02 ARALIK, ÇARŞAMBA, 2015

Tutsaklığın Kök Salan Yaralarını İyileştirmek

Azade Köker’in sanat üretimi, başkalarının irade ve idaresi altında gittikçe katılaşan düzenler/düzlemler arasında yaratılabilecek güçlü bir zincirin yaratacağı iyi ihtimaller hakkındadır. Katmanlı formlar ve resimler, gösteren gösterilen ilişkisinde, gösterilenin tüm varlığının zayıf bir halkanın akıbetiyle değişebileceğini tüm şeffaflığıyla sunar. Yan yana durabilmek tutsaklığın kök salan yaralarını iyileştirebilir.

Tutsaklığın Kök Salan Yaralarını İyileştirmek

Azade Köker’in Elgiz Müzesi’nde açılan “Entkettet – Çözülüş” sergisi yaraları sarmaya meyleden bir sergi. Tam da bu kadar çok yara açılırken  ve durmaksızın çoğalırken. Galerinin ortasında Entkettet – Çözülüş (2015) isimli tavandan yere uzanan kağıt çapa zinciri, sargı bezleri arasında ifşa ettiği çözülmeyi başlatıp bir yandan da sardığı yaraları demir aldıkları yerden kaldırabilir mi?

Azade Köker, sanat üretiminde malzeme ve formun armonisini mesele edindiği konu ve kavramları yıllar içinde birbirine bağlayarak sunar. Bu yeni sergisi de bu armoni içinde akla düşen soruları arka arkaya birbirine bağlıyor. Köker öteden beri kimlik ve aidiyet meselelerini, erkin dayatmalarını kent ve bedenler üzerinden farklı form ve mecralarda anlatır. Üst üste binmiş yaşamlarımızın içinde sürekli fışkıran melez durumların izini sürer ve hakim politik durumun yarattığı derin çukurları şeffaf ama bir o kadar da katmanlı üretim dili içinde gösterir. 

Yaşam Zinciri ve Esaret Zinciri

Elgiz Müzesi’ne girer girmez karşımıza çıkan duvarda Azade Köker’in sözleriyle karşılaşıyoruz: “Bir süreçten diğer bir sürece bağlanan koca bir zincirin halkaları bazen çözülür ve yere düşüp yığılır, düşünceler akışını kaybeder, zaman ve mekân bağlantıları kopabilir, bütün bunlar bir son anlamına  gelebilir. Ama bu son belki de bir alışılmışa, bir ezbere olan bağımlılığın sonudur. Güzel olan her şeyin akışı ve sürekliliği de, bağımlı olmanın bütün esareti ve olumsuzluğu da bunları taşıyan zincir halkalarının gücü kadardır. Yaşam zinciri ve esaret zinciri. “Çözülüş” sergisi birbirine zıt bu iki oluşumun sorgulanmasını ister.”

İşte tam da Köker’in sözünü ettiği süreçlerin zamansal ve mekânsal varlığı arasındaki doku, çözülme ve yığılma arasındaki gerilimi gösterir. Yazının başına dönersek; kağıt zincirin muhtemel kuvvetine karşılık, zeminde yarattığı yığılma ve tek bir halkanın düzeni bozma/bozamama ihtimali, bizi kıyıya taşır mı? Söz kıyıya gelmiş ve zincir bizi suya bağlamışken bu sergide topraklarından koparak, fiziksel bir çözülmenin içinde göç etmeye çalışan insanların, derinlere gömülen çığlıklarını ve iyileşme isteklerini görmemek elde değil! Yaşam zinciri ve esaret zinciri aynı sargı  bezleri ve yara/pas izleriyle birbirine tutunmakta.

Azade Köker- Rhizom, Photo: Kayhan Kaygusuz

Rhizom (2015) da sergide yer alan bir diğer kağıt yerleştirme. Tersten bir bakışla bizi ağacın kökleriyle yüzleştiren Rhizom, ilk bakışta izleyeni huzursuzca harekete geçirirken, dev kollarıyla kendini yeraltından yeryüzüne öylece salar. Kök dediğimiz canlılık kaynağının bu yeni hali kural dışı bir bütünlükte yeniden bedenlenir ve kökler hakkındaki inancımıza ve bilgimize dallanıp budaklanarak dokunur. Ve yeni sorular ardı ardına sıralanır. Doğanın köklere sahip çıkmasıyla devam eden hayat, insanlık mevzu bahis olduğunda nasıl kaosa dönüşür ve ters yüz olur?

Bu konuda Zeynep Direk Balibar’ın Şiddet ve Medenilik’ine Feminist bir Bakış başlıklı yazısına bakmak iyi olacaktır. Zeynep Direk yazısında, Fethi Benslama’nın söylediklerine değinir ve devam eder: “Benslama’nın işaret ettiği gibi, insanların başına katliam, soykırım gibi felâketler gelmesinin koşulu, doğulan coğrafyadan, kök salınan topraktan kovulma, ait olunan cemaatten, ulustan veya tüm toplumsal bağlardan kopartılma, devletin vatandaşlığından çıkartılma değildir sadece. Bu deneyimi yaşayanlar insan türüne mensubiyetten de atılırlar; insanlıktan kovulurlar. Bu duruma düşürülen bir insan ne topluma ne de insanlığa mensup olmadığı için derhal bedensizleştirilir.”[1] Tam da bu noktadan sergide hem Rhizom’a hem de Entkettet – Çözülüş’e aynı mesafeden baktığımızda her iki işin de çözülme ve koparılma eylemleri içinde alınan yaralara şeffaf dokunuşlarla temas ettiğini görebiliriz. Azade Köker, doğa ile kuruduğu kesintisiz diyalog içinde insanlığın başına gelenleri ve insanın doğanın başına ördüklerini çift taraflı  bir icra ile anlatmayı seçmiştir. Ne ki kağıt işlerinde ortaya çıkan lirik dil bu anlatımın katı yüzünü yumuşatmış ama asla eksiltmemiştir. Bedensizliğin temsili, zincirin halkalarında, ya da ağaç köklerinde  metaforik bir anlamda görünür olur.

Azade Köker, Terkedilmiş Şehir, 2015 (detay)

Yersiz Yurtsuzlaşmanın Yarattığı Bedensizliğin Melez Ruhu

Ortopedik Durumlar 2 (2015) isimli sargı bezleri, kağıt ve klipslerden oluşan heykelinde bedenlenen his, ağaç kökü ya da çapa zincirinin işaretlediklerini daha da yalınlaştırır. Kaynağı belirsiz bir acının yaralarını heykele dönüştüren irade, serginin işaretlediği acının başka bir formunu mümkün kılmaya niyetlenir. Tekinsiz bir yakınlaşmanın sakladığı kırıklar, hareketsizliğin esareti hakkında ipuçları salar. Yersiz yurtsuzlaşmanın yarattığı bedensizliğin melez ruhu, bu heykelde de apaçık izlenmektedir.

Sergideki yeni işlerden bir diğeri Abandoned City/Terkedilmiş Şehir (2015) ise yukarıda sözünü ettiğim doğduğu toprakları zorla terk etmek zorunda bırakılan insanların arkalarında bıraktığı tüm izleri ışık geçiren bir saydamlıkta saklamayı dener. Azade Köker çapı bir metre bile olmayan bu dairesel yerleştirmede, diğer heykellerinde kullandığı şeffaf kağıdı ve pas/yara izlerini farklı uzunluklardaki bloklarda kullanarak hayalet bir şehir yaratır. İçeride neler olup bittiğini merak eden gözler için terkedilmiş bu şehirde dolaşan bir video hazırlar. Hem video hem de bu yerleştirmenin bize anlattıkları, serginin tümüyle yeniden yüzleşmemizi sağlar. Sarıla sarmalana bir türlü iyileşemeyen yaraların geçtiği kentlerden birine kuşbakışı bakarken yahut videoda kaybolurken artık eskisi gibi olmayacakları anlamışken; Köker izleyiciyi en savunmaz tarafından yakalar.

Azade Köker, Rhizom isimli eseri ile Foto: Kayhan Kaygusuz

Uzun yıllardır melez kent manzaralarını, türlü öykü ile birleştiren Köker, bu sergide yer alan Mardin, Beyrut, Halep, Crescendo in the City’de şehirleri sıklıkla kullandığı foto-kolaj tekniği ile gösterir. Adalet Sarayı 2’de, adaletin işletildiği sarayın içine, adaletsizliğe kurban gitmiş olanların gözlerinden bakar. Bodrum Çöp Dağları 2’de çalılar arasında köklenen torbaları gözümüze sokar. Sergide foto-kolaj tekniğiyle yapılan eski ve yeni tüm işlerinde Köker, insan figürleri, kuru kafalar ve yüzlerle (bazı çalışmalarında savaş uçakları ve örümcekler de kullanır) yarattığı katmanlı sahnenin üzerini kaplar. Kent, doğa ve insan arasındaki var olma/olamama ilişkisinin yaşam pratiğimiz içinde de gittikçe bulanıklaşan gerçekliğini çok katmanlı görüntülerle bir kez daha gösterir.

Azade Köker’in sanat üretimi  başkalarının irade ve idaresi altında gittikçe katılaşan düzenler/düzlemler arasında yaratılabilecek güçlü bir zincirin yaratacağı iyi ihtimaller hakkındadır. Katmanlı formlar ve resimler, gösteren gösterilen ilişkisinde, gösterilenin tüm varlığının zayıf bir halkanın  akıbetiyle değişebileceğini tüm şeffaflığıyla sunar. Yan yana durabilmek tutsaklığın kök salan yaralarını iyileştirebilir.

[1] https://zeynepdirek.wordpress.com/page/2/  29.10.2015

0
8645
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage