Krank Art Gallery’nin kurucuları Ayşe Üner Kutlu ve Sibel Erdamar ile bir araya gelerek galerinin kurulma süreci, güncel projeleri ve gelecek programına dair sohbet ettik.
Tomtom Mahallesi’nde yer alan KRANK Art Gallery konumu ve kuruluş amacı doğrultusunda çağdaş sanatın anlatılabilir ve anlaşılabilir olduğunu geniş kitlelere ulaştırma misyonunu üstleniyor. Sizi bu misyonu üstlenmeye iten süreç nasıl gelişti?
Sanat tarihi içerisinde galerilerin konumunu izlediğimizde, sanatın gelişiminde ve sanat akımlarının tarihteki yerini almasında bu mekânların birinci derecede rol aldıklarını görüyoruz. Bir galerinin en önemli misyonunun dönemin ortak beğenisine uyan, satılabilir işlerin sergilenmesi yerine, yeni ve dönemin çağdaş sanat akımlarının başarılı sanatçılarını temsil ederek, onların kendilerini ve sanatlarını anlatabilmelerine imkân tanımak olduğunu düşünüyoruz. Sanatın bu dönemde toplumların sosyolojik, bilimsel ve teknolojik gelişimini izlemesi kaçınılmaz. Bizim de öncelikli hedefimiz sanatın geldiği bu noktayı olabildiğince fazla insana ulaştırarak sanatın tarihsel akışına katkıda bulunmak. Sanat yeni bir mekân açma edimi aslında. Biz de sanatın bize açtığı yeni mekânda, görsel yolla varoluşu sorgulama eylemini görünür kılmak istedik. İnsanlığın geldiği bu noktada bu sorgulamaya şiddetle ihtiyacı olduğunu düşünüyoruz. Galeriye gelmek bizde terapi etkisi uyandırıyor. Bu etkiyi olabildiğince fazla insanla paylaşmak birinci önceliğimiz.
Galeri Mana, Elipsis, Galeri NON gibi pek çok sanat galerisinin kapandığı bir dönemin ardından bu kararı almış olmanız da bir anlamda cesaret gerektiren bir hareket diyebilir miyiz? Bu süreçte endişeleriniz var mıydı, süreci nasıl değerlendirirsiniz?
Galeriyi açmak cesaret gerektiren bir hareketten çok, bir kararlılık meselesiydi. Hazırlıklarımızı tamamladıktan sonra beklemek istemedik. Türkiye’de mevcut siyasal ortamdaki kaosa, ekonomi üzerindeki dalgalanmalara, ülkenin genelindeki olumsuz koşullara odaklanırsak, o doğru zamanı yakalayamayacaktık. O yüzden, doğru zamanı tüm bunlardan bağımsız olarak kendimiz belirlemek istedik. Dördüncü sergimize hazırlanırken, taviz vermeden ve çizgimizi bozmadan çalışmaya devam ediyoruz. Endişelerimiz tabii ki var, ama galerinin bize sunduğu terapi ortamını, diğer insanlarla paylaştıkça ve olumlu geri bildirim aldıkça, umudumuz artıyor.
Bulunduğunuz konumu seçmiş olmanız da çeşitli düşünceleri beraberinde getiriyor. Geçtiğimiz dönemde mahallede yer alan galerilerde çeşitli problemler yaşanmıştı, siz bu konumu nasıl seçtiniz, mahalleliyle olan ilişkinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Krank’ı açarken mekân çok belirleyiciydi bizim için. O yüzden Tomtom Gardens binasındaki bu mekânı görür görmez, “aradığımız yer burası” diyerek kararımızı verdik. Diğer galerilerin yaşadığı sorunları yakından takip ediyoruz. Yaklaşık bir senedir buradayız. Mahalleliyle hiçbir sorun yaşamadık şu ana kadar. Hatta esnafla dostluk ilişkimiz bile var. Mahalleli diye genellemenin de yanlış olduğunu düşünüyoruz. Sorun çıkaran grup, burada yaşayanlar tarafından da hoş karşılanmayan bir grup insan. Tomtom Mahallesi, Osmanlı döneminde, İstanbul’da sosyal hayatın en önemli merkezlerinden biriydi. Birçok etnik kimlikten insanın bir arada yaşadığı, mimarisiyle ve kültürel etkinlikleriyle ön plana çıkan önemli bir bölgeydi. Biz bu enerjiyi hâlâ hissediyoruz ve “ buradayız” diyoruz.
Geçtiğimiz dönemdeki sergileriniz Ali Akay’ın küratörlüğünde gerçekleşti, bir araya gelme ve beraber çalışmaya başlama sürecinizden bahsedebilir misiniz?
Sibel asıl mesleği olan anestezi doktorluğunu yaptığı süreçte sanata olan ilgisini daha akademik bilgiyle pekiştirmek adına yüksek lisans yapmak istedi. Işık Üniversitesi’nde “Sanat Kuramı ve Sanat Eleştirmenlği” yüksek lisans programına dahil oldu. Tez yazım aşamasında da Ali Akay’la tanıştı. Galeri açma fikrinden kendisine bahsettiğinde Akay’ın yardımcı olabileceğini söylemesi ile birlikte çalışmak üzere yola çıktılar.
“Sanat hakikatin işe koyulmasıdır” diyen Martin Heidegger’den ilham alarak sanatın bu gücünün daha çok hissedildiği bir dönemde sanat ve sanatçının yüklendiği sorumluluğun sanat profesyonellerince de paylaşılması gerektiğinin altını çiziyorsunuz. Özellikle son dönemdeki sosyo-politik olaylardan sonra içine girdiğimiz dönemde bu sorumluluk konusundaki hissiyatınız nedir? Sizce bu gibi durumlarda sanat önemini yitiriyor mu yoksa aksine hayati bir önem mi kazanıyor?
Bu sorumluluğu hepimizin paylaşması gerekiyor. Böyle dönemlerde sanat daha da önem kazanıyor. Bu tahammülsüzlük, ötekileştirme ve belirsizlik ortamında bizi bir arada tutacak, umudumuzu koruyacak sanattan başka ne var? Örneğin, geçtiğimiz aylarda Krank’ta gerçekleşen “Tarihsel Karşılaşmalar” sergimiz de bu anlamda çok önemliydi. Sanatçılarımız Roman Uranjek ve Radenko Milak, gerek geldikleri coğrafya, gerekse yaptıkları işlerle bize kendimizle yüzleşme ve önemli okumalar yapma olanağı sundular. Özellikle Türkiye’de her gün değişen gündemde, tarihsel ve kişisel belleğin ve tabii ki bilincin önemi daha da artıyor.
Şu anda sanatçı listenizde Camila Rocha ve Vadim Fishkin gözüküyor, bu sanatçılarla olan ilişkiniz temsiliyete dayanıyor mu? İleride sanatçı listenizi genişletmeyi düşünüyor musunuz, bu konuda hali hazırda gerçekleştirdiğiniz iletişimler var mı?
İlk beş sergimizde Ali Akay’la birlikte belirlediğimiz çerçevede ilerleyeceğiz. Bu arada yeni sanatçılarla görüşmeye, portfolyoları incelemeye devam ediyoruz. Comtemporary İstanbul’a şu ana kadar sergisini yaptığımız sanatçılarımız: Camila Rocha, Vadim Fishkin, Roman Uranjek, Radenko Milak ve hâlâ Krank’ta sergisi devam eden Güneş Terkol’la katıldık. 2017’de de sanatçılarımızla projelerimiz devam ederken, yeni sanatçıları temsil etmeyi hedefliyoruz.
KRANK Art Gallery’de geleceğe yönelik ne tür projeleriniz var?
Çağdaş sanatın önemli temsilcilerini sergilemeye devam edeceğiz. Türkiye’den sanatçıları uluslararası platformlarda temsil etmeyi hedefliyoruz. Sergilerimize paralel olarak atölyeler, söyleşiler ve çeşitli etkinlikler düzenlemeyi sürdüreceğiz.