Uniq Galeri, 6 Ekim ve 6 Kasım 2016 tarihleri arasında, heykel sanatçısı Nilhan Sesalan’nın bir yapıt olarak atölye mekânını izleyicilerle paylaşıyor. Taştan polyestere, ahşaptan metale, çok sayıda malzemeye hayat veren Sesalan, çeşitli renk ve biçimlerle heykelde geniş özgün bir dağarcık oluşturuyor. Sanatçının derin bir tarihsel ve kültürel birikimin ögelerini oluşturan yapıtları, lirik bir anlatımla, Anadolu coğrafyasının zengin belleğinden gündelik yaşamın kaotik detaylarına dek referanslar taşıyor.
“Atölye” sergisi sanatçının elinin değdiği tüm oluşumların mutfağını onun üretim tecrübeleri ve yaşanmışlıkları ile birlikte sunuyor. Renkli kalemlerini ve karalamalarını okuduğu kitapları üzerinde taşıyan çalışma masası, önlüğü, çantası, heykellerinde kullandığı taş örnekleri, birbirinden farklı araç ve gereçleri ile üretim sürecine ilham veren, dokunan, kararlarını ve seçimlerini sunan atölyesi, Nilhan Sesalan’ı içeriden gözlemlemeye, tanımaya ve onunla iletişim kurmaya olanak sağlıyor. Bir yapıt olarak izleyici ile buluşan “Atölye” aynı zamanda sanatçının kendi dünyasının çeperlerinden bir an için çıkmasına, bir yabancı olarak atölyesini deneyimlemesine ve izleyici-sanatçı ile atölyesi arasındaki ilişkiyi gözlemlemesine de izin veriyor. Nilhan Sesalan ile, bu bağlamda gerçekleştirdiğimiz söyleşi ise sergi ve içeriği ile ilgili pek çok soruya yanıt sunuyor.
Uniq İstanbul’da açılan serginizde bir sanatçı atölyesi sunumu ile karşılaşıyoruz. Serginin içeriğinden bahseder misiniz?
Benim için sergimin içeriği yirmi beş yılımdır; doğduğum topraklarda bir sanatçı olarak nasıl yaşadığımdır, heykel yaptığım ülkeler ve her seferinde atölyeme geri dönüşümdür; ilk söylediği sözler “atölye” olan kızım Asya, metal heykellerine eridiğim eşim Cengiz, malzemelerim, defterlerim, aletlerim, radyodan gelen müzik, kitaplarım, gitmeyen, gidemeyen, bırakamadığım heykellerim, anılarım, bende kalanlardır…
Atölyenizi bir bütün olarak toplumla buluşturan bu sergi fikri nasıl ortaya çıktı?
Güneş Nasuhbeyoğlu’nun fikriydi. Her zamanki kibar tebessümüyle beni kahveye davet etmişti, sohbet ediyorduk. O zaman Uniq Galeri’yi ilk görüşümdü. “Nilhan seninle bir şeyler yapalım, bir sergi ya da mesela bir yapıt olarak atölyenin yerleştirmesini burada yapalım, ne dersin?” dedi. Atölye fikri o söyler söylemez hayallerime yerleşti. Daha önce taş ya da ahşap yontarken bütünden eksilttiğim parçaları düzenlediğimde bir yapıt oluşturabileceğimi deneyimlemiştim. Şimdi de bende kalanları bir yapıt olarak düzenleyecektim. Bu fikir beni heyecanlandırdı.
Sergide size dair pek çok detayla karşılaşıyoruz; çalışma masanız, çekmecelerinde kalemleriniz, üzerinde kitaplarınız, desenler vb. Bir sanatçının üretim alanına referans veren bu proje kapsamında en çok ön plana sunmak istediğiniz detaylar neler oldu?
“Serginin omurgası heykellerim olsun” diye aklımdan geçiyordu, ama en çok sunmak istediğim şey onlar değildi. Samimi, dolaysız ve süssüz bir yerleştirme istediğimi hissediyordum. Sergi, varlığımızın bu kadar kırılgan oluşunun “sızı”sını taşısın istemiştim. Şimdi sergi açık, nelerin nasıl fark edildiğini her fırsatta öğrenmeye çalışıyorum. Bence izleyici sürprizlerle dolu, herkesin ucundan tuttuğu şey farklı, bir performans tadındalar.
Serginiz iki yönlü bir tutuma sahip; hem başlı başına bir bütün sanat yapıtı olarak hem de size dair çeşitli ögelerin ayrı ayrı sunulduğu çok sayıda materyalin yer aldığı ayrıntılı bir sergi olarak tezahür ediyor. İzleyiciler sergiyi nasıl bir tutumla gözlemlemeli?
Sergimdeki gizli öznenin 25 yıllık zaman ve içine doğduğum mekân olduğunu düşünüyorum. Türkiye’nin ve dünyanın 25 yılında, her gün yapmak istediklerine şans tanımak için çabalayan bir insanın/sanatçının kalanları… Geçtiğimiz bu 25 yılda Türkiye ve dünyada neler yaşanmış, kısaca bir gözden geçirilsin isterdim. Öyle düşünüyorum ki bu çeyrek asırdan sonra Polen Çağı’nda evrilen dünya için sağlam bir okuma yapmak kıymetlidir.
İzleyiciler tarafından nasıl tepkiler alıyorsunuz? En çok karşılaştığınız sorular neler oldu?
İzleyicinin “Atölye”de bana ait olmayan heykelleri çok kısa sürede fark etmeleri ve onlara bu heykellerin koleksiyonumun ve atölyenin parçaları olduğunu söyleyebilme şansını bulmam benim için güzel sürprizlerden biri oldu. En çok merak edilen konulardan biri de şuydu: “Atölyeniz buradaysa siz şimdi nerede çalışacaksınız?” Birkaç haftadır çalıştığım bir taş atölyesi var, sergi bitene kadar da bu taş atölyesinde çalışmaya devam edeceğim.
Siz bu atölyenin sahibi sanatçı olarak bu sergi özelinde neler hissettiniz? Bir sanatçı için kendi atölye mekânını, onun atmosferinden dışarı çıkıp, bir sanat yapıtı olarak izlemek farklı bir deneyim olmalı. Siz neler gördünüz?
İlk istediğim şeylerden biri “sahibi olma” duygusu ve egoyu geriye çekebilmiş olduğumu görmekti. Az önce bahsettiğim “varlığımızın bu kadar kırılgan oluşu”nun sızısıyla baş etmek de hiç kolay olmadı.
Bu sergi kapsamında hem büyük hem de küçük pek çok eseriniz de yer alıyor? Bu eserler ilk defa bu sergide mi sergileniyor? Eserler arasında bu sergiyle bağlantılı özellikli eserler var mı?
Uniq’in Galeri’nin teklifine kadar, atölyemde neler biriktiyse onlar var sergimde. Yeni bir yapıt yapmış olsam da koymadım.
Bu sergi bağlamında fiili bir üretim pratiği söz konusu değil. Ancak bu ortamın içinde sanatçının nasıl üretim yaptığı izleyicide merak konusu oluveriyor. Genel üretim pratiğinizi nasıl değerlendirirsiniz? Yeni bir çalışmaya başlama süreci nasıl gelişiyor? Esinlendiğiniz referanslar veya durumlar nasıl bir süzgeçten geçerek heykele dönüşüyor?
Bu merak benim olmasını dilediğim şeylerden biriydi. Sergide üretmek ise içeriği değiştireceği için tercih etmediğimiz bir şeydi. Yapıt üretme pratiğimin, kendimi geçmişime dönük analiz ettiğimde, “fikri” odağa yerleştirdiğini görüyorum. Beni ikna eden fikirlerin maddeye dönüşmesi, malzemeyi bilmiyorsam öğrenmemi gerektirdiği için 25 yılda pek çok malzemeyi ustalık derecesinde kullanabildiğimi söyleyebilirim. Bir tek elektrik kaynağını hiç kullanmadım, kardeşim Fetiye ve eşim Cengiz’in bu teknikle muhteşem heykeller yapmalarından etkileniyorum sanırım.
Çalışmalarınızda arkeoloji, mimari ve doğa temaları ile karşılaşıyoruz. Çalışmalarınızın referansları nelerdir?
Yakınlar ile uzaklar, geçmiş ile gelecek … Her şeyi olduğu gibi, algılamayı istediğim gibi, zamanı eskiden doğulu filozofların yaptığı gibi noktasal algılamayı da seviyorum. Bazen de hiç bir şeye etki etmek istemeden her şeyin içinde süzülen, edilgen bir izleyici olmayı tercih ediyorum. Ağaç gibi hissediyorum bazen; yaşıyorum, tomurcuk da veriyorum, çiçek de açıyorum, çiçeklerim meyve de olabiliyor. Bakıyorum “Turuncu yuvarlak bir portakala yahut bir güneşe benziyor” diyebiliyorum.
Eserleriniz bugün nerelerde sergileniyor?
Akademiye başladığımda heykel yaparak dünyayı dolaşacaksın deselerdi inanmazdım. Bugün Arjantin’den Hindistan’a, Japonya’dan Fransa’ya pek çok ülkede heykellerim var. Kamuya ait alanlarda heykel yapmayı sevdiğim gibi, her kategoride yapıtlarımın hayata karışmasını da seviyorum. Uniq Galeri’deki dört haftalık “Atölye” sergisinde ise “kalanlar” kısa bir süre için de olsa dört duvarımın dışındaki hayata karışmış oldular.
Yakın gelecekte sizi hangi projelerde göreceğiz?
Daha dün biten “Gökyüzünde Yalnız Gezen Yıldızlar” ve “Ormanda bir Gece” adlı yapıtlarım bugün açılacak Contemporary İstanbul/Art On Galeri’de izleyici ile buluşacak.