Fotoğraf makinesinin icadı ve çekilen ilk fotoğrafla beraber, görsel sanatlar yeni bir disiplin kazanır. Fotoğraf bazen gerçeği yansıtır, bazen de kurgu olanı. Gerçeği yansıtan fotoğraflar doğada var olanı gösterir. Doğanın, mevsimlerin geçiş dönemlerindeki görünümü, insanların farklı ruh hâllerinin hem yüz ifadelerine hem de bedenlerine yansıması, belirli bir süre olmadan hayvanların vücutlarının en ince ayrıntılarına kadar incelenmesi fotoğraf aracılığıyla mümkün olur.
Çeşitli işlevleri doğrultusunda fotoğraf pek çok farklı amaca hitap eder. Yeni bir canlı türünün incelemesini yapan biyologlar, evren üzerine çalışmalar yapan bilim adamları, insan davranışları üzerine çalışan psikiyatr ve psikologlar, insanları dünyadaki tüm gelişmelerden haberdar etmeyi amaç edinen gazeteciler için fotoğraf vazgeçilmez hâle gelir. Bu anlamda belgesel fotoğrafçılığı büyük bir öneme sahip. Topluma gerçeği yansıtmak amacıyla basılı ve çevrim içi ortamlarda kullanılmak üzere doğadaki hayvanlar, savaş alanlarında yaşayan genç ve yaşlı insanlar ve buna benzer pek çok durum taraflı ya da tarafsız bir şekilde fotoğraflanır.
Belgesel fotoğrafçılığı alanında çalışan fotoğrafçılar arasında İskoç din adamlarını ve balıkçıları fotoğraflayan David Octavius Hill, New York’taki gecekonduları ve orada yaşayan insanları fotoğraflayan Jacob Riis, Paris ve çevresini fotoğraflayan Eugene Atget gibi pek çok isim yer alır. 1947 yılında altı fotoğrafçının birlikteliğinde, 2. Dünya Savaşı’ndaki tüm cepheleri fotoğraflayarak topluma savaş hakkında bir farkındalık kazandırmayı amaç edinen Magnum Ajansı kurulur. Vietnam başta olmak üzere Kore’de ve İspanya’da fotoğraflar çeken grup foto muhabircilik konusunda üst sıralarda yer alır. Kurucu üyelerin dışında bu ekibe ilk katılan kişilerden biri de Werner Bischof. Bischof, kurgu fotoğraflar çekmenin aksine, savaş alanlarında yaşayan insanların davranışlarını, bazen eşiyle seyahat ettiği ülkelerde, o bölgenin geleneksel kültürüne ait ögelerin orada yaşayan insanlar ile olan etkileşimini fotoğraflamayı tercih eder. Sanatçının 1936-1954 yılları arasında çekmiş olduğu fotoğraflar Fotografevi ve Werner Bischof Estate iş birliği ile bomontiada’daki Leica Galeri’de “Werner Bischof: 1936-1954” adlı sergide izleyiciyle buluşuyor. İlk olarak 1942 yılında Du isimli dergide serbest olarak çalışmaya başlayan sanatçının, ilk büyük çaplı foto-röportajları 1943 yılında yayımlandı. Böylelikle sanatçı uluslararası bir üne sahip oldu. Asya ülkeleri, İtalya, Yunanistan, Doğu Avrupa ve Amerika başta olmak üzere birçok ülkeye, dergiler ve gazetelere yönelik fotoğraf çekmek için giden sanatçı aynı zamanda film çekmek için Peru’ya gitti. İlk yıllarında monokrom bir tavra sahip olan Bischof, Amerika’da renkli fotoğraflardan oluşan bir seri üretti. Sanatçının 1954 yılında geçirdiği trafik kazası sonucu ölmesinden önceki en yakın arkadaşı olan Ara Güler sanatçının fotoğrafları konusunda “fotoğraflarına dikkatle bakmak lazımdır. İçlerinde rüzgarlar eser, size bir memleketin kokusunu getirir” der.
Alman Börse Fotoğraf Vakfı’nın web sitesinde belirtildiği üzere Werner Bischof fotoğraf çekmeye başladığı ilk yıllarda umudun ve güzelliğin simgelerini ortaya çıkarmak için çalışıyormuş. Bunun kanıtı olarak Leica Galeri’de sergilenen 1940’lı yıllardaki fotoğraflarını gösterebiliriz. Bunlardan iki tanesinde kusursuz bir vücuda sahip olduğu anlaşılan bir kadının bedenine zebra desenleri yansıtılıyor. Bu fotoğraflardan 1942 civarında Zürih’te çekmiş olduğu Nü Kadın isimli fotoğraf Tony Ventura’nın koleksiyonunda yer alıyor. Bunların haricinde 1940’lı yıllara ait Baden-Württemberg bölgesinde yemek aradığı ifade edilen bir adamın fotoğrafı, Frankfurt’un yıkık bir bölgesinde yaşayan insanların fotoğrafları, Macaristan’dan İsviçre’ye seyahat eden Kızıl Haç trenindeki çocukların çaresizliğini yansıtan fotoğraf Leica Galeri’deki sergide bulunuyor. Yine sanatçı Macaristan’da, 4 tane orta yaşlı şapkalı adamın hararetli bir tartışma sırasındaki hareketlerini fotoğraflamış.
1951 yılının Haziran ayında Life adlı dergi için hazırlamış olduğu Famine Story, Hindistan’da kıtlık ve sefalet içinde yaşayan insanların Birleşik Devletler tarafından gönderilen buğdayları ve tahsis edilmiş krediyi öğrendikleri andaki sevinçlerini fotoğraflarında gösteriyor. 1954 yılında Werner Bischof ve eşi Mexico City’e gitmiş ve burada Bischof, Frida Kahlo’yu tekerlekli sandalyesinde resim yaparken çekmiş. Fotoğraf karesine atölyenin geri kalanında bulunan fırçalar ve raflar üzerine yerleştirilmiş heykelleri de dahil eden sanatçının çalışması sergide yer alan diğer işler arasında.
Sanatçı kişisel web sitesinde Japonya’ya özel bir ilgi duyduğu belirtiyor. Bu bağlamda Haziran 1951’den Mayıs 1952’ye kadar Japonya’da bir stüdyo açmış ve bu bölgede birçok fotoğraf çekmiş. Sergide Japonya’da çekmiş olduğu karlı bir manzarada yürüyen iki kişinin fotoğrafı yer alıyor. Yine Japonya’da İmparator Hirohito’nun geliş anında, tahminen 5 yaşındaki bir çocuğun merak dolu yüz ifadesinin fotoğrafı Bischof’un sergilenen fotoğrafları arasında. Sanatçı aynı yıllarda Kore Savaşı’ndaki askerleri ve orada yaşayan insanları fotoğraflamak amacıyla sık sık Güney Kore ve Kuzey Kore’yi ziyaret etmiş. Koje Do Adası’nda bulunan Kuzey Koreli mahkumların yaşam koşullarının fotoğrafını çeken sanatçının sergilenen fotoğrafları arasında Kuzey Korelilerin giysilerinin dikenli teller üzerinde kurumaya bırakılmış hâli, onlara özel bir eğitim kampında kare dansı yaptıklarındaki bedensel kıvrımları, çok küçük yaşta olan çocukların zor koşullardaki yaşamlarının fotoğrafları yer alıyor. Savaş döneminde başkent olan, Güney Kore’de bulunan Pusan’ın tren istasyonundaki genç ve yaşlı insanların merak ve korku dolu yüz ifadelerinin yansıtıldığı fotoğrafları da sergide izleyiciyle buluşuyor. Bischof film çekmek için gitmiş olduğu Peru’nun dağlık bir bölgesinde flüt çalan çocuğu ve yokuşta yürüyen insanları da kadrajına almış.
Küçük yaştaki çocukların korku, şaşkınlık ve merak dolu bakışlarını yansıtan fotoğrafların sergide en çok ilgi gören fotoğraflar olduğu söylenebilir. İzleyiciler bu fotoğraflar karşısında uzunca bir zaman harcıyor. Bu fotoğraflarda yukarıda belirtildiği gibi tüm masumiyetiyle fotoğraflanan çocuklar etraflarında nelerin olup bittiğini anlamaya çalışıyor, daha tam olarak savaşın ne anlama geldiğini bilmedikleri için ne yapacakları konusunda kararsızlık yaşıyorlar. Günümüzde de birçok ülke arasında gerek siyasi gerek politik anlaşmazlıklardan dolayı savaşlar yaşanıyor. Bu ülkelerde doğan çocukların aileleri, çocuklarının gelecekleri konusunda bir korku yaşıyor. Çocuklar doğumlarından itibaren bir savaş ortamında bulundukları için asker olmayı, savaşmayı ve can vermeyi bir sorumluluk olarak görüyor. Magnum Ajansı fotoğrafçıları arasında yer alan Werner Bischof, sergilenen çalışmalarının yanı sıra sergilenmeyen çalışmalarında da bu konuya değiniyor.
“Werner Bischof 1936-1954”, 30 Ağustos tarihine kadar bomontiada’daki Leica Galeri’de görülebilir.