Uludağ Üniversitesi Fotoğraf Amatörleri Topluluğu’nun (UFAT) düzenlediği Uludağ Üniversitesi Fotoğraf Günleri (UFG), ara verilen yıllar nedeniyle kesintiler yaşasa da (iki defa bir yılllık aralar verilmiş bu güne kadar) hali hazırda devam eden ve 22-25 Nisan tarihlerinde onuncusu gerçekleşen bir etkinlik. Her şey 2000’li yılların başında fotoğraf üretiminin yanı sıra bir platform yaratma isteğinde bulunan topluluk üyesi bir grup gencin bir araya gelerek nasıl bir organizasyon yapmak istemelerini konuşmalarıyla başlamış. Temel olarak öğrencilerin düzenlediği bu festival, Türkiye’de fotoğraf alanında aktif üniversite öğrenci topluluklarını bir araya getiren bir platform yaratmak amacıyla yola çıkan ve her seferinde değişen bir tema çerçevesinde açık bir çağrı yayınlayarak üniversite öğrencilerinin işlerine ağırlık veren bir yapıya sahip. Bu ana eksen dışında bu temayla uyumlu başka sergiler ve gösteriler de programa dahil ediliyor. Bununla da kalmayarak farklı alanlarda uzmanlaşmış fotoğrafçılar, sanatçılar ve fotoğraf/sanat alanında çalışan başka uzmanlar festivale gelerek sunumlar gerçekleştiriyor.
Genel özete baktığınız zaman, bütün bunların bilinen festivallerin zaten yapmakta oldukları bir formatı çağrıştırdığını söyleyebilirsiniz. UFG bazı özellikleri itibarıyla Türkiye’de yapılmış fotoğraf festivallerinden ayrılıyor ve onlara fark atıyor. Arkasında kurumsal destek olmadan kendi kurumsal yapısını -mezun olanlar festivale katkıda bulunmaya devam etse de- sürekli değişen bir kadroyla gerçekleştiriyor. Türkiye’de son on yılda fotoğraf alanında düzenlenen festivaller istikrarlı bir şekilde hayatlarına devam edemezken onuncusunu gerçekleştiriyor. Bütün zor şartlara rağmen hayatlarında fotoğrafa yer açmaya çalışan üniversite öğrencileri için bir platform işlevi görüyor. Genç kuşağın bu platform aracığılıyla fotoğrafçı, editör ve başka disiplinlerden sanatçı ve küratörlerle karşılaşmasını ve düzenlenen çeşitli atölyelerle birikimlerini artırmalarını sağlıyor. Yeni işler üretmek konusunda verdiği motivasyon da cabası.
Onuncu yıl vesilesiyle hazırlanan ‘Zaman Çizelgesi’, bu anlattığımı çarpıcı bir şekilde özetliyor. Bir yandan yıl yıl sergi, söyleşi, gösteri ve atölyeler için UFG’ye konuk olan isimleri görüyorsunuz ki burada ne kadar zengin bir külliyat oluşturulduğu anlaşılıyor, diğer yandan da bu uzun zaman içinde Türkiye’de fotoğraf alanındaki gerçekleşen önemli olayların bir özetini sunuyor. ‘Zaman Çizelgesi’, sergilerden bağımsız bir alanda ciddi bir bilanço halinde sergileniyor ve bu bağlamda festivalin önemini ve istikrarını da kanıtlıyor.
Bununla birlikte özellikle UFG’nin sonunda organizasyonu yapan UFAT üyeleriyle yaptığımız forumda, organizasyonun getirdiği bir yorgunluk olduğu dile getiriliyordu. Bu, genel olarak kendileri de üretimde olanların organize etmekle uğraşmaktan üretememeye başlamaları sonucu ortaya çıkan bir durum kanımca. Biz de benzer bir hissi Geniş Açı’yı çıkarırken yaşamış ancak dergiyi çıkarmanın daha fazla istediğimiz bir şey olduğuna karar vermiştik.
UFG özellikle öğrenci ağırlıklı sergilerle üretimi paylaşmaya çalışırken, konuşmalar için davet edilen sanatçılar/uzmanlar ve düzenlenen atölyelerle de öğrencilerin kendilerini geliştirmelerine destek olmaya çalışıyor. Davet edilen isimlere baktığınızda oluşturulan bilgi ağını da net bir şekilde görüyorsunuz. Bu yıl Ali Alışır, Laleper Aytek, Burçak Bingöl, Hera Büyüktaşçıyan, Işıl Eğrikavuk, Bursa ağırlıklı bir fotoğrafçı grubu olan If Collective, Magma Dergisi, Sevim Sancaktar ve Ali Emir Tapan, sanatçı konuşmaları veya uzman oldukları alanda yaptıkları farklı sunumlarla büyük bir bilgi aktarımında bulundular. Yine UFG kapsamında düzenlenen atölyelerde Ata Kam, Görkem Ergün ve Hakan Babacan öğrencilere tecrübeleriyle pratik anlamda kendilerini geliştirme fırsatı sundular.
Son olarak programın öğrencilerin üretiminin en önemli göstergesi olan sergiler ayağı hakkında kısa kısa notlar aktarayım. Bu yıl üniversite dışından katılanlar ağırlıktaysa da, UFAT üyeleri arasından katılımların da tüm sergilerin yaklaşık üçte birini oluşturduğunu söyleyebiliriz. Bir de üretim kalitesi olarak öğrenci işlerinin öğrenci işi olduğunu anlamak için künyelerine bakmak gerekmesi de sevindirici bir detaydı. Katalogtaki sıraya göre gidersem... Ata Kam sergiye katılan en tecrübeli fotoğrafçılardan biriydi. Çektiği portrelerdeki yüzleri belirsizleştirip arkasından suyun içinde yavasça yokolan bir malzemeye basarak karanlık odada kullanılan küvetlerde sergiliyordu. Zamanla yokolma göndermesinin çok belirgin olduğu ‘White Noise’ işi, sunumla içeriğin nasıl birbirini destekleyebileceğine iyi bir örnek. Beril Or’un fotoğraf işinden çok bir performansın fotoğraflanmasını çağrıştıran ‘Ara’ işi, sokaklardaki alalade noktalarda gözüne çarpan bazı detaylara dikkat çekmeyi amaçlayarak yaptığı parlak renkli çerçevelemelerin fotoğraflanmasından oluşuyordu. Bunu bir kitap formatında sunmasıysa giderek daha fazla gözümüze çarpan fotoğraf kitabı üretimine vurgu yapıyordu. Canan Erbil’in geçtiğimiz yıl bir süre yaşadığı İsveç’teki ruh halini yahsıtan bir günlük olarak da değerlendirebileceğimiz ‘Geçici Kentler’ işi, siyah beyaz fotoğraflarda bir ruh halinin izini sürmeye yol açarken, tavandan asılı bir şekilde şeffaflığa vurgu yapılan sergileme sunum aşamasında da sınırları zorlamanın bir örneğiydi.
Cansu Korkmaz’ın ‘Garip Bir Enerjin Var’ çalışmasında İstanbul’un sistemli karmaşasını yansıtan günlük fotoğrafları önce bir blogta toplanmış, sonra da Korkmaz tarafından kitaplaştırılarak sokağa bırakılmış. Duygu bütünlüğü içindeki bu fotoğraflar İstanbul sokaklarındaki hayatın belli bir dönemdeki belli bir kesitini yansıtıyor. Cihad Caner’in arşiv fotoğraflarından yola çıkarak onları yaptığı müdahalelerle anlamından kopardığı ‘Kurgulanmış İllüzyon’ çalışması, Türkiye’nin kuruluşundan bugüne kadar yaşadığı kimi ‘olmamışlık’ hallerini sergiliyor. Deniz Gülcan’ın ‘Eski’ çalışmasındaki fotoğraflar terkedilmiş objelerin yaşanmışlıklarını akla getirirken bugün varoldukları mekânlardaki kimi absürdlükleri de ortaya çıkartıyor. İzmir civarındaki orta gelir grubuna mensup ailelerin gittiği yazlık bölgelerdeki hayatın peşine düştüğü ‘Blue Flag’ işleriyle bildiğimiz Ekin Özbiçer, bu kez eğitim için gittiği Çek Cumhuriyeti’nde Prag ve banliyölerindeki hayattan detayları belgelediği ‘Slavia’ işini sergiliyor. Hem kendi hayatındaki durağanlık hem de bu Orta Avrupa ülkesindeki hayatın yavaşlığı fotoğraflarına yansımış.
Emre Öner’in ‘İki Şeyin Hikâyesi’ çalışması, bazen net olarak tanımlayamayarak ‘şey’ diye ifade etttiğimiz olgulara, anlara, kavramlara odaklanarak bir miktar üstü kapalı olarak tuttuğu günlüğü ortaya çıkartıyor. İzlemek için içine girmenizi gerektiren sergileme düzeni, sizi çevreleyerek duygusunu aktarmaya çalışıyor. Ender Can’ın ‘Anısına’ işi netsiz fotoğrafların içine yerleştirdiği daha küçük ebatlı fotoğraflarla oluşturduğu kolajları bir araya getiriyor. ‘Anısına’ Pink Floyd, Led Zeppelin gibi grupların albüm kapaklarının tasarımını yapan İngiliz grafiker ve sanatçı Storm Thorgerson’un işlerine adanan bir çalışma ve yerden farklı yükseltiler yaratan meyve kasalarının üzerine yerleştirilmiş ışıklı panolar ve onları bağlayan ledli kabloyla yaratılan sergileme düzeniyle de çarpıcıydı.
Naz Ünal’ın ‘The World wants to be Deceived’ başlıklı çalışması adını “dünya aldatılmak ister, öyleyse aldatılmalıdır” anlamına gelen Latince “mundus vult decipi ergo decipiatur” deyişinden alıyor. Arka plandaki bir fotoğrafın merkezine onu büyük ölçüde kapatan başka bir fotoğraf yerleştirdikten sonra ortadan ikiye bölerek sergiliyor. Bunlar ancak bir araya geldiklerinde fotoğrafın bütününü algılayabileceğiniz diptikler aslında. Burada arkadaki fotoğraf ne olursa olsun, ortadaki fotoğraf bir insanı betimliyor ve sizi sürekli kolajdaki iki görüntü arasında bir ilişki olup olmadığını anlama çabasına sokuyor. Yağız Karahan’nın ‘Yırca Köyü’ çalışması, sergi salonunun girişinde ortada yer alıyor ve Soma’nın Yırca Köyü’nde termik santral çalışması nedeniyle bir gecede zeytin ağaçlarını kaybeden köylüleri anlatan ve hepimizin aşina hale geldiği bu hikâyeyi bir kez daha hafızalarımıza kazıyor.
Yiğit Kahraman hayatının karmaşık bir dönemindeki ruh halini yansıtan fotoğrafları, ‘Project: Black’ başlığıyla sergiliyor. Siyah beyaz fotoğraflarda var olan melankoli, fotoğrafların bir merdiven altına yerleştirilmesi ve zemindeki yataktan izlenmesiyle bir yerleştirmeye dönüştürülmüş. Mustafa Dişli, ‘Delirium Tremens’ serisinde yıllar içinde biriktirdiği işlerini sergilerken iç dünyasıyla ilgili ipuçları da veriyor. Mekân ve zamandan bağımsız bu fotoğraflarda bir hikâye arasak da esas olarak bizi yönlendirecek olanın ruh hali olduğunu fark ediyoruz. Ragıp Özdemir’in ‘Temas’ serisi aile evine dönüp mekân üzerinden oradaki hayata dair sürdüğü izleri bir araya getiren bir çalışma. Songül Bakan, sergiye iki serisiyle katılıyor: ‘Aeskulapion’ çalışmasında genç bir doktor adayının gözünden hastaların gelip gittiği ama hastalığın biriktiği hastane hayatından kesitler görme şansı buluyoruz. Diğer işindeyse tek bir siyah fotoğraftan yola çıkarak yaptığı müdahalelerle onu bozan ve silen Bakan, bu fotoğraflarla bir mini seri oluşturmuş.
Sergileri bu şekilde özetledikten sonra son olarak UFG’nin devam etmesi gereken bir etkinlik olduğunu eklemek istiyorum. Format, öncelik verilen etkinlikler ya da yapı değişebilir ama bu zaten son derece dinamik olan ve her yıl verilen mezunlarla azalan yeni gelenlerle çoğalan bir organizasyon komitesinin yapısıyla doğru orantılı. Değişmemesi gereken sürekliliktir ve UFG’nin özellikle başka üniversiteler için de bir platform oluşturma durumu devam etmeli. Her ne kadar fotoğraf odaklı bir oluşum olsa da, gelen konuklarla ve tartışma ortamıyla daha geniş bir ufku var ve bu korunmalı. Fotoğraf adına bir sürü kurumun, mekânın sürdürülemediği ülkemizde bu sürekliliği sağlamış bir yapının -özellikle de her yıl tazelenebilen kadrosu düşünüldüğünde- UFG’nin devam etmesi elzem görünüyor. Bir dahaki UFG’nin bugüne kadar kaçırmış olanların merakla bekleyecekleri bir yapıda olmasını diliyorum.