yapamadım, olmadı”… Suçu basirete atıp çıkıyoruz. Bu kavram da gerçeklik sonrası gerçekliğine çok uygun. Konfor için, vicdanımızı rahatlatmak için gizli güçler fikrine ihtiyaç duyuyoruz. Bu yüzden dünyayı yöneten gizli güçler düşüncesi inanabileceğimiz, aksini kanıtlayamayacağımız bir hakikat sonrası gerçeği olarak elimizin altında bize hizmet ediyor.

Hangi eserle hangi ilaç eşleşti? Prospektüs içeriğiyle işlerin bağlantısı var mı?

Aslında var. Dışarıdan gelen medya ve veri gibi konulara odaklı işler de kırmızı reçeteli. Hasta bağımlılığı düşük tutsun, doktor bunu verirken kısıtlı davransın diye uyutucu ilaçlar Sağlık Bakanlığı’nın kırımızı reçetesiyle yazılıyor. Yani medyanın ve devletlerin istediklerini kendi istedikleri dozda verebilecekleri bir hakimiyete sahip olmalarıyla ilgili biraz da. 35 parçalık 15 Temmuz işi Metilfenidat, Reina saldırganının olduğu iş Concerta, petrole bulanmış karabatağın olduğu çalışma ise Ritalin. Televizyon görüntüsü ya da telefon ekranından aldığımız görüntülerin kontrolsüz bir biçimde, filtresiz olarak alındığı çalışmalarda ise ilaç isimleri uyutucudan ziyade uyarıcı, zinde tutucu ilaçlar. Dolayısıyla dünyayı yöneten gizli güçlerle alakalı iki çalışma olan Zopiklon ve İmovane uyanık ve zinde kalmaya çalışan tarafı işaret ediyor. 2009’da otoportre olarak yaptığım Uyuyan Çocuk, her iki bilginin çatışmasının, yani içten ve dıştan gelen bilginin çatışmasının ortada birleşmesine tekabül ediyor. Bir yanda uyumak için direnen bir birey, bir tarafta onu uyarıcılarla uyutmamaya çalışan, dıştan gelen geniş bir veri bombardımanı var. Sonunda televizyon karşısında uyuyan bir çocuk var. Otoportre olan bu iş hâlâ güncelliğini koruyor.

Uyurken ekran karşısında zihnimiz verileri işlemeye devam eder, uyurken de bir yandan etraftan akan bilgi akışını istemesek de bir yerlerde depoluyor haldeyiz belki de… Peki, sence şizofrenik bir çağ mı bu?

Kesinlikle şizofrenik bir çağ olduğunu düşünüyorum, bu coğrafyanın insanları özellikle bu şizofreniyi çok uzun zamandır yaşıyorlar. Yüzünü batıya döndürmeye çalışan doğulu bir ülke olarak ne Orta Doğulu ülkeler tarafından doğulu görülüyoruz ne de Avrupalı ülkeler tarafından batılı olarak görülüyoruz. Dolayısıyla bu iki kutbun arasında kalmış bir coğrafyanın toplumuyuz. Modernizmin mutlak gerçeklik anlayışı çoktan aşıldı ve günümüzde bilgi akışının çok yoğun olarak aktığını görüyoruz, fakat bu yoğunluğun içerisinde bilginin gerçekliğini algılamamız zorlaşıyor. Tüm bunların sonucu olarak, gerçeklik algısını bulanıklaştıran ve buna paralel olarak korku ve paranoyayı tetikleyen çıkmazlarla karşı karşıya kalıyoruz. Yani şizofreni hastasının zihninde yaşadığı gerçeklik bunalımı, hastaya ne hissettiriyorsa bizler de bu hisleri yaşıyoruz.

Gerçeğin temsili, bilginin bozulup yayılması meselesine odaklanıyorsun. Bilinç uykusunda mıyız? Bu, aşırı bilgi ve görsel kirliliğinin getirdiği duyarsızlaşma, uyuşma haline dair ne düşünüyorsun? İşlerindeki konular, olayların kendisi mi bizi uyuşturup uyutan ilaçlar?

Tam olarak bilinç uykusunda olduğumuzu düşünmüyorum, biraz daha uykusuzluk hali gibi ne uyuyabiliyor ne de uyanık kalabiliyoruz. Bilgi ve imaj yoğunluğu içinden çıkılamayacak bir karmaşa halinde. İlaçlar bu noktada devreye giren etkenler. Dışarıdan gelen uyarıcı ilaçlara karşılık insanın kendisinin uyumayı tercih etmesi sonucunda aldığı uyku ilaçları, post-hakikat evresine geçtiğimizin temsili. Artık bilincin karşısında duygular daha yoğun.

Sanat; hakikati mi, post-hakikati mi sunmalı ya da sence böyle bir amacı olmalı mı?

Sanatın sunması gereken bir sorumluluğu olduğunu düşünmüyorum, sanatın dünyayı kurtarabilecek bir gücü olmadığı da aşikâr. Sanat sunmalı ya da sunmamalı, insanlığın daha fazla gerçeğe ihtiyacı var.

“Kırmızı Reçete”, 30 Aralık tarihine dek Zilberman Gallery-İstanbul’da görülebilecek.

0
6747
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage