Benim için Baksı Müzesi tuhaf bir düş gibidir. Ne zaman düşünsem, daima bir ütopya gibi görünür. Ne zaman bir tepenin üzerinde yükselen ve yalnızca gökyüzü ve sayısız dağ ile çevrili o binanın bir resmini görsem, gerçeküstü bir fotomontaj hissi uyandırır. Kimi zaman sanat uzmanları sanatın toplumdaki rolünü yada kültürel önderlik ve sanatsal vizyonda cesaretin önemini tartışırken, ben ise tebessüm eder ve Baksı Müzesi’ni düşünürüm. Burada, İstanbul’daki kültür yöneticileri hedef kitlelerden, reklamlardan ve sanat bağlamında markalaşmadan bahsededursun, müzeyi saran rüzgar, onu kulak veren dikkatli dinleyicilere hayal etmeye ve inanmaya dair güzel bir şarkı mırıldanmaktadır. Bu tuhaftır....
Bu günlerde orada bir başka tuhaf olay daha gerçekleşti: Miró’nun ‘Femme aux beaux seins’ adlı o küçük bronz heykeli bir yıllığına sergilenmek Bayburt’a getirildi. Eser, Avrupa Parlamenterler Meclisi’nin 2014’ün “Yılın Müzesi Ödülü” kapsamında ödünç verildi. Dahası, bu heykel, Türk heykeltıraşların Emre Zeytinoğlu’nun küratörlüğünde gerçekleştirilen bir segisinin de başlangıç noktası oldu.
Buradaki bu kısa metnimde müzeden, fiyatlardan ya da sergiden bahsetmeyeceğim. Bu katalogda yer alan diğer meslektaşlarımın bunu çok daha iyi ve kapsamlı olarak yapacağına inanıyorum. Bunu yerine, Anadolu’nun kuzeydoğusunda bir Miró heykeli olmasına dair bu tuhaf olaya yoğunlaşmayı tercih ediyorum. O halde, Miró’nun, heykelinin Barcelona kentinden çıkıp, Bayburt’un dağlarına yaptığı bu yolculuk hakkında ne düşündüğü sorusuyla başlayalım. Bana kalırsa, o buna bayılırdı. Sürrealizm ekolünün önemli temsilcilerinden biri olarak müzeyi çekici ve ilham verici bulurdu. Heykelin bir müzede olması gerçeği, merkez ile sınır, kent ile köy, kültür ile doğa, sanat ile yaşam, güzel sanat ile halk sanatı arasındaki çekişmelere dair pek çok soruya meydan vermektedir. Miró’nun da bir temsilcisi olduğu modern sanat, modern kentin kültüründen kaynaklanmaktadır. Bu onun dilidir. Fakat yine de, modern sanatın doğduğu yerlerin birer vakum içerisinde var olmadığını da unutmamalıyız. Kent asla özerk değildir ve gerek jeopolitik, gerekse jeokültürel çevresiyle bağıntı içindedir.
Kültürün daima bir geleneklerin ve yeni yaşam biçimlerinin, anakronizm ile fütürizmin, eski adetler ile yeni teknolojilerin karmaşık bir karışımı olmanın yanısıra, kültür, ulus ve toplumsal sınıfların dinamik bir yığını olmasının sebebi de budur. Modern kentin daima eklektik, çoğulcu ve heterojen olmasının nedeni de budur. Elbette, kentsel modeller, dizimler ve bağlamlar sanatsal üretimin parametrelerini belirledikçe sanatın karakteri de bu tavrı izler. Burada kimi zaman tuhaf karşılaşmalar ve rastlantılar büyük sanatsal buluşların temelini oluşturur. Hepimiz Picasso’nun Afrikalı kabilelerden nasıl etkilendiğini ve pek çok modern sanat yapıtı ve akımında arkaik bir karakter bulunduğu biliriz. “Femmeauxbeauxseins” de, müzenin kavramsal varlığına olduğu kadar coğrafi bağlamına da uyan, açıkça arkaik bir estetik gösterir. Bu eser yalnızca müzeyle değil, sergideki diğer yapıtlarla da uyum içerisindedir. Figüratif ile soyut arasında çeşitlilik gösteren sergi, heykel alanında biçimsel ve kavramsal farklı yaklaşımlar sunmaktadır. Miró’nun yapıtı da figüratif temsil ile soyut deformasyon arasında geçişlerde bulunmakta ve dolayısıyla da modern sanatın çoğulcu varlığı ile çağdaş sanatın parçalı karakterinin arasındaki bağlantı olarak da algılanmaktadır. Sonuçta, boşluk, bağlam ve diğer yapıtlar arasındaki bu tuhaf ilişki, müzenin beyaz küpünde sunulmaktadır. İncelikli bir sergi tasarımı bu aurayı desteklerken, Miró’nun yapıtının da kanıtladığı üzere, –doğru mekâna yerleştirildiğinde– modern sanat halen çağdaş sanatın heterojen varlığı ve bağlamının anlaşılması yönünde estetik bir barometre görevi görebilmektedir.
Heykel, sergi ve müzenin bu şahane üçgenini gözlemlerken, sanat ve bağlamına dair oluşmuş fikirlerimizi sorgulayan tuhaf bir his oluşuyor. Tuhaflık iyidir, çünkü bizlere dünya algımızın ve gerçekliğe dair yapılarımızın sınırını gösterir ve herhangi bir gerçeklik durumunun alternatiflerini sergiler. Yalnızca tuhaf olaylar yoluyla gündelik rutinlerimizin dışına çıkabiliriz. Böylece, üzerimizde var oluşumuza belirsizlik içerisinde bir mahkumiyet hissiveren, o ölü toprağını silkeleyebiliriz. Miró’nun, Bayburt’un ezeli dağları arasındaki görece yeni bir müzede, çağdaş Türk sanatçıların sergisinin merkezindeki modern heykeli tuhaftır. Ve evet, tuhaf iyidir.
* "Miró'ya Açılan Heykelli Yol", Baksı Kültür Sanat Vakfı Yayınları, Bayburt, Kasım 2014.