Hüseyin Aksoy’un ilk kişisel sergisi “Biz tam olarak neyi seyrettik?”, Ferda Art Platform’da ziyaretçilerini bekliyor. Video, resim, fotoğraf gibi farklı disiplinleri bir araya getiren sergi, gündelik imgelerin arkasında yatan sistem eleştirisiyle dikkat çekiyor. Sergi 5 Mart 2020’ye dek görülebilir.
Hüseyin Aksoy’un eserleri CerModern, Elgiz Müzesi, Labirent Sanat, Mixer ve Base 2019 gibi çeşitli sanat ortamlarında, karma sergiler kapsamında izleyiciyle buluşmuştu. Mardin’de başlayan sanat yolculuğuna İstanbul’da devam eden sanatçı, yaşadığı coğrafyaları şekillendiren sermayeler toplumunda gösterilen imgelerin sosyopolitik, kültürel ve ahlaki yönlerine birey-toplum-sistem üçgeni içerisinde ironik bir yaklaşım getiriyor. Yapıtlarıyla baş başa kaldığımız ilk kişisel sergisinde bir yandan iç sorgulamalara kapı açarken diğer yandan gizli kalmış umutlarımızla kucaklaşıyoruz. Sanatçının kendisiyle gündelik yaşam, umutlar ve sergiye dair yansımaları üzerine sohbet ettik.
Sergi için nasıl bir hazırlık süreci geçirdiniz?
Eserler temelde üzerinde çalıştığım ve sergiyle aynı ismi taşıyan “Biz Tam Olarak Neyi Seyrettik?” başlıklı serimin devamı. Sergiyse bir buçuk aylık bir süreçte planlandı ve sonrasında hemen açıldı ancak düşünce açısından 1,5 yıllık bir üretimi kapsıyor diyebilirim.
Bu sergiyi yapmaya iten şeyler var. Örneğin, Hasankeyf serisini (2020) yaparken şimdi sergilemem gereken bir zamanda olduğumu hissettim çünkü oradaki acılar çok taze ve hâlâ da devam eden bir süreçten bahsediyoruz. Temel olarak beni rahatsız eden pek çok etmen, bu serginin hazırlık sürecini oluşturuyor. Sabah yataktan kalktığım zaman “Bugün beni ne rahatsız etti?” sorusunu bir sanatçı olarak değil de bir birey olarak kendime sorduğumda kendi içimde bulduğum yanıtlar oluyor. Bu noktada söz konusu yanıtların bir sesi olayım diyorum. Günlük hayatın içinde olan, yaşadığım ve ürettiğim coğrafyalarda gördüğüm konulardan besleniyorum.
Sergi kataloğunda “Bunlar, bir toplumsal alanın üzerine serilmiş örtüyü aralayıp alttaki o kaotik hareketleri görmeye çalışan bir sanatçının saptamalarıdır.” cümlesi yer alıyor. Buradaki saptama sergi başlığı ve eserlerinize nasıl yansıyor?
Bu cümle Emre Zeytinoğlu’nun kaleme aldığı bir söz ve eserlere gerçekten de iyi bir noktadan yaklaşıyor. Belirsiz bir örtüden bahsediliyor ve izleyici, örtüyü tamamen kapatmaya çalışan figüranları görüyor. Bense bu noktada o örtüyü aralayarak “Acaba orada ne var?” sorusunun peşine düşüyor ve ne olduğunu anlamak istiyorum.
Serginin ismi de bir soru aslında. Daha önce bir şeyler olmuş bitmiş belli ki çünkü soruda geçmiş zaman kipi kullanıyor. Bizlerse olmuş olanları anlamaya ve izlediklerimizin neresinde durduğumuzu bulmaya çalışıyoruz. Bahsettiğiniz cümlenin devamında sanatçının saptamasından bahsediliyor ki bu noktada sergideki bir işe geliyoruz. Muhasabe (2020) isimli çalışmam üzerinden gidelim. Bir statüye sahip, beyaz yakalı bir adamı gündelik hayatta o şekilde görmemiz mümkün değil. Belirli bir mekân algısının hissedilmediği ortamda, bir iç hesaplaşmaya tanık oluyoruz. Göremediğimiz noktaysa belki de söz konusu kişinin pişmanlık duyduğu ve gündelik hayata yansıtamadıklarını kendi içerisinde sorguladığı o an. Ancak iç hesaplaşma politik, siyasi bir yaklaşımdan ziyade bir sistem eleştirisi olarak ele alınıyor. Üniformalı kişi, izleyicisine “kendi iç hesaplaşmamı yapıyor muyum?” sorusunu sordurmak da istiyor. Bizler de sistemin bir parçasını oluşturuyoruz. Mısır firavununun bir sözü vardır, sen nasıl kral oldun diye sorduklarında hiç kimsenin itiraz etmediğini söyler. Sergideki yaklaşım ve izleyiciye düşündürmek istediği nokta bu açıdan ele alınabilir aslında.
İsimler ve işler arasında da diyalog var. Gösterileni severim gösterenden ötürü (2020) adlı çalışmam Guy Debord’un Gösteri Toplumu kitabıyla ilişki kuruyor. Gösterilen, insanlar için bir gözlük nesnesidir. Takanlar ve onu reddedenler arasında bir ayrımdan söz ediliyor. Bizler, gözlük takanlardanız, gösterileni görmeye çalışırız. Örnek verdiğimiz eserdeyse seyirlik hâlde kalabalık bir grubu, aynı evin içerisinde izliyoruz. Arkalarında bir İsa figürü var ve izleyenler topluluğundan farklı yöne bakıyor. Bu noktada izleyenlerin izletileni sevme nedeni, kendilerine gösterilenin o olmasından kaynaklanıyor. Kelime oyunları yapıyorum ancak eser isimleri önerme sunmaktan farklı bir noktada duruyor. Önerme, bir cevaptır; bense soru sorarak sergiye başlıyorum. Bulunan yanıtlar bir sonrakine kapı aralar. Sanatçı, cevap aramaz çünkü o işi izleyiciye bırakır.
Eser isimlerini okuduğum bir kitaptan etkilenerek oluşturuyorum. “Yalnız ölü balıklar akıntıyı takip eder” sözcüğünü okuduğumda hakkında daha çok bilgi edinmek istedim. Bende ve izleyicide uyandırdığı izlenim arasında fark olduğunu düşünüyorum. Farklı izlenimlerin karşılaşma anı bu bağlamda heyecan verici.
Üretimlerinizde kişinin iç hesaplaşmasına dikkat çekiyorsunuz. Merak ediyorum, sizin iç hesaplaşmalarınız ve oluşan farkındalıklar üretimlerinize nasıl yansıyor?
Sürekli olarak iç hesaplaşma yapan bir insanım ama son üç yılda yaptığım şeyin farkındalığına daha çok kavuştuğumu düşünüyorum. Çocukluğumda, Mardin’deki yıllarımda da başlamış olabilir bu durum ancak İstanbul’a geldikten sonra nasıl ki uzaktan baktığında daha iyi anlar ve yorumlarsın, benimki de o hesap belki de. Orada yaşadığım farkındalıklara bugün ulaşabildiğim noktada, üçüncü bir göz gibi hareket ederek yaklaşıyorum. Bazen üçüncü bir gözle bakmak, gördüğünü anlamak ve onu aralamak açısından bir fırsata dönüşüyor. İçindeyken göremediklerime artık uzaktan bakıyorum. Nitekim şu an baktıklarım karşısında tanımladığım belirli bir olgu ya da durum yok.
Farkındalık anı yine bulunduğum coğrafyada, erken yaşlarda hissettiğim bir durum. Nitekim onu göstermeye hazır hissettiğim anı anlatmak için belirli üretimler yapıyorum. Farkındalıklarım bu şekilde yansıyor olabilir. Lisede de çizimler, eskizler yapıyordum. Eserlerime yansıyanlar o günlerden daha kötü belki de kötüye de gitmeye devam ediyor... Yaşadığımız coğrafya içerisinde geçerli olan düşüncelerimden bahsediyorum. Temelde kötü giden düşüncelerime karşılık eserdeki renkler de kaotik; gri ve tonları öne çıkıyor zaten. İmgeler ve sunuş biçimlerini bu bağlamda önemsiyorum. Çarpıcı olma noktasında güçlü bir etki yaratıyor.
Seni seviyorum ama sana zarar vermek istiyorum (2020) isimli eserde birbiriyle öpüşen iki politikacıyı görüyoruz. Kurumsal alanlarda herkes çok iyi görünse de bir güç gösterme eğilimi kendisini hissettirir. İnsani ilişkiler de böyledir. İki kişi birbirini sevse de içlerinden biri diğerine zarar verir. İzleyici resme baktığıyla gördüğü arasında çelişkiye düşsün istiyorum çünkü bu onu düşündürmeye itiyor. Ortak bir şeyleri olmayanların ortaklığı (2020) adlı eserimde de kelime oyununa başvuruyorum. Eserin ismi, Alphonso Lingis tarafından yazılan bir kitap ismidir aslında. Beni çok etkilemiştir bu cümle. Felsefeden bir miktar yararlansam da temelde ironiden besleniyorum. Komik olan güçlüdür, karikatürler de o nedenle güçlü zaten, değil mi?
Çalışmalarınızda tuval üzerine karışık teknik, fotoblok üzerine çimento ve video gibi farklı tekniklere rastlıyoruz. Bu bağlamda “Biz tam olarak neyi seyrettik?” sergisi, ele aldığınız konular, malzeme ve yerleştirme düzeni içerisinde nasıl şekilleniyor?
Sergideki malzeme çeşitliliği ele alınan konuya göre şekilleniyor. Bu iş ne istiyor, fotoğraf mı yoksa video mu? Serginin küratörlüğünü ben yaptım çünkü bir sanatçının işlerini sergi alanında da düşünüp ona göre ilişki kurabilmesini önemsiyorum. Galeriye de böyle bir önerim olmadı. Sanatın bir sunuş biçimi olduğuna inanıyorum. İlk kişisel sergim ve bu bağlamda nasıl kürate edebilirim sorusunun cevabını aradığım bir süreç yaşadım diyebilirim.
Sergi bir video çalışmasıyla başlıyor. İzleyici, gündelik hayatta rastladığım bir nesneyi görüyor ki aslında öncesinde çekmiş olduğum bir video çalışmasından bahsediyoruz. Bu bağlamda arşiv olarak saklıyordum ve sergiyle düşündüğümde söylemek istediklerim için güçlü bir yaklaşımı olduğunu fark ettim. Resimleri, fotoblok işleri görmeden önce ilk video ile karşılaşıyorsunuz. Bütün işleri gördükten sonra da son karşılaştığınız yine o iş oluyor. Bu bağlamda söylemek istediklerimin toplamını yansıtıyor diye düşünüyorum. Kanunların ruhu (2019) isimli videoda bir ayak görüyorsunuz. Bahsettiğimiz örtünün kendisi o ayak ancak kime ait olduğu belli değil. İlerlettiği bir plastik var ve metaforik olarak bireyi de toplumu da kapsıyor. Nitekim homojen görünümlü heterojen bir yapı var plastik içerisinde. En sonunda plastik, logar kapağına düşüyor. Soruysa şu; bundan sonra hayat nasıl devam ediyor? Logar kapağının altındaki yaşam ve orada yaşayan olup olmadığı gerçeği bu noktada izleyiciyle baş başa kalıyor aslında.
Hemen karşıdaki salona girdiğinizde bir hesaplaşma anına tanık oluyorsunuz. Örtünün altındakileri şekillendiren bir sistemi ve onun şeffaf olup olmadığını sorguluyorsunuz belki de. Bu bağlamda izleyici duvarın kendisi, arkasındakiler ve fotoblok işler arasında iç içe geçmiş bir ilişki görebilir. Hasankeyf serisinin olduğu duvarın arkasında Muhasebe (2020) çalışmamın olduğu odaya çıkıyorsunuz. O eserin karşısında Ortak bir şeyleri olmayanların ortaklığı çalışmam var. İkisi karşılıklı yerleştirildiğinde bir tür tekil-tümel ilişkisi kuruyorsunuz. Ortak bir paydada buluşulsa da herkesin kendi çıkarı olduğu izlenimini güçlendiren bir zıtlık yarattığım düşüncesindeyim.
Odanın dış duvarlarında sergilenen Hasankeyf serisindeyse (2020) yok olup giden kültürel bir mirası, doğayı ve tarih en iyi anlatabilecek malzemenin beton olduğunu düşünüyorum. Seride bir akıntı görüyoruz ve betondan akıntının altında yaşamak için direnen sosyo-kültürel yapıya dikkat çekiyorum aslında. Betonun rengi de griye yakın bir tonda ki bu da izleyicide kaotik bir algı yaratabilir. Akıntının aralarında boşluklar var ki aslında umut boşlukları onlar. Yaşayan insanların, tarihi yapıların üzeri örtülmeden kalabilecek bir Hasankeyf umudu taşıyorum. Umut olmadan üretemem de. Ben umutlu olan insanlardanım, umutsuz yaşanmaz.
Son olarak güncel açıdan üretmeyi hedeflediğiniz ya da üzerinde çalıştığınız projelerden bahseder misiniz?
Çok planlı çalışan ya da hedefler koyan biri değilim. Gündelik hayatta, doğaçlama yaşıyorum. Tabii ki önümüzdeki senelerde bir proje var. Berlin’de gerçekleştirilecek bu proje fakat şimdilik düşünme aşamasında. Bu bağlamda kesin bir şey söylemem doğru değil.
Aklımda sürekli olan, yakın arkadaşlarımla planladığımız kolektif bir sergi projesi var. Galerilerde sergilenmek elbette güzel ancak kolektif bilinçle hareket etmek çok daha değerli. “Tek başına yürürsen varmak istediğin yola varırsın. Birlikte yürürsen o yoldan keyif alırsın.” Sanırım keyif almak bu noktada çok önemli. Birlik olmanın ve birbirimizi dinlemenin bizleri ortak bir paydada buluşturabileceği inancındayım.