15 MART, CUMA, 2013

TRANSMEDIALE

BWPWAP Transmediale 2013'ün ana başlığıydı. Transmediale, 2000'lerin başında en önemli medya sanatı etkinliklerinden biriyken, bu konumunu zamanla yitirdi. Etkinliğin ''sanat, kültür ve teknoloji arasında yeni bağlantılar'' oluşturma hedefine rağmen, günümüz sanatının trans-disipliner yapısından uzak ve belirli bir çevrede kısıtlı kalmış olması bunun sebeplerinden.

TRANSMEDIALE

Transmediale bu yapısı ile de birçok güncel sanat üreticisi ve izleyicisinin ilgisini gitgide kaybetti. Öte yandan, aynı kulvarda etkin olan Ars Electronica festivali, benzer bir bakış açısına sahip olmasına ve Berlin gibi bir merkezde olmamasına rağmen, muhtemelen aldığı fonların da etkisi ile biraz daha hatırı sayılır bir etkinlik olarak varlığını sürdürüyor. Hatta bu yapısıyla, Ars Electronica, kavramsal alt yapısını güçlendirmek yerine, teknolojiyle nelerin yapılabildiğinin bir gösteri halinde sergilendiği bir sanat-teknoloji fuarı gibi işliyor. Transmediale'nin ise daha mütevazi ve masum bir yapılaşma içinde olduğunu söyleyebiliriz. Ancak Ars Electronica da, Transmediale gibi, aynı kapalı çevre içinde kısıtlı kalmaktan ötürü küçülen bir yapıya sahip. Her ikisi de daha çok birer “geek” etkinliği.

Öte yandan her iki etkinlik de, göreceli olarak sönük geçen sergilerinin yanı sıra, geniş çaplı birer sempozyum sunuyorlar. Bu anlamda Ars Electronica, sergide sunduğu teknolojik gösterişliliği sempozyuma taşırken Transmediale, politik donanımı ile medya teknolojileri çerçevesinde güncel politikalara odaklanıyor. Beni her yıl Transmediale’ye çeken ise, bu sempozyumun kendisi. Etkinliğin git gide daha dinamik bölümünü oluşturan Club Transmediale’nin  elektronik müzik konserleri ise zayıflayan sergi ile en büyük kontrastı oluşturuyor. Sergiyi bu derece zayıf kılan bir diğer nokta da etkinliğin gerçekleştirildiği HKW adlı binanın sergilemeye hiç uygun olmayan fuar mekânı tarzı yapısı. Geçtiğimiz yıl, bununla baş edebilmek için olsa gerek, sergi mekânı tamamen kapatılıp karartılarak bir kara kutuya çevrilmişti. Yine de sergiyi gördüğünüzde “bu kadar mı?” sorusunu sormaya engel olamadı. “Bunun için mi geldim buraya?” Ve yanıtı Transmediale veriyordu, “Hayır, bir de konferans, performanslar, atölye çalışmaları, film gösterimleri ve Club Transmediale var!” Yani, “evet, maalesef sergi bu kadar!”


BWPWAP, hızla telaffuz edilmeye çalışıldığında, lafı ağzına tıkılmış, söyleyeceklerini söyleyememiş birinin çıkarabileceği bir sese benziyor. Oysa başlık, “Back When Pluto Was a Planet” (Bir Zamanlar Pluton Bir Gezegenken) cümlesinin tipik internet dilindeki kısaltılması ile üretilmiş. Bu doğrudan bir nostaljik bir bakış açısını çağrıştırsa da, BWPWAP tam da bu nostaljik bakış açısı ile oluşturulan anakronizm ile ilgileniyor. 2006 yılına kadar Plüton, resmi kaynaklarda güneş sistemindeki bir gezegen olarak anılmaktaydı. Sanat direktörü Kristoffer Gansing’in anlatımına göre BWPWAP ifadesi ile “Transmediale 13 zaman ve mekan içinde bir yolculuk yaparak çağdaş medya kültüründe oluşan krizlerin yarattığı kargaşaya yol açan anlarla” ilgileniyor. Geçmişe nostaljik bir biçimde bakılmıyorsa da, kurgulama ironik bir şekilde insan hatalarına romantik bir bakış ile sunuluyor. Konu, bir zamanlar Plüton bir gezegendi şeklinde ele alındığında, bir yandan Plüton’un artık gezegen olmadığı, ama bizler çocukken onu en küçük gezegen olarak ne kadar çok sevdiğimiz, onu yeniden bir gezegen olarak görmek istediğimiz gibi ironik ve çarpık bir anlama gönderme yaparken, diğer yandan da Nietzsche’nin “tanrı öldü” derken, aslında tanrının hiç var olmadığı fikrini, tanrıya inanışın nostaljik kurgusu üzerinden ortaya koyuşunu hatırlatıyor. Eğer insan her şeyi doğru anlamış ve algılamış olsaydı, bilim ve kültür tarihi şu ankinden epeyce farklı olurdu. Transmediale 2013, geçmişin ortaya çıkmış yanılsamaları üzerinden bugünün olası yanılsamalarını sorguluyor. BWPWAP, çok uzak geçmişe değil, teknolojinin yakın tarihine ve onun içindeki defolara bakıyor. Facebook’u sadece üniversite öğrencilerinin kullandığı, cep telefonlarının “aptal” olduğu (çünkü artık “smart” telefonlarımız var), Twitter’ın henüz olmadığı ve You Tube’un sadece birer Web 2.0 Start-up olduğu, erken 2000’ler dönemine. (Bu özet tarih aktarım şekli aklıma Fikret Kızılok’un ünlü “Süleyman Hep Başbakan'' şarkısını getiriyor, ardından da bahsedilen tarihlerden bu yana başbakanımızın hep aynı olduğu gerçeğini!)

Festivalin tüm etkinlikleri dört ana bölüm altında hazırlanmış: Kullanıcılar (Users), İletişim Ağları (Networks), Kâğıt (Paper), ve Arzu (Desire) ve bu bölümler tüm festival etkinliklerine yayılmış ve kırmızı mavi, yeşil ve mor renklerle bu bölümler programlarda ve diğer basılı malzemelerde vurgulanmış. Son yıllarda sıkça başvurulan ve 2009 Lyon Bienali’nde Hou Hanrou tarafından da etkin bir şekilde kullanılmış olan bu sergileme yöntemi ve enformasyon tasarımı, bu geniş çaplı etkinlikte de işlevsel ve kolaylaştırıcı bir rol oynadığını söyleyebiliriz. “Kullanıcı” terimi ile sibernetik dünyada gerçekten “kullanıcı” olup olmadığımız, yani etkileşimdeki rolümüzün ne kadar aktif ve etken olduğu konusu sorgulanıyor: “İlgilendiğimiz, kullanıcının kültürel pozisyonunun bugün ve geçmişte ne olduğu, ve bu bilgiyi kullanıcıyı yeniden tanımlamada nasıl kullanabileceğimiz konusu” şeklinde açıklıyor Gansing. İletişim Ağları ise Pluton’un bir zamanlar gezegen olmuş olması gibi doğru varsayılmış bir fantezi üzerinden inceleniyor: “Ne zaman sosyal iletişim ağları günlük hayatımızda bu kadar yaygın bir hal alarak arkadaşlık ve bağlantı kuruş biçimlerimizi bu kadar etkilemeye başladı?” Bu bölümün sorduğu daha önemli ve düşündürücü olan soru ise şu: “Eğer, dayanışma (co-operation), paylaşım (sharing) ve ağ iletişimi (networking), Web 2.0’ın mottoları olduysa, bu iletişim ağları dahilinde çalışan sanatçı ve aktivistlerin eleştirel tepkisi neydi?”

Kâğıt bölümü yeni bir kısaltma ile karşımıza çıkıyor: BWTGGWAG: Back When The Gutenberg Galaxy Was A Galaxy. (Bir Zamanlar Gutenberg Galaksisi Bir Galaksi İken). Bu bölüm, post-dijital dönemde ve iletişim ağları içinde evirilen dünyamızın, edebi kültür tanımını artık basılı malzeme üzerinden yapmadığı bir dönemde kâğıda, yani basılı malzemeye yeniden bir bakış sunuyor ve kâğıdı bir milat olarak alıp, yeni DIY (Do It Yourself) bilgi paylaşım formlarının post-dijital baskı kültürleri içindeki yerine ve bu vesile ile baskının sosyo-kültürel tarihine bir bakış sunuyor. Örneğin bir bölümünde monitörlerle, vurarak, dokunarak, alt-üst ederek, çevirerek veya çeşitli şekillerde iletişim kurduğunuzda serginin basılı malzeme bölümünde sıradan A4 kâğıtlara ya da önünüzde açılmış çok cazip bir şekilde bekleyen kitaplara dokunmaya kalktığınızda görevliler gelip sizi uyarıyor. Değeri her gün daha fazla düşen dijital medya ile kutsal basılı malzemenin asaleti arasındaki ironi ile karşılaşmamız kasıtlı mı, burası muallakta bırakılıyor. 

Son bölüm olan Arzu ise “arada kalan zaman” olarak tanımlanıyor ve bu bölüm, arzu üzerinden kimliklerin ve öznelliklerin yeniden kurgulanması olanağı ile ilgileniyor: krizlerin merkezinde kalan queer sanatçıları, seks aktivistlerini, porno teorisyen ve uygulayıcılarını çıkış noktası olarak alıyor, cinsel ihtilaflara, güç dengelerinin cinsellik üzerinden nasıl yer değiştirdiğine, “çevrimiçi” porno ve diğer beden teknolojilerinin cinsel arzularımızı nasıl yeniden yapılandırdığına dikkat çekiyor.

Tüm bu bölümler, sergi, performanslar, atölye çalışmaları, video gösterimleri ve konferanslar bütünü içinde çeşitli formlarda karşımıza çıkıyor ve Transmediale 2013’ün iskeletini oluşturuyor.

Video gösterim programı için yapılan seçkiler oldukça etkileyici: Aptal Ekonomi adlı seçki, tutarlı bir biçimde eklemlenen kısa filmlerle ekonominin işleyişini tüm aptallığıyla ve olabildiğince zekice sergiliyor. Jesse Drew’in 1995 yılında yapmış olduğu Manifestoon, Walt Disney animasyonlarından alınan görüntülerden derlenmiş olan 9 dakikalık bir film. Filmde işçinin, yoksulun ezilişine, hor görülüşüne ve hayatın gerçeklerine dair sahneler izlerken, bir yandan tüm bu sahnelerin ünlü Walt Disney animasyonları içinden bulunmuş olmasına şaşırıyor, bir yandan da yapılan kurgunun, arka sesten duyduğumuz Marks’ın Kapital’inden alınan ve film boyunca okunarak aktarılan metni birebir resmettiğini görüyoruz. Andrew Norman Wilson’un 2011 yılında yapmış olduğu Workers Leaving the Googleplex (İşçilerin Googleplex’ten Ayrılışı) başlıklı 11 dakikalık film, sanatçının bir zamanlar çalışmış olduğu ve yaptığı film çalışmasından ötürü işine son verilen Google bina kompleksinde çekilmiş. Film, Google’ın, diğer çalışanlarla hiç karşılaşmayan, erkenden gelip diğerleri gelmeden hızla çalışma alanından ayrılan, görünmez bir grup olan, sahip oldukları kokartlarda bile belirlenmiş hiçbir gruba dahil olmayan, analog malzemelerin dijitalleştirilmesi gibi angarya işlerin yaptırıldığı alt sınıftan, daha çok siyahi ırktan ve etnik gruplardan çoğu kadın işçileri gösteriyor. 

Son bölüm olan Arzu ise “arada kalan zaman” olarak tanımlanıyor ve bu bölüm, arzu üzerinden kimliklerin ve öznelliklerin yeniden kurgulanması olanağı ile ilgileniyor: krizlerin merkezinde kalan queer sanatçıları, seks aktivistlerini, porno teorisyen ve uygulayıcılarını çıkış noktası olarak alıyor, cinsel ihtilaflara, güç dengelerinin cinsellik üzerinden nasıl yer değiştirdiğine, “çevrimiçi” porno ve diğer beden teknolojilerinin cinsel arzularımızı nasıl yeniden yapılandırdığına dikkat çekiyor.

Tüm bu bölümler, sergi, performanslar, atölye çalışmaları, video gösterimleri ve konferanslar bütünü içinde çeşitli formlarda karşımıza çıkıyor ve Transmediale 2013’ün iskeletini oluşturuyor.

Video gösterim programı için yapılan seçkiler oldukça etkileyici: Aptal Ekonomi adlı seçki, tutarlı bir biçimde eklemlenen kısa filmlerle ekonominin işleyişini tüm aptallığıyla ve olabildiğince zekice sergiliyor. Jesse Drew’in 1995 yılında yapmış olduğu Manifestoon, Walt Disney animasyonlarından alınan görüntülerden derlenmiş olan 9 dakikalık bir film. Filmde işçinin, yoksulun ezilişine, hor görülüşüne ve hayatın gerçeklerine dair sahneler izlerken, bir yandan tüm bu sahnelerin ünlü Walt Disney animasyonları içinden bulunmuş olmasına şaşırıyor, bir yandan da yapılan kurgunun, arka sesten duyduğumuz Marks’ın Kapital’inden alınan ve film boyunca okunarak aktarılan metni birebir resmettiğini görüyoruz. Andrew Norman Wilson’un 2011 yılında yapmış olduğu Workers Leaving the Googleplex (İşçilerin Googleplex’ten Ayrılışı) başlıklı 11 dakikalık film, sanatçının bir zamanlar çalışmış olduğu ve yaptığı film çalışmasından ötürü işine son verilen Google bina kompleksinde çekilmiş. Film, Google’ın, diğer çalışanlarla hiç karşılaşmayan, erkenden gelip diğerleri gelmeden hızla çalışma alanından ayrılan, görünmez bir grup olan, sahip oldukları kokartlarda bile belirlenmiş hiçbir gruba dahil olmayan, analog malzemelerin dijitalleştirilmesi gibi angarya işlerin yaptırıldığı alt sınıftan, daha çok siyahi ırktan ve etnik gruplardan çoğu kadın işçileri gösteriyor. 

Son bölüm olan Arzu ise “arada kalan zaman” olarak tanımlanıyor ve bu bölüm, arzu üzerinden kimliklerin ve öznelliklerin yeniden kurgulanması olanağı ile ilgileniyor: krizlerin merkezinde kalan queer sanatçıları, seks aktivistlerini, porno teorisyen ve uygulayıcılarını çıkış noktası olarak alıyor, cinsel ihtilaflara, güç dengelerinin cinsellik üzerinden nasıl yer değiştirdiğine, “çevrimiçi” porno ve diğer beden teknolojilerinin cinsel arzularımızı nasıl yeniden yapılandırdığına dikkat çekiyor.

Tüm bu bölümler, sergi, performanslar, atölye çalışmaları, video gösterimleri ve konferanslar bütünü içinde çeşitli formlarda karşımıza çıkıyor ve Transmediale 2013’ün iskeletini oluşturuyor.

Video gösterim programı için yapılan seçkiler oldukça etkileyici: Aptal Ekonomi adlı seçki, tutarlı bir biçimde eklemlenen kısa filmlerle ekonominin işleyişini tüm aptallığıyla ve olabildiğince zekice sergiliyor. Jesse Drew’in 1995 yılında yapmış olduğu Manifestoon, Walt Disney animasyonlarından alınan görüntülerden derlenmiş olan 9 dakikalık bir film. Filmde işçinin, yoksulun ezilişine, hor görülüşüne ve hayatın gerçeklerine dair sahneler izlerken, bir yandan tüm bu sahnelerin ünlü Walt Disney animasyonları içinden bulunmuş olmasına şaşırıyor, bir yandan da yapılan kurgunun, arka sesten duyduğumuz Marks’ın Kapital’inden alınan ve film boyunca okunarak aktarılan metni birebir resmettiğini görüyoruz. Andrew Norman Wilson’un 2011 yılında yapmış olduğu Workers Leaving the Googleplex (İşçilerin Googleplex’ten Ayrılışı) başlıklı 11 dakikalık film, sanatçının bir zamanlar çalışmış olduğu ve yaptığı film çalışmasından ötürü işine son verilen Google bina kompleksinde çekilmiş. Film, Google’ın, diğer çalışanlarla hiç karşılaşmayan, erkenden gelip diğerleri gelmeden hızla çalışma alanından ayrılan, görünmez bir grup olan, sahip oldukları kokartlarda bile belirlenmiş hiçbir gruba dahil olmayan, analog malzemelerin dijitalleştirilmesi gibi angarya işlerin yaptırıldığı alt sınıftan, daha çok siyahi ırktan ve etnik gruplardan çoğu kadın işçileri gösteriyor. 

0
4948
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage