Sizden öncelikle konuştuğum herkese sorduğum sanat eleştirisinin son yıllardaki işlevi, eleştirmen rolünün dönüşümü konusunda fikirlerinizi almak istiyorum. Daha önce konuştuğum yazarlar gibi siz de 1990'lı yıllarda yazmaya başladınız. Kendi deneyiminizden bakarsanız o zamandan bugüne nasıl bir değişim oldu sanat yazarı rolünde? Bu sizin deneyiminizi, konumunuzu nasıl etkiledi? ya da etkiledi mi?
Türkiye sanat ortamında eleştirmenliğin geçmişte de günümüzde de yeşeremediği kanısındayım; toplumsal yapımız, zihniyetimiz eleştiriyi dışlıyor bir kere, sanat ortamına da sirayet etmiş olan ‘beni ya öv ya da öl’ beklentisi, o kompleksli tahammülsüzlük, tanıtım yazarlığının ötesini pek kaldırmıyor. Ben sanat yazarlığı yaptığım süre içinde ne zaman olumsuz bir şey yazdıysam karşılığında mutlaka ya sanatçılardan hakaret mektubu, ya galerinin/kurumun üst düzey yetkilisinin azarlayan telefonları ya da çeşitli aracılarla çirkin dedikodular ve benzeri davranışlarla karşılaştım! Memleketim sanat dünyasından insan manzaraları… Günümüzde kurumların çoğalması, büyük sponsorlu etkinliklerin yapılması, galerilerin satışa öncelik vermesi ve piyasanın ön plana çıkmasıyla tanıtıma, reklama duyulan yoğun ihtiyaç yazarlık biçimlerini de belirliyor gibi. Son yıllarda çağdaş sanatın bir halkla ilişkiler ağı içinde ticari kaygılarla fetiş haline getirilişini gözlemliyorum. Kendi deneyimime nasıl yansıdı bu, gündelik yazı yazma arzumu azalttı diyebilirim.
Sanat yazarı kendine atfedilen bu yeni rolü kabul etmek zorunda mı? Reddedemez mi?
Sanat yazarı bir rolü üstlenmiş gibi bir genelleme yapmak yanlış olur bence. Ayrıca koşulların reddi ya da kabulü üzerinden bir tür romantik devrimci eleştirmen tiplemesi yaratmaya da gerek yok. Bunlar kişisel, içsel hesaplaşmalar, yüzleşmeler. Türkiye’de şu anda sanat yazarlarının yazı yazabileceği ortamları, genellikle kurumlar ve galeriler sağlıyor (kataloglar, şirket destekli dergiler, gazeteler, vs.), reel durum bu. Daha bağımsız, daha eleştirel tavırları kamusal alanlar olarak gazeteler destekleyebilirdi ama onlar da genel olarak tanıtıcı basın bültenlerinden veya onlardan farksız metinlerden memnun görünüyorlar.
Yayıncılıktaki piyasa endeksli bu bakışın, iyi sanat/kötü sanatı da tanımladığını görüyoruz. Bunun bir örneği 2013'te Baselitz'in kadın ressamların piyasa testini geçememelerinin, başarısızlığın ispatı olarak sunduğu beyanında görülüyor. Burada piyasa dayanak alınıyor; ve bir erkek sanatçı, kadın sanatçıları piyasa değeri üzerinden değerlendiriyor. Bu yaklaşım konusunda ne düşünüyorsunuz?
Son derece ayrımcı ve egosantrik bir bakış olduğunu düşünüyorum. Maalesef piyasa başarısı yakalamış pek çok sanatçıda böyle bir yaklaşım görülebiliyor. Bu büyüklenme halinin bazen bir tür aşağılık kompleksinden kaynaklandığı hissine kapılıyorum. Çünkü piyasa başarısı yakalamış son derece kötü o kadar çok sanatçı da var ki! Bu arada Baselitz kuşağının ‘büyük erkek sanatçıları’nda sık sık rastladığımız bir söylem bu. Bu kafa yapısı, iyi kadın sanatçıyı da hemen eril olarak kodlar, tıpkı Hans Hofmann’ın Lee Krasner’i överken, ‘resimleri o kadar iyi ki bir kadın tarafından yapıldığını anlamazsınız’ demesi gibi.
Bunu da aslında diğer yazılarınıza, kitaplarınıza baktığımda dikkatimi çeken, fikrinizi almak istediğim ikinci bir konuya, son günlerde ülke gündemine de oturan feminizme bağlamak istiyorum. Kadın sanatçılara odaklanan hem sergi hem de kitaplarınız var. Sanat dünyasında kadının hâlâ öteki olduğundan bahsediyorsunuz. Bu konuya Türkiye çağdaş sanatı bağlamında baktığınızda ne görüyorsunuz?
Türkiye’de hayatın her alanında, siyasette, gündelik hayatta, kültürde, sanatta, her yerde feminist bakış açısının yaygınlaşması bir aciliyet bence, erkeklerin de kadınların da içselleştirdikleri erkek egemen yapıyı kendi zihinlerinde, davranışlarında bozguna uğratmaları gerek. Resmen kadın kıyımı yaşanıyor bu ülkede, istatistiklere bakın daha ötesi var mı? Sanat dünyasına gelince, aslında hiçbir ayrımcılık yokmuş gibi görünebilir, üstelik ülkemizde kadın sanatçılar da genellikle hiç şikayetçi değillerdir. Halbuki sergilerde veya yayınlarda kadınların temsiliyet oranlarına, tarihselleşme süreçlerine ve biçimlerine baktığınızda bambaşka bir görüntü ortaya çıkar. Ayrıca kadın olarak bu kadar cinsiyetçi bir toplumda yaşarken, toplumsal meselelere dair mesajlar içeren yapıtlar üretirken, ülkede bir erkek sorunu yokmuş gibi yapılabilir mi? Ben feminist bir tavrın neden bu kadar az olduğuna şaşırıyorum hem erkeklerin, hem kadınların güncel üretimine baktığımda.
Sanat yazarı bunu kırmak için bir şey yapabilir mi? Mesela ben sadece kadın sanatçılara ayrılan bir dosya yapmayı önermiştim bir dergiye, ancak ilgi çekmedi. Neden ilgi çekmiyor dersiniz?
Çünkü feminizm artık bir sanatsal trend olarak modası geçmiş görülüyor. O günler 1960’larda, 70’lerde kaldı gibi bakılıyor. Sanatçı kadınların pek çoğu da kadın kimliğinden önce sanatçı kimliğiyle varolmayı tercih ediyor. Bu yalnızca Türkiye’ye özgü bir durum değil. Parkett dergisine Tracey Emin’i feminist açıdan değerlendiren, feminist olarak konumlayan bir yazının, Emin’in itirazıyla karşılaşıp yayımlanmaması gibi. Ama 2000’li yıllarda çok sayıda feminist sergi ve etkinlik de yapıldı dünyada. Bunların belki bu kez de nostaljik tarih ve arşiv merakının sanatsal trend haline gelmesiyle ilgisi vardı ama sonuçta genç kuşaklar için önem taşıyor bu tür etkinlikler.
Kadın sanatçıları araştırırken de zorluklarla karşılaşmış olmalısınız, kaynak vb konusunda. Bunlardan da bahseder misiniz?
Türkiye’de kaynak sıkıntısı -erkek ya da kadın sanatçı fark etmiyor- genel olarak çok büyük sorun. Bu sorunun üzerinden son derece sebatlı araştırmacılar gelebilir ancak! Sanatçılar da kendi arşivleri konusunda pek hassas değil, hatta ne ilginç ki yapıtlara tarih bile atılmayan bir anlayış hakim bir dönem! Araştırma yapmak isteyenlerin işi zor gerçekten. Bence bu tür sorunlar, sanat ortamındaki kurumsal yapıların araştırmaya dayanan çalışmaları daha çok desteklemesiyle bir ölçüde giderilebilir. Eğitim kurumlarına ve müzelere çok büyük iş düşüyor. Verilerine yeterince sahip olmadığımız yakın dönem sanat tarihimiz, olabildiğince çok monografik yayın ve retrospektif sergiye ihtiyaç duyuyor. Ancak o zaman belli dönemlerde belli iktidar odaklarının ürettiği tarihin ötesini görmek, değerlendirmek mümkün olabilir. Kadın ya da erkek sanatçılarla ilgili değerlendirmelerimiz de dahil… Ben bilinçli olarak kadın sanatçılara yönelmeye başladım çünkü baktım ki birkaç ön plana çıkarılan isim hariç, genellikle ilgisizlik var. Tarihsel birtakım figürlerin bile daha görünür hale gelmesinde bir tıkanıklık var. Son 10-15 yılda kadın sanatçılarla erkek sanatçıların retrospektif sergi sayılarına bakarsınız bu görünüyor. Kadınlara hep ‘sıra gelmesi’ gerekiyor. Ben bu sıraların neye göre yapıldığını yeterince konuşmadığımız kanaatindeyim.
Siz gazetecilikten geliyorsunuz. Yazılarınızda da sıkça sanat tarihine referans veriyorsunuz. Ayşegül Sönmez ile konuştuğumda gazetecinin gündelik olandan söz ürettiğini, sanat tarihçinin ise konsensüsü olmuş olandan hareket ettiğini söylemişti. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Sanat tarihçisinin mutlaka konsensüse varılmış olandan hareket ettiğini düşünmüyorum. Sanat tarihçisi, araştırma yaparak, yeni verilerin ışığında konsensüsü sorgulayan bir kimliğe de bürünebilir. Ayrıca yeni, farklı teorik bakış açılarıyla kabullenilmiş olanı yeniden düşünmeye bir kapı açabilir. Örneğin feminist sanat tarihinin, 1970'li yıllardan itibaren böyle bir yol açtığını, cinsiyet ayrımcı bakış açılarıyla varılmış konsensüsleri bozduğunu düşünüyorum.
Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Teşekkür ederim, iyi çalışmalar dilerim.