Sanatçı ikilisi Naz Balkaya & Emily Demetriou ile üç yıldır süregelen performatif sergi projeleri “We are not alone: Panicattack Duo Retrospektif, 2054” hakkında konuştuk.
Naz Balkaya ile Emily Demetriou’nun üç yıldır süregelen performatif sergi projesi “We are not alone: Panicattack Duo Retrospektif, 2054” Performistanbul’da izleyici ile buluşuyor. Sanatçı ikilisi; resim, heykel, karışık medya işleri, video ve sesten oluşan sarmal yerleştirmeyi kapsayan bir sergi, işitsel deneyim ve performans sunuyor.
15 Eylül - 31 Aralık 2023 tarihleri arasında gerçekleşen bu kurmaca sergi ve performans serisinin küratörlüğünü ise Performistanbul (Simge Burhanoğlu ve Azra İşmen) üstleniyor. Sanatçı ikilisi Naz Balkaya & Emily Demetriou ile sergi ve performans serisi, kişisel ve sanatsal mücadeleleri hakkındaki söyleştik.
Sanatçı ikilisi olmanız yanında küratör ikilisisiniz de, öncelikle yollarınız nasıl kesişti?
Yollarımız 2013 yılında, Kingston Üniversitesi’nde güzel sanatlar eğitimimiz sırasında kesişti. Sanatsal ve küratöryel iş birliklerimiz 2014 yılında ilk küratörlüğünü yaptığımız sergide gerçekleştirdiğimiz “Eat Me” performansı ile başladı. İkimizin de evden uzak olması, aramızdaki sınırsal kopukluklar ve kişisel deneyimlerimiz ile daha büyük sosyal yapılar arasındaki bağlantıları keşfetmemiz, sanatsal pratiğimizin başlangıç noktası oldu.
Bu sayede, iş birliğimiz içselleştirdiğimiz politikaları ve hayatlarımızı paylaştığımızda ortaya çıkan duygusal olayları yeniden keşfetmenin bir aracı hâline geldi. 2014’ten bu yana birlikte 30’dan fazla sergiye katıldık. Geçmiş haziran ayında kurduğumuz çevrim içi ve fiziksel platformumuz “Display Fever” üzerinden küratöryel pratiğimizi devam ettiriyoruz. Şu anda Naz, Londra'da; Emily ise Lefkoşa'da yaşıyor. Performistanbul’da sergilenen “Yalnız Değiliz” adlı kişisel sergimiz için de son üç yıldır uzaktan iş birliği yapıyoruz.
Çalışmalarınızın genelinde kapitalizmin hizmetinde yer alan güç yapılarını ve kapitalizm süreçlerini analiz ediyorsunuz. Hikâye anlatımı da önemli bir yer kaplıyor. Bize konularınızdan ve üretimlerinizde kullandığınız dilden genel olarak bahseder misiniz? Bir de neden PanicAttack?
Pratiğimiz bizim için yalnızca sanatsal kodları ifade eden görsel bir araç değil, aynı zamanda politik deneyimlerimizi farklı izleyicilere aktardığımız sürükleyici bir yaşam alanı. Kendi deneyimlerimiz ve politik konumlarımız yazdığımız hikâyelerin ve konseptlerin temelini oluşturuyor. “Panik atak” kavramını kişisel ve sanatsal mücadelemizin bir alegorisi olarak benimsedik; aslında sanat dünyasının genç sanatçıları nasıl ötekileştirdiğini ve onları gölgede bıraktığını eleştirdiğimiz bir düşünce sisteminden doğdu. Mizah, kaos ve dayanışma yaklaşımıyla baskın sistemdeki geleneksel beklentileri yıkmayı amaçlayan bir sanatsal ve küratöryel pratik geliştirdik. Hem sanatsal hem de küratöryel çalışmalarımız aracılığıyla, göç ve ev, sınıf eşitsizlikleri, azınlık perspektifleri, feminizm, iklim değişikliği ve neoliberal ataerkilliğin eleştirel incelemesi dahil olmak üzere bir dizi kritik konuyu ele alıyoruz. Şu anda çalışmamız, okült ve büyünün tarihsel çağrışımlarına meydan okuyan, iş birlikçi, çoğunluk odaklı bir anlatı aracılığıyla bu temalarla ilgileniyor. Kapitalizmin evrimi yoluyla dikkatin dağılmasına katkıda bulunan güç yapılarının ve mekanizmalarının analizini derinlemesine inceleyerek Dünya’yı yaşayan bir organizma olarak algılamaya çalışıyoruz. Ötekileştirilmiş bedenler üzerinde kontrol, yönetim, tahakküm ve düzenleme sağlayan yapılar, çevresel yıkıma yol açıyor ve geleceğe yönelik kolektif hayallerimizi tehlikeye atıyor. Sonuç olarak sanatsal dilimiz bu konuları ele alan: performans, ses, video, hikâye anlatımı, resim, heykel ve multidisipliner medyaları bir bütün hâlinde sunduğumuz, çok boyutlu katmanlardan oluşuyor.
Performans siyasal, küresel, sosyal durumlardan hareketle geleceğe yönelik kurgular aktarıyor. Aynı distopik romanlar gibi… Çağdaş toplumun unsurlarıyla, kendi eğilimlerimizin sakıncalarını izliyoruz. Aslında izleyici için zorlayıcı olabilecek bir distopik gerçeklikte ama içinde bulunduğumuz tuhaf çağın içinden, olası olumsuz gelecek ve durum senaryolarıyla bir hikâyenin içinde yeniden yüzleşiyoruz. Bu proje üç yıldır süregeliyor. Performansın çıkış noktası hangi ihtiyaçtan doğdu ve nasıl ortaya çıktı? Bize projeden bahseder misiniz?
“Yalnız Değiliz 2054: Panicattack İkilisi Retrospektifi”, resim, heykel, çeşitli karma medya çalışmaları, video ve seslerden oluşan sürükleyici bir enstalasyon içerisinde bir sergi, işitsel deneyim ve performans sunduğumuz üç yıllık bir proje. Bu hayali retrospektif, kariyerimiz boyunca yaptığımız imgesel eserleri sergiliyor; bu süreç boyunca oluşan siyasi erozyonu, iklim krizini ve tarihi tekrarı yansıtıyor. Enstalasyonun içinde hayal ettiğimiz geleceğin sürükleyici distopik bir deneyimini yaratıyoruz. Ses parçası, hikâye ve performans, sizi 2021’den 2054’e kadar bir yolculuğa çıkaran üç katlı kurulumu etkinleştiyor. Birden fazla politik ve sosyal konuyla ilgili oluşumuz, millenial olmamız ve yaşadığımız çağ ile ilgili gelecek kaygılarımız performansın çıkış noktaları arasında yer alıyor.
Hikâye, izleyiciyi iklim tahribatının, yükselen aşırı sağ ve ataerkil siyasetin, herkesin hayatını tehdit ettiği bir senaryoya sürüklüyor. İzleyici kurulumu kat kat deneyimliyor; her katta farklı on yıllara ait durum ve olaylar sergileniyor. Buna paralel olarak akıl sağlığımızı korumak ve bu dünyada hayatta kalmak için desteklediğimiz süreci bütün yalınlığıyla gözler önüne seriyoruz. Bu temelde, vahşi dişil bilginin toplulukları bir arada tutma potansiyelini destekleyerek aşk ve cinsellik, güvenlik ve zenginlik, bakım ve canlılık gibi kavramlarını ticari anlamlarından uzak bir düzlemde ele alıyoruz. Hikâye, kapitalist yapıların yıkıldığı paralel bir evrene seyahat etmemizle sonuçlanıyor. “Yalnız Değiliz 2054: Panicattack Duo Retrospektifi” bir nefes alma umudu, hatırlanması gereken bir hatırlatma, bir eylem çağrısı, gelecek için bir prova, bir araya gelme daveti ve vahşi, evcilleştirilmemiş ruha bir saygı duruşudur.
Performansta izleyiciyi üç kata yayılmış sarmal bir mekânda gezintiye çıkarıyorsunuz. Her mekânda farklı bir senediyiz ve hikâyedeyiz. Performansı izlerken gözlerimiz detaylara takılıyor. Aynı zamanda performatif bir sergideyiz. Mekânda video, ses enstalasyonları ve fotoğrafın yanı sıra, dikiş, çizim ve heykeli kullanarak oluşturulmuş eserler var. Küratöryel pratikte nasıl bir iş birliği ile çalıştınız?
Eski ve şu anki tüm projelerimiz farklı kapsamlarda küratöryel derinlik taşıyor. Geçmişte beraber küratörlüğünü yaptığımız sergilerin yanı sıra yaptığımız sanatsal işler farklı sanatçıların medyalarını da kapsadı. Mesela, New Contemporaries 2018 kapsamında seçilen 57 sanatçının yanı sıra seçilememiş 35 kültür yapımcısını dahil ettiğimiz ve tanıttığımız “Nothing Really Mattress” performansımız diğer sanatçıların işlerini sergilediği açık bir alan hâline gelmişti. Genellikle sanatsal araştırmalarımızda hem başka sanatçılar ile kolektif çalışıyoruz hem de araştırma kısmında küratöryel ve kronolojik düzenlemeleri tercih ediyoruz. Aynı zamanda kurulum ve başka medyaların kürasyon ve hikâye ile bir ahenk oluşturması küratöryel pratiğimizden ve düşünce yapımızdan kaynaklanıyor. Performanslarımız hem mekâna özel bir deneyim oluşturuyor hem de üretilmiş bütün farklı medyaların mekân ile entegre edildiği bir kürasyonu kapsıyor. “Yalnız Değiliz” sergimizde de aynı şekilde çalıştık. Yaratmış olduğumuz öykü ve eserler mekâna özel kronolojik olarak küratöryel konular kapsamında üretildi ve düzenlendi.
Performansın dış mekânda yer alan bölümünde sınır kavramı üzerine detaylıca işlenmiş bir alanla karşılaşıyoruz. Sınır kavramı sizin için ne ifade ediyor?
Bahçe için tasarlanan masanın fikri güney ve kuzey Kıbrıs arasında kalan tampon bölgeden doğdu. Aslında bizim aramızda kalan sınırı yansıtıyor. Sınırların varlığına rağmen birbirimize ne kadar benzediğimizi ve yaratılmış demografik farklılıkların önemini sekteye uğratmayı amaçlıyor. İkimizin arkadaşlığı ve sanatsal çalışmaları üzerinden bütün sınırların önemsizliğini ve aidiyet kavramının bize doğrultulmuş mikro politik bir güç oluşunu açığa çıkarmayı hedefliyoruz.
Son olarak gelecek projelerinizden bahseder misiniz?
Bir dahaki sanatsal projemize kadar, şu an için sanat platformumuz Display Fever’a odaklanacağız. Beraber yürüttüğümüz merkezi Londra’da bulunan platform, çok işlevli bir modelle çalışıyor; hem farklı galerilerde etkinlik ve küratöryel programlar düzenliyor hem de çevrim içi bir galeri sunuyor. Display Fever, kendisini sanatsal deneyimi tercih eden ve risk alan pratiklerin bir hareketi olarak algılayan “Feverism” sanat hareketini oluşturmayı hedefliyor. Kolektivizmi, samimiyeti ve desteği benimsetmeye yönelik heyecan duyan sanatçılar üzerinden bir topluluk kuruyor. Şu anda dinamik web sitesi aracılığıyla 20 sanatçının eserlerini satan platform tüm sanatsal medyalar, özellikle geçimini sağlamanın daha zor olduğu pratikler için dengeli bir ekosistem yelpazesi oluşturmaya çalışıyor. Kürasyonumuzu ve politik değerlerimizi incelemek için web sitemiz displayfever.com’dan ulaşabilirsiniz.