Şubat ayında Gaia Gallery’de açılan “Streptopelia Decaocto”da, Şifa Girinci’den bir göç öyküsü dinliyoruz. Yakalı kumruların rehberliği eşliğinde, tarih ve göç sorgusu üzerine şekillenen sergi, göç kavramını kitleleri iten ve çeken etkilerden bağımsız olarak ele alıyor.
Şifa Girinci son sergisi “Streptopelia Decaocto”da, tam da en çok aklımızdan geçtiği, belki de aklımızdan hiç çıkmadığı bir zamanda zihnimizi kurcalayarak “göç” kavramına odaklanıyor. Girinci, Türkçesi Avrasya yakalı kumrusu olan “Streptopelia Decaocto”yu serginin odak noktasına yerleştirerek, bir efsanenin kapılarını aralıyor. Sanatçı, göçü zorunlu ve salt ihtiyaca dayalı bir eylem olmaktan çıkartarak, dürtüsel bir “kırsal cenneti arayış” olarak tanımlıyor.
İnsanlarda ekonomik, toplumsal, siyasi sebeplerle gerçekleşmesine aşina olduğumuz; hayvanlarda ise mevsim, iklim, besin miktarına göre yeni yer arayışını tanımlayan göç eylemi, tüm bu zorunlu sebeplerden bağımsız gerçekleşebilir mi? Göç bir mecburi ihtiyaç değil de, sanatçının tanımladığı gibi “kırsal cenneti arayış” amacıyla vuku bulabilir mi? Sergi tüm bu soruların eşliğinde doğayla bütünleşme ihtiyacı ya da ruhsal bir arayış uğruna yer değiştirmenin de pek tabii bir göç sebebi olabileceğini anlatıyor.
“Streptopelia Decaocto”nun başlangıcını yapan El Göçtü Biz Kaldık adlı neon iş, Güney Ege coğrafyasındaki yakalı kumruların ötüşüne ithafen söylenen bir tekerleme dizesinden alıyor adını. Bir yönü ve hikayesi olan sergi, esas öznesi olan yakalı kumruları tüm detaylarıyla görebileceğimiz bölmeli resimlerle devam ediyor. Boyun kısmındaki siyah şeritten dolayı yakalı kumru adını alan kuş türü, ne yazık ki İstanbul civarında pek karşılaşabileceğimiz bir tür değil. Kırsal çevrede yaşamlarını sürdüren kuşlar hakkındaki efsaneye göre, yakalı kumruların geçmişte insan olduğuna inanılıyor. Tanrının zulmünden kurtulmak için kuşa çevrilip uzak diyarlara göç ettikleri söyleniyor. Bu efsaneyi hatırlamasının ardından arşiv araştırmalarına başlayan sanatçı, böylece serginin temellerini attığını anlatıyor.
Hikaye kumruların gözünden başlıyor. Sanatçının baz aldığı mikrocoğrafyayı videolarda kumruların ve insanların gözünden görebilme deneyimini yakalıyoruz. Muğla, Kafaca bölgesinde yer alan, muhtemel ki yakın zamanda binalar altında kalacak olan göç yolunu belki de son kez dokunulmamış haliyle görüyoruz. Ağaç videosunda göçerlikten yarı yerleşikliğe geçiş dönemi olan 1938 -1970 yılları arasında, birkaç ailenin göçmekte olduğu Tepecik bölgesinde bulunan yıkılmış bir eve ait taşları ve çevresini izliyoruz. Yolculukları, o coğrafyanın insanı gibi Orta Asya’dan başlayan kumrular ve Güney Ege yörükleri bu noktada benzer özellikler gösterip birbirlerini temsil eder hale geliyorlar.
Türkiye’den Avrupa’ya sistematik göçün başladığı yıllarda, kumrular da Anadolu’yu takiben Balkanlar üzerinden geldikleri Avrupa’da hızlıca yayılıyorlar. Bu dönemde Alman ve diğer Avrupalı biyologlar türün biyolojilerini ve dinamiklerini açıklayan pek çok çalışma yapıyorlar. Yayılmacı ve hareket halinde bir tür olan Avrasya yakalı kumrularına Türk Kumrusu adı veriliyor.
Bir sonraki projeye atıfta bulunmak için sergide yer alan tığ işi çiçekler ise yine bölgeye has Zeybekleri konu alıyor. Bu rengarenk çiçekler aslında Zeybeklik kurumunun kıyafetlerine ait bir parça. Doğadan ilham alan renkleriyle dikkat çeken çiçekler, serginin politik tarafı olarak göz kırpıyor.
“Streptopelia Decaocto”da yer alan bir diğer çalışma ise bir mezar taşı. Çiçek motifli mezar taşı, kitlenin tek gerçek olan ölüme bakış açısını yansıtıyor. Mezarlığın da yer aldığı Journey isimli video ise son göçlerden birinin rotasını ve bölgeyi kumruların gözünden görmemizi sağlıyor. Ayrıca göçlere eşlik eden, yerleşik hayatı reddedişi temsil eden taşlar da sergide yer buluyor. Bir kısmı kalan, yıkılmış evlere ait olan taşlar, bir nevi göç eylemini devam ettiriyor.
*“Streptopelia Decaocto” 26 Mart’a dek Gaia Gallery’de görülebilir.