Seramik sanatçısı ve tasarımcı Riella Baruh ile sanatsal yolculuğunu, çalışmalarının odağına aldığı terapi kavramını ve son sergisi “Self Therapy”yi konuştuk.
Riella Baruh’un sanat ile ilk profesyonel bağı henüz 15 yaşındayken sanat eğitimine başladığı Prof. Gökhan Anlağan atölyesinde kuruldu. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Tekstil Bölümü’nden mezun olduktan sonra eğitimine Royal College of Arts Londra’da devam etti. 2005 yılında “Therapy Room” adı altında tasarım projelerine başladı. Ardından gelen süreçte Viyana, Stuttgart ve Tokyo tasarım haftalarına davet edildi. Yapı Kredi Bankası sponsorluğunda “Cow Parade” projesine dahil oldu, WWF gibi farklı kurumların projelerinde yer aldı. Profesyonel çalışma hayatında ev tekstili ürünleri tasarım direktörlüğünü üstlendi ve “HomeTherapy” adı altında kendi ev tekstili markasını kurdu. 2014 yılında “Dereotu’nun Gösterisi” adlı video işiyle Mamut Art Project’e kabul edildi. Sanatçı son olarak Aralık 2023’te Artopol Gallery’de gerçekleştirdiği kişisel heykel sergisi “Self Therapy / Kendi Kendine Terapi” ile izleyici karşısına çıktı.
Sanatla yolunun kesiştiği yerden son sergisine kadarki yolculuğuna, çalışmalarındaki teşvik edici düşünce ve duygulara, “Therapy” kavramı altında topladığı üretim sürecine dair Riella Yakar D. Baruh ile sohbet ettik.
Sanat ve tasarımla yolunuz çok erken yaşlarda kesişiyor ve bugün hâlâ bu alanda düşünmeye, tasarlamaya ve üretmeye devam ediyorsunuz. Bu yolculuğu başladığı yerden bugüne nasıl değerlendiriyorsunuz?
Her ne kadar sanat ve tasarım çok net hatlarla birbirinden ayrı kavramlar, amaçları birbirinden farklı olsa da, sanat ve tasarım benim dünyamda hep birbirleriyle iç içe geçmiş ve hep birbirlerine hizmet etmişlerdir. Beni heyecanlandıran bir tasarım gördüğümde oradaki fikir, biçim ve görsellik bir sanat eserine duyduğum hayranlık ve saygıyı uyandırır.
Tasarım müzelerinde tasarımların da aynı sanat eserleri gibi yüzyıllarca saklanmaya değer bulunduğunu, onlara birer eser olarak saygı duyulduğunu gördüm. Aklın, ergonomi ile yaratıcılığın, sanatsal kaygıların nasıl aynı anda, aynı üründe var olabildiğine şahit oldum ve çok etkilendim.
2005 yılında tasarımcı kimliğimle önceden yaptığım sanat çalışmalarını farklı tasarım objeleriyle birleştirme yoluna gittim. Sonra bir süre sadece sanat ile ilgilendim, kısa bir süre grafik tasarımcısı olarak yaratımıma devam ettim. 15 yıl boyunca profesyonel olarak tekstil tasarımcısı olarak çalıştım. Malzemem hep değişti ama işim hep yeni bir şeyler yaratmaktı.
Şu anda seramik sanatçısı olarak karşınızdayım. Söylemek istediğim şeyi çamurla ifade etme yolundayım. Düşünen, kurgulayan ve yaratan biri olarak karşınızdayım. Farklı disiplinlerle olan ilişkim benim bugün yarattığım işlerde doğru biçim ve düşünceyi bulmamda çok yardımcı oluyor. Farklı malzeme arayışım hep devam ediyor. Bir şeyler yaratırken malzemeye bağımlı olmamam, esneme kabiliyetimin olduğunu bilmek bana özgür hissettiriyor bunu da geçmişime borçluyum.
Kendinizi seramik sanatçısı olarak tanıtıyorsunuz şu anda. Sanat ve tasarım dünyasında ifade alanı bulmak sizin için ne kadar önemli? Bu yaratıcı dünya yaşam pratiklerinizi ne yönde etkiliyor?
Asıl olan kendimi ifade etmek. İşleri sırasıyla incelerseniz o dönem kalbimin nerede, ne için attığını görebilirsiniz. Bugüne kadar yaptığım her iş ve proje için heyecan duymuşumdur. Çocuk gibi heyecanlanmış ve mutlu olmuşumdur. Tabii ki bu mutluluğa giden yol acısız ve kolay olmadı. Doğru yolu bulmak için hem düşünsel hem fiziksel olarak çok yoğun çalışmaktan zorlandığım dönemler oldu. Sonucunda çıkış yolunu bulduğumda hayat da daha keyifli oldu. Kendimi ortaya koyma, kendimi ifade etme biçimi olarak yaratmayı seçtim. Kimi zaman bir fotoğrafta, heykelde kimi zaman bir objede veya tekstil malzemesinde var oldum. Bakalım bundan sonra nerde nasıl var olacağım? Değişmek ve dönüşmek çok heyecanlı değil mi? Yani yaratmak vazgeçilmez benim için.
Eğitiminizi MSGSÜ’de Tekstil Bölümü’nde aldığınızı, Royal College of Arts Londra’da eğitiminize devam ederken resim yapmayı sürdürdüğünüzü biliyoruz. Temelde aldığınız eğitimi aşıp farklı medyumlarla çalışan bir sanatçısınız. Resim, video, heykel, tasarım objeler. Sanatçı ve tasarımcı olarak sanat pratiğinizi nasıl tanımlarsınız?
Söylemek istediklerimi insanlara farklı malzemelerle söyleme yolunu seçtim. Alışmış olduğum, bildiğim medya ve malzemeler dışında yeni malzemelerle ifade yolunu aradım. Bu beni hep dinamik ve heyecanlı tuttu. Heyecan, yaratım için en önemli şey ve eğer bir şeye heyecanımı kaybedersem üretmem neredeyse imkansız oluyor. Farklı şeyler denemek de zaten heyecan verici. Öğrenmek ve yeni bir şey denemek beni özgürleştiriyor. Özgürleştirdiği gibi de geliştiriyor. Düşünsel olarak gelişmek, beceri olarak gelişmek, farklı malzemeleri öğrenmek beni daha donanımlı bir insan olarak geliştirdiği gibi hayatıma da çok güzel bir lezzet katıyor. Yaşadığımız kısacık bir dönemde günlerimin daha anlamlı olmasını sağlıyor.
Öyleyse sizin için yaratıcı bir fikir bulmak bunu hayata geçirmek nasıl bir çizgide gerçekleşir? Nerelerden ilham bulursunuz ve bunu hayata geçirmek için neler gerekir size?
Aslında yaratıcı bir fikir arayışına hiç girmedim. Söylemek istediğim şeyleri nasıl daha iyi bir şekilde ifade ederimin yolunu bulmaya çalıştım hep. Düşüncelerimi, hislerimi tam olarak analiz etmem, neyi neden yaptığımın farkına varmam, içsel hesaplaşmalar ve çıkan sonucu hep yansıtmaya çalıştım. Bu ifade etme, görme biçimleri ve karşı tarafa bir şeyleri aktarma dürtüsü çok doğal gelişen bir dürtü, tüm sanatçılarda var olan bir ihtiyaç. Kimisi müziğiyle kimisi filmleriyle kimisi de formlarıyla ortaya koyuyor kendilerini. Gördüğüm, duyduğum, kokladığım, hissettiğim bazen de dokunduğum bir şey benim ilham kaynağım oluyor. Algım o anda neredeyse gözüm onu daha çok görüyor, bir oyun gibi. Bazen yansımaların peşine düşüyorum bazen gölgelerin bazen çocukluğun, neşenin yada mutsuzlukların. Yani ilham kaynağım hayatın kendisi diyebiliriz.
Sizin öne çıkan yönlerinizden biri konsept çalışmalarınız. “Therapy” ise bu projelerinizi temsil eden önemli bir çatı kavram. 2005 yılında başlattığınız tasarım projeleri “Therapy Room”. Ev tekstil ürünleri ürettiğiniz “HomeTherapy” ve geçtiğimiz aylarda sanatseverlerle buluşan “Self-Therapy” adlı serginiz. “Therapy” sanatsal üretimlerinizi altında toplayan bir başlık olarak ne ifade ediyor? Konsept içinde çalışmalarınıza ve dışında ise izleyicisindeki yansımaları hakkında neler söylemek istersiniz?
2005 yılında yola çıkarken hayatım boyunca yapacağım işlerin hepsinin bir çatı altında toplanmasını istedim. Üretmekten hiçbir zaman vazgeçmeyeceğimi biliyordum çünkü çok küçük yaşlarda bile ben hep bir şeyler üretirdim. Elimdeki obje ve kıyafetleri modifiye eder yeni bir şeyler yaratırdım. Küçükken gece yarısı kalkıp etraftaki eşyaları değiştirirdim. Mesela duvardaki saati söküp içine resim yaptığımı hatırlıyorum. İşimi tamamlayıp sabaha karşı geri yatardım huzurla, muhteşem bir mutlulukla. Babamın plaklarını boyardım. Hiç kızmazlardı babam ve annem, ilgiyle beklerlerdi acaba şimdi neyi boyayacak diye. Kıyafetlere resimler yapardım, duvarlarımı boyardım. Hatta henüz 14 yaşındayken ücretli olarak arkadaşlarımın odalarına duvar resimleri yaptım. O zamanlar da aynı şeyi hissederdim işi bitirdiğimde şimdi de aynı şeyi hissederim. Huzur. Bu benim bir parçamdı, bir şeyleri tasarlamak üretmek bana hep iyi hissettirirdi.
Birçok isim düşündükten sonra yaptığım işin bana terapi gibi geldiğini hissettim. Sadece çok içselleştirdiğim bir konseptin uzun vadeli olabileceğini biliyordum. “Therapy” bu şekilde ortaya çıkmış oldu. Kendini ifade etmenin malzemesi, biçim ve tekniği değişebilir hatta sektör bile değiştirebilirdim ama bana iyi gelen şeyin daimi olacağını biliyordum.
“Therapy” ismi herkesin ihtiyaç duyduğu mutluluğu ve dinginliği anımsattığı için izleyiciler tarafından hep yakınlık kurdukları bir isim oldu. “Self Therapy” benim tamamıyla iç dünyamı ortaya koyma çabamdı. Açıktım ve samimi. Gelen izleyiciler de kendilerini bana açtılar ve heykellerin onlarda neler hissettirdiklerini anlattılar aynı bir terapi gibi. O zaman tekrar çok doğru bir isimle var olduğumu, tekrar anlamış oldum. “Self Therapy” bir şekilde onlara da değmiş, belki de iyi gelmiştir.
Hazır “Self-Therapy” adlı serginizden bahsediyorken geçtiğimiz aralık ayında Artopol Gallery’de izleyici karşısına çıkan bu serginizi sizden dinlemek isterim. Dışarıdan baktığımızda çamur kütlelerine saplanmış Ninja yıldızları oldukça tehditkâr bir his yaratıyordu. “Self-Therapy”nin ortaya çıkış fikrini ve üretim sürecinizi anlatır mısınız?
“Self Therapy”den önce “Group Therapy” adı altında başka bir proje üzerinde çalışıyordum. Her zaman yanımda olan sevdiğim insanların karakterlerini düşünerek her biri için özel yeni bir canlı yapıyordum. Hepsi birleşip bir topluluk yaratacaklardı ve bir dairede yüzleri birbirine dönük durarak grup terapisi yapacaklardı. Kendi heykelimi yaptıktan sonra aslında kendimle ilgili daha derinleşip sadece derdi “Ben” olan yeni bir şey yaratmak istediğimin farkına vardım. “Self Therapy” fikri bu şekilde ortaya çıktı.
Fikrin malzeme ve üretim pratiğinizi belirlemesindeki etkisi nasıl oldu? Çamur ve bu obje fikrinizi nesneler dünyasına taşımanızda ne kadar yardımcı oldu?
Üretim döneminden önce biçimlerimi seçmek ve hangi duygumun üzerine bu sergiyi kurgulayacağımı bulmak benim için çok zor ve acılı oldu. Ve ben, beni üzen, en mutsuz eden tüm duygularımla yüzleştim. Bunları en iyi ifade etme yolunu aradım. En yırtıcı keskin silahları araştırdım. Ve birden çok keskin tarafı olan ve fırlatıldığında kesinlikle kaçamayacağın Ninja bıçaklarını “Shuriken”i seçtim. Kelime anlamı “el içinde gizli bıçak” olan, geleneksel olarak Ninjalar tarafından kullanılan “Shuriken”, yıldız şeklinde, sert çelikten yapılmış ve havada yay çizmesini önlemek için ortası delik ya da ortasına ağırlık takılmış bir silahtır. Form olarak da istediğim geometride olduğu için ve tasarladığım görselliğe en uygun hizmet edeceği için onları çamurdan yapmaya başladım. Onları neye, nasıl saplayacağım sonra netleşti. Yine Japon zen bahçelerinde sıkça görülen doğayı ve karayı simgelediği gibi dik duruşu da simgeleyen kayaları da işimin içine almak istedim. Ve tüm ortaya çıkan duyguları bu sembollerle karşı tarafa aktarmaya çalıştım.
Ne demek istediğim, yolda ortaya çıktı. Bitmiş iş, bir sonraki söylemek istediğim şeyin ihtiyacını doğurdu. Açıkçası bu akış çok doğal ve kolay oldu. Tıpkı benim gibi kimi zaman yumuşacık kimi zaman sert çamurda var olmaya karar verdim bu sefer.
Taş mıydı benim savaştığım yoksa Ninja silahları mıydı karşı çıktığım, bilmiyorum. Bazen kaya kadar sert olmaya çalıştım, bazen Ninja silahları gibi yırtıcı.
“Self-Therapy” iki bölümden oluşuyordu: “Dişe diş, Kana Kan” ile “Darbeler”. Bu başlık mücadele ile birlikte yenilgileri aklıma getiriyor. Sizin yaratıcı dünyanızda nasıl bir araya geldiler? Sizin “Self-Therapy” deneyiminiz nedir?
Taşların, kayaların üzerine saplanmış olan kesici silahlar güç savaşımı, yersiz ve bir sonuca varamayan mücadelemi, taşların içinde olan silahlar aldığım yaraların, darbelerin temsilidir.
Duygular ellerimle şekillendirdiğim çamurlar ve sivri silahlar sayesinde somutlaştı. İlk seri “Dişe diş, Kana Kan” bir güç gösterisi. İkinci seri “Darbeler” farkındalık dönemi.
İnatlaşmalarım kabullenişi getirdi. Her bir saplayış ise bir hırçınlığın, acının, yetemememin, huzursuzluğun, endişenin dinmesini sağladı. Bu sergideki eserler benim bütün bu gerginlikleri, düğümleri çözme çabamın sürecidir. Çamurla ortaya çıkan bu duygular yine çamurla böylelikle dindi.
İşte en güzel Terapi... Kendi Kendine terapi.