24 HAZİRAN, PAZARTESİ, 2013

We Will Win

Burak Delier, 2008 yılında Taipei Bienali’nde Shijhou Kabilesi’nin bulunduğu bölgede mütenalaştırmaya karşı “We Will Win” adlı bir pankart hazırladı, 2010 Taipei Bienali’nde ise sanat yapıtının izleyiciler üzerinde farklı etkilerini araştıran We Will Win anketini gerçekleştirdi.

We Will Win

Burak Delier 2008 Taipei Bienali’ndeki işinde, bölgede yaşayan halkın desteğiyle hazırladığı We Will Win pankartını, burada yeni yapılan gökdelenlerin üst katlarından kolaylıkla görülebilecek bir konuma yerleştirdi. Bu müdahale, “hayat kalitesini artırma” ve “kentsel dönüşüm” söylemiyle mahalledeki evlerin yıkılıp yerini yeni yapıların alacağı bir bölgede gerçekleşti.

2010 yılında sanatçı tekrar Taipei Bienali’ne davet edilerek proje üzerinde çalışmaya devam etti. Bu çalışmasında “We Will Win” adlı müdahalenin etkisi üzerine bir anket yaptı. Piyasa araştırması formatında yapılan bu anketin ilk bölümünde, sanatın genel anlamda nasıl algılandığını, ikinci bölümünde ise “We Will Win” işinin halk tarafından nasıl algılandığını sordu.

Bu araştırmada sanat ile doğrudan ilişkili dört grup vardı: Birinci grup karar mercileri ve yöneticiler, ikinci grup küratörler ve sanatçıar, üçüncü grup sanat izleyicisi, dördüncü grup ise çalışanlar ve stajyerlerden oluşuyordu. Bu anket, We Will Win müdahalesinin insanlar tarafından nasıl karşılandığını ve kültür endüstrisine dair neleri ortaya çıkardığı sorularına cevap bulmaya çalıştı. 

Burak Delier’in We Will Win müdahalesi ve ilgili anketin sonuçları üzerine yazdığı Bir Sanat Bienali’nde eleştiri sunmak mümkün mü? adlı makaleden Sanat mı Siyasal Eylem mi? başlıklı bölümden:

Katılanların %76’sı WE WILL WIN müdahalesini beğenmiş. Fakat projeyi sanat olarak tanımlayanlar %09 ile sınırlı kalmış, katılanların %56’sı müdahaleyi “daha çok siyasal eylem” olarak tanımlıyor. Her ne kadar eleştiri potansiyelinin Bienal gösterisinde nötralize edilip edilmediği konusunda eşit bir bölünmüşlük varsa da katılanların %72’si Shijhou yerleşke sorununun tartışılması için Bienal’in uygun bir yer olduğunu söylüyor. Yukarıda “güzellik” ve “yenilik” kategorileri ile sanatı tanımlayan gruplar(izleyiciler ve çalışanlar) WE WILL WIN müdahalesini yüksek oranlarla beğenmişler. Bunun yanında yukarıda “eleştirelliği” ve “muğlaklığı” sanattaki en önemli şeyler olarak addeden ve sanatın sosyal mücadelelerden özerk olmaması gerektiğini söyleyen sanatçı ve küratörler müdahaleyi görece en yüksek oranla “sanat” olarak adlandırıyor, fakat genel ortalamanın aşağısında bir oranla beğeniyorlar.

Bu bir çelişki mi? WE WILL WIN müdahalesinin “sanat” olarak tanımlanmadığını göz önüne aldığımızda karşılaştırmalı oranlar bir çelişkiyi değil, uyumlu bir tavra işaret ediyor. Müdahale sanat kategorisine girmese dahi beğeniliyor. Sanat kategorisine yaklaştığında ise profesyoneller tarafından görece daha az beğenilmeye başlıyor. Dolayısıyla sanat tanımının “güzel” kavramı ile bağlantılı “siyasal angajman” ile bağlantısız olduğunun bir kez daha vurgulanıyor. İzleyiciler “sanat değil ama beğeniyorum ve Bienal’in içinde bulunmasını destekliyorum” diyorlar. Bu noktadan iki sonuç çıkartabileceğimizi düşünüyorum 1) Bienal farklı tavırların, siyasal ve sosyal meselelerin “daha çok siyasal eylem” olsa da kabul edilebileceği ve tartışılabileceği bir alan olarak görülüyor. 2) WE WILL WIN genel sanat fikrini zorlamayı ve sorunlaştırmayı başarıyor. Sanat tanımına ve sanattan beklentilere yaptığı müdahale ile geçişli bir aralık açıyor.

Genel olarak bakıldığında izleyicinin, WE WILL WIN müdahalesini, asıl olarak “güzellik” ve “yenilik” ile ilgili olan büyük sanat tanımı içinde “eleştirel bir güç olarak sanat” ve “kamuoyunu etkilemeye çalışan sanat” başlıkları altına sokarak içeri aldığını savlayabiliriz. Bienal ise bu geçişli alana zemin sağlayan bir ortam olarak ortaya çıkıyor.

Spesifiklik Eleştiriyi Güçlendirir.

Anketin ilk bölümünde farklı gruplar birbirleriyle uyumlu bir şekilde ortalama %63 olarak eleştirinin spesifikliğe bağlı olmadığını belirtiyorlar. Buna rağmen proje katılanlara sunulduktan sonra %77’si bu tür site-spesifik projelerin eleştiri sunmakta daha etkili olduğunu söylüyor.



WE WILL WIN müdahalesini planlarken temel meselem eleştiriyi, soyut ve genel bir çerçeve içerisinde değil, belli bir bağlamda, ama bunun gibi diğer bağlamları ve toplumsal mücadeleleri de yankılayacak bir şekilde sunmaktı. Sanata ayrılmış alanlarda Bienal gibi büyük formatlarda canlandırılan farklı oluş biçimlerinin ve sunulan eleştirinin kolayca yutulduğu kaygısı ile somut, sorunlu, canlı güç ilişkilerine müdahale edecek bir yöntem geliştirmeye çalıştım. Amacım, yeni ve başka vizyonlarla, ayrıcalıklı bir alanda sıfırdan kurulan bir mekân ve zaman değil, hâlihazırda var olan ve kentsel mekânda somutlaşan, sosyal, ekonomik ve siyasal ilişkiler içerisinde bir billurlaşma yaratabilmekti.

Spesifiklik bu anlamda WE WILL WIN müdahalesinin temel kavramlarından biri. Dolayısıyla müdahalenin etkisini en iyi test eden sorular, spesifiklik ve eleştiri arasındaki bağlantıyı araştıran sorulardı. Soru, yukarıda sanat tanımını araştıran bölümle paslaşacak şekilde şöyle de formüle edilebilir: Eleştiri ve sanat, mekân, zaman ve ilişkiler üzerinde ve bunlar üzerine mi bir söylem geliştirerek daha etkili olur yoksa hâlihazırda var olan sosyal, siyasal, kentsel eşitsiz güç ilişkileri içinde mi? WE WILL WIN müdahalesini organize eden Kontratak bu iki tavrın örtüştüğü bir yere oturmak istiyordu. Kontratak eşzamanlı olarak sergi salonunda kurgusal bir örgüt ve dışarıda kurgusal olmayan verili güç ilişkileri içinde toplumsal bir mücadele ile işbirliği geliştirerek eyleyen bir örgüt olmayı hayal ediyordu.

Projenin sunumundan sonra spesifikliğe dair vurgunun artması eleştiriye dair böyle bir hassasiyetin genel bir kanaate dönüştüğünü gösteriyor. Spesifiklik ve belirli bir bağlamdan konuşmak eleştiriyi güçlendiriyor. Hem egemen güçten hem de sosyal mücadelelerden özerk olarak tasavvur edilen bağlamsız, nötr sanata karşı, bağlam ve spesifiklik ile canlanan eleştirel bir güç olarak sanat fikri güçlü bir yankı buluyor.


Bunun yanında WE WILL WIN projesinin kamusal farkındalık yarattığına inananların oranı %58. Bunun içerisinde sanatçılar en düşük orandayken, yöneticiler en yüksek oranda. Ayrıca yöneticiler %88 oranında sanatın “dönüştürücü bir potansiyel” olduğuna inanıyor. Yöneticilerin sanata bu kadar yatırım yapmalarının arkasında muhtemelen hem günümüz iktidarı içinde sanatı hem de kendi konumlarını meşrulaştırmanın bir argümanı oluşuyor. Bunun yanında yöneticilerin %55’i, sanatçıların %44’ü bu tür projelerin kente değer katmada bir yol olduğuna işaret ediyorlar. Bu noktada sanatçılar- küratörler ve yöneticiler arasında bir ayrılık göze çarpıyor. Yöneticiler için kente değer katmak ile kamusal farkındalık yaratmak arasında bir bağ var. Sanatçılar için ise yok. Örneğin sanatçılar için bu müdahale kente değer katmanın bir yolu olsa da, kamusal farkındalık yaratma da başarısız olabilir. Sanatçılar daha ayık bir şekilde eleştirinin yönetilebileceğine ve kapılabileceğine dikkat çekiyorlar. Zaten yöneticiler de sanatçıların bu kaygısını onaylayacak şekilde cevap veriyorlar. Yöneticiler sanata belli bir iktidar atfediyorlar. Sanat kente değer katar ve kamusal farkındalık yaratır. Sanata bu potansiyelleri atfetmeleri kendilerini iktidarlı ve kapasiteli hissettiklerinin bir ifadesi. Buna karşın sanatçılar ve küratörler –ki sanat alanının asıl özneleri olduğunu varsayıyoruz- yöneticilere göre belli belirsiz bir iktidarsızlığın alametlerini sezdiriyorlar. Yöneticiler için bu tür projelerin amacı kentsel alandaki çelişkileri göstererek hâlihazırdaki egemen iktidar anlayışını sorun haline getirmek değil, uzlaşmacı bir ortam yaratarak kente değer katmak.

Bu iki grubun anlaştığı ve diğer iki grupla çatışan konu ise sanat alanındaki eşitsizlik ve demokrasi eksikliği.

- Makalenin tümüne  http://burakdelier.files.wordpress.com/2012/12/bir-bienalde-elestiri-sunmak-mumkun-mu_tr.pdf linkinden ulaşabilirsiniz. - 



Bunun yanında WE WILL WIN projesinin kamusal farkındalık yarattığına inananların oranı %58. Bunun içerisinde sanatçılar en düşük orandayken, yöneticiler en yüksek oranda. Ayrıca yöneticiler %88 oranında sanatın “dönüştürücü bir potansiyel” olduğuna inanıyor. Yöneticilerin sanata bu kadar yatırım yapmalarının arkasında muhtemelen hem günümüz iktidarı içinde sanatı hem de kendi konumlarını meşrulaştırmanın bir argümanı oluşuyor. Bunun yanında yöneticilerin %55’i, sanatçıların %44’ü bu tür projelerin kente değer katmada bir yol olduğuna işaret ediyorlar. Bu noktada sanatçılar- küratörler ve yöneticiler arasında bir ayrılık göze çarpıyor. Yöneticiler için kente değer katmak ile kamusal farkındalık yaratmak arasında bir bağ var. Sanatçılar için ise yok. Örneğin sanatçılar için bu müdahale kente değer katmanın bir yolu olsa da, kamusal farkındalık yaratma da başarısız olabilir. Sanatçılar daha ayık bir şekilde eleştirinin yönetilebileceğine ve kapılabileceğine dikkat çekiyorlar. Zaten yöneticiler de sanatçıların bu kaygısını onaylayacak şekilde cevap veriyorlar. Yöneticiler sanata belli bir iktidar atfediyorlar. Sanat kente değer katar ve kamusal farkındalık yaratır. Sanata bu potansiyelleri atfetmeleri kendilerini iktidarlı ve kapasiteli hissettiklerinin bir ifadesi. Buna karşın sanatçılar ve küratörler –ki sanat alanının asıl özneleri olduğunu varsayıyoruz- yöneticilere göre belli belirsiz bir iktidarsızlığın alametlerini sezdiriyorlar. Yöneticiler için bu tür projelerin amacı kentsel alandaki çelişkileri göstererek hâlihazırdaki egemen iktidar anlayışını sorun haline getirmek değil, uzlaşmacı bir ortam yaratarak kente değer katmak.

Bu iki grubun anlaştığı ve diğer iki grupla çatışan konu ise sanat alanındaki eşitsizlik ve demokrasi eksikliği.

- Makalenin tümüne  http://burakdelier.files.wordpress.com/2012/12/bir-bienalde-elestiri-sunmak-mumkun-mu_tr.pdf linkinden ulaşabilirsiniz. - 



0
2286
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage