Beyza Boynudelik ile bugünün dünyasından hareketle ve interdisipliner bir tavırla yabancı olmak, gözetlenme/gözetleme, iletişim ve temas meselelerini ele aldığı eserlerinden oluşan yeni sergisi “merhaba yabancı!” üzerine konuştuk.
21 Kasım 2020 tarihine kadar Büyükdere35’in yeni adresinde görülebilen “merhaba yabancı!” kentli bireyin, bugünün dünyasında kendisiyle, “öteki”yle ve doğayla kurduğu ilişkilere dair kurgusal bir evren yaratıyor.
Sevgili Beyza, birkaç yıldır çalışmalarınızı ilgi ve hayranlıkla takip ediyorum ve sanatçı konuşmaları ve sergilerde sizinle birlikte çalışma şansı buldum. Bugün, Büyükdere35'deki güncel kişisel serginiz hakkında konuşmak istiyorum. Serginin biçimsel ve kavramsal çerçevesinden bahsedebilir misiniz?
Senin de bildiğin gibi, bugünün dünyasında “öteki”ni sosyal medya üzerinden, ekranların ardından izleyen, sosyolojik maskeleriyle beraber, kendine idealize ettiğine yakın avatarlar üreten ve kendini, etrafından, samimiyetten ve doğadan soyutlayan kentli bireyle uğraşıyorum.Bir de kurguladığım bu temsili figürlerin hep aradıkları, ait olmaya çalıştıkları olası “habitat”ları var. İşlerim, bu kentli bireyin günlük rutinleri, ilkel id üzerinden hayat algısı, fauna ve flora ile ilişkisi, gözetleme/ gözetlenme ile beraber güncel hayata edilgen şekilde dâhil oluşu ile temas üzerinden şekilleniyor. İşlerde eş zamanlı var etmeye soyunduğum “geçmiş” ve “gelecek” algısı ise, “fazlasıyla tanıdık olan” ile “bilinmeyenin” çelişkisi, “doğal olan” ve “yapay olan”ın, “gerçek olan” ve “kurgusal olan”ın ilişkisi gibi bir takım karşıtlıkları da ele almama olanak veriyor.
Öyleyse, modern kent sakini şu anki çalışmalarınızda nasıl bir rol oynuyor?
Aslında dünyanın bu kaotik ve hızlı çağında, bu kentli bireyin hem kendi başına olan hâline, hem de toplum içindeki varlığına vepsikolojisine odaklanmaya çalışıyorum diyebilirim. Sosyal mecralarda çokça iletişimli ancak tüm bu kalabalıklar içinde yalnız olan, kendini, yarattığı ideal kimliği üzerinden tanımlayan bu bireyin deneyimlerini, kısacık anlar ve aklından geçen düşünceler üzerinden hikâyeleştirmek niyetindeyim. Kendi ile ilişkisinden başlayarak, temas, samimiyet, kendine dürüst olmak, gerçeklik algısı, doğa bilinci, farkındalık gibi başlıklarla bir çözümleme yapmanın peşindeyim. Var olan en eski canlı türlerini bile tanıyamayacak kadar yabancı, yaşanan en büyük felaketleri dahi anında unutacak kadar kısa hafızalı ve “öteki”nin deneyimini anlamayacak kadar apatik olan bu dönemin bireyinin karşısına, sanırım hem doğa ile hem de kendi doğasıyla yeniden iletişime geçen bir birey koymaya çalışıyorum. Bugünün dünyasına ve değişen şartlara adapte olurken, fauna ve florayla yeniden teması sağlamaya çalışan bu birey, belki de samimiyetle kendine ulaşacak.
Mevcut durumumuz serginin kavramsal çerçevesini nasıl etkiliyor?
Bu dönemin gerçeği hâline gelen gözetleme ve gözetlenme olguları, temas meselesi ile beraber serginin kavramsal altyapısını oluşturuyor. Çünkü ironik bir şekilde temas, artık ancak bir arayüzün öte tarafından “öteki”ni gözlemekten geçiyor. Sergide kullandığım kapı dürbünleri, bu arayüz için temsili bir malzeme. Temas kavramını tamamlayanlar ise yabancı olma hâli ve muğlak iletişim. Sonuç olarak tek başına da olsa “yabancı”, tanıklıklar üzerinden “temas”ı yeniden tanımlarken, her şeye ve herkese ne kadar yabancı kalabilmektedir ki?
Serginizde “Yabancı” terimini nasıl tanımlıyorsunuz ve bu kavram serginizde nasıl bir rol oynuyor?
Aslında bu temsili “Yabancı”, bu sergideki işlerimde ve hayat algımda çok ayrı noktalara işaret ediyor. Hem ait olduğu topluma çeşitli sebeplerle yabancı kalmak, hem doğa ile temasında kesinti olmuş kent insanının hâli, hem hepimizin fazlasıyla yoğun ama yüzeysel kalan iletişimleri, hem de bu çağın baş döndüren hızdaki gündemiyle başa çıkmaya çalışıp, bu esnada kendine bile yabancı hâle gelen, samimiyeti ve niyetleri sorgulanası bireyi, hepsi benim için işlerimde yer alan figürler ve duyguları. Yeniden tanımaya/tanışmaya çalıştıkları flora, fauna ve kendileri, büyük kaçışlarla yeni habitat bulma istekleri, onlara tasarladığım kimi zaman fütüristik kostümleriyle kendilerini tanımlama, anlama ve anlatma çabaları ile aslında sadece samimiyet ve gerçeklik arayan naif hâlleri, sergideki “yabancı”nın küçük bir özeti. Hem kendini hem de “öteki”ni imleyen hâliyle yabancı, merhaba diyerek tekrar iletişime geçmeye çalışıyor aslında.
İzleme ve izlenme kavramları, ultra röntgenciliğin yeni bir biçimini ifade ediyor gibi görünüyor.
Bu çağı tanımlayan, bence bu gönüllü mahremiyet ihlalleri. Sosyal medya ve tüm kitle iletişim araçları ile dünya küçüldü ve her bilgiye çok kolay ulaşır olduk, buna dâhil olan kişisel deneyimler ve mahrem alanlar ise, en popüler kısım hâline geldi. Artık herkes, bir diğerinin bir arayüz uzağında. Tüm ünlüler ve ünlü olmayanlar, bir ekran ve bir- iki mesaj uzakta. Bu tanınırlığı ve popülariteyi arttırsa da, günün sonunda ya o izin verilen mahrem alanın sınırlarının zorlanması ya da bu şekilde izlenmeye razıyken şablon tavırlar sergileme, “mış” gibi davranma, gerçekliğin, samimiyetin kaybı ile kendi gerçekliğini de kaybetme gibi sonuçlar ortaya çıkıyor. Verilen tepkilerin bile hep onaylanır tepkiler olmasından tut, birbirine benzeyen binlerce imge arasından görünür olmak için türlü saçmalıklarla yolunu kaybetmeye kadar giden tavır, bu beğenilme, öne çıkma isteklerinin sonucu olarak gönüllü gözetlenmeye hizmet ediyor. Kendini takipçi sayısı ve beğeni çokluğu üzerinden tanımlayan birey, gerçek hayatla yüzleştiğinde ciddi bir boşlukla karşılaşıyor. Sanırım bunu dozunda ve yapıcı kullanmak, çok az bireyin başarabildiği bir durum.
Sergide yer alan işlerinizden bahselim.
Sergiyi kurgularken disiplinlerarası bir yol seçmek istedim. Kağıt işlerle, tuvalle, ışıkla, üç boyutlu işlerle, videoyla ve hazır malzemeyle söylemeye çalıştığım söz, aynı hayatın kendisi gibi, birden fazla seçenekle ve çoklu anlatımla, biraz daha vurgulayabileceğimi düşündüğüm bir hâle geliyor. Kaidelerinin üzerinde kendi karanlık odalarına / kendi “yerküre”lerine yerleştirdiğim figürler ise, süreçlerinin bir kısmına, hayatlarının bir anına tanık olabildiğimiz figürler. Bu figürler de, aynı kağıt işlerdeki figürler gibi, serginin tarihsel başlangıç noktası olan tuval iş “Yeni Bir Tür Keşfettim” ile doğrudan alakalı. Gerçek hayvanlara ve doğaya temas etmeye çalışan figürler, yavaştan kaotik bir yapıyla sahip olma, sevme, sarılma, koruma gibi başlıklarla benim günlük rutin olarak adlandırdığım bir seriye dâhil oldular. Son noktada sahte olanla da temas ediyorlar- ki bu da tam olarak bugün yaşadığımız pek çok konuyla ilintili. Her bir iş, başka bir noktasından yabancı kavramıyla ilişkileniyor.
Figüratif resimleriniz ve kağıt üzerindeki çalışmalarınız üzerine de konuşmak isterim. Bu işleriniz ne hakkında?
Sanat eğitimimin başından beri- ve sanatsal pratiğimde de hem figür ve çevresi üzerinden yola devam ettim. Bu uzun süreç içinde işlerimde zaman zaman ekspresif ve neredeyse soyutlamaya giden bir yapı kursam da günün sonunda arka planların daha sembolik – bazen grafik ögeler içeren, yine soyuta yakın ancak figürlerin daha tanımlı hâle geldiği bir kompozisyon anlayışına ulaştım. Bu tanımlı figürler, anonim ve ortak bilince dair bir görüntüdeler, aslında benim için kendimi, ötekini ve olası herkesi temsil ediyorlar. Maskelerinin, kostümlerinin, veya onları ne tanımlıyorsa onların altında, aslında farkında olmaya, doğayla ve “öteki” ile yeniden teması sağlamaya çalışıyorlar. Günümüz yaşantısı içinde samimi olmaya, kendi ikilemlerini aşmaya ve gerçek olana ulaşmaya çalışıyorlar. Bazıları maske ve eldivenleri artık çıkartmış durumda. Çoğunlukla bu figürleri en az 4-5 kişinin görsel ve duygusal bir kolajını yaparak oluşturuyorum. Görüntüdeki net algılanmayan, tam olarak tanımı yapılamayan durum bu yüzden. Bazen bu figürlerin ikiden fazla kolları, birden fazla kafaları bile olabiliyor. Ama resmin kendi gerçekliğinde, bunların hepsi işliyor. Aslında bu figürlerle ben dünyanın bu çağına ait uzun soluklu bir hikâye anlatıyorum.
Peki ya heykelleriniz? Birkaç yıldır heykel çalışmalarınızı büyük bir keyif ve ilgiyle takip ediyorum.
Çok teşekkür ederim! Heykeller, resimler ve gravürlerin boyut kazanmış hâli olarak ortaya çıktı. Okul zamanlarından beri üç boyutlu işlere olan ilgim ve üretme isteğim, hem çamurla çalışıp polyester ve epoksi döküm heykeller yapmaya hem de hazır nesnelerle işler yaratmama olanak sağladı. Sanırım tasarladığım, üzerinde düşündüğüm figürleri nesnerleşmiş olarak ve daha yeni bir ifadeyle karşımda görmek istedim. Bu arada malzemenin olanakları beni her daim büyülüyor, yeni bir tavırla işlere bir anlam katmanı daha eklemenin yolları böylece açılmış oluyor.
Sizin video işlerinizi daha önce görmemiştim. Sanat üretiminizde videonun rolü nedir?
Video işler, aslında aralıklı olarak üretim skalamda yerlerini aldılar. Çok güdüsel bir tavırla ve tamamen ele aldığım konuya hizmet edecek en doğru yöntem olduğunu hissederek video yapmaya başladığımı söyleyebilirim. Bu arada ilk iki videom, aslında performans videosu olarak adlandırabileceğimiz bir yapıya sahipler. Onlar ve devamındaki işler hep birer enstalasyona dâhil olarak tasarladığım işler. Bu sergide yer alan ise beşinci video işim ve bu iş de diğerleri gibi yine bir enstalasyona dâhil. “Diğer Taraf” adlı bu iş, ancak video olarak şu anki ifadesine ulaşabilirdi.
Sergide yer alan video işinizden bahsebilir misiniz?
İş, aslında oldukça basit bir yapıya sahip. Gözetlenen, ancak tam olarak ne olduğu anlaşılamayan bir ortam, muğlak hâli ve tanımsız sesleriyle gerilimli bir yapıya sahipken, ara ara o ortamı gözetleyen tek bir göz- benim gözüm- ekranı ele geçiriyor. Bu zaman kesitinin yapısı bu şekliyle daha da gerilimli hâle geliyor. Sosyal medyada “like”ları atmasak, gördüğümüz gönderilere yorum yapmasak aslında biz de bu denli muğlak bir gözetleyen olarak kalıyoruz, gözetlenen tarafın bakıldığından ve ne denli incelendiğinden hiç haberi yok. Bir yandan da gözetlenen taraf da aslında bize okunaklı bir bilgi iletmiyor, gözümüzün flu olarak görebildiğiyle yetinmek zorundayız. Bir türlü tam olamayan, tatminkarlıktan uzak bir temas bu benim için. Video, büyükçe bir gözetleme dürbünü replikasının vizör kısmında yer alıyor
Son olarak, gözetleme deliklerinden oluşan duvar enstalasyonundan bahsetmek istiyorum.
İlk başta, “Merhaba Yabancı”da “Panoptes” olarak adlandırdığım işin çok daha küçük bir versiyonunu ürettiğimi söylemeliyim. Transparan bir pleksi disk üzerinde yer alan gözetleme dürbünlerinden bakan insanlar, aslından arkayı görebildikleri hâlde dürbünlerden bakmayı tercih etmişlerdi. Bu hâliyle tamamen interaktif bir alan açan bu iş, şu an ürettiğim pek çok işin altyapısını oluşturmuş oldu. Aslında çıplak gözle görebildiğimize gizliden bakma dürtüsü, tam da bu çağ ile ilintiliydi. Duvar işi ise, Bozlu Art Project’teki “Sosyomanya” sergisi için ürettiğim bir işti. Önümüzde derinliği olmayan bir duvar ve arkasında başkalarının gönüllü ortaya koydukları mahremiyetleri, benim için tam olarak sosyal medya tanımıydı. Galerideki duvarın üzerine 10 santim derinliğinde sahte bir duvar giydirdim ve üzerine yerleştirdiğim yaklaşık 200 gözetleme dürbünü ile alt duvara yerleştirdiğim görsellerin gözetlenmesine olanak verdim. Onlar da, Instagram’dan denk geldiğim çok sayıda fotograftan bakarak çizdiğim desenlerdi. Bir araya geldiklerinde toplumun ne taraflarından izlenmeye müsaade ettiğinin küçük bir özeti gibi oldular. Sergi boyunca pek çok kişinin bu desenleri gözetlediğini söyleyebilirim.
Zaman ayırdığın için teşekkürler. Sohbetimizden gerçekten çok keyif aldım.
Ben teşekkür ediyorum.