Birbirine benzer alanlarda enjekte edilen yabancılaşma duygusu ve yalnızlığın peşine takılan kimliksizlik, gerçeklik duygumuzla oynamakta.
Köprü altından bir fotoğraf, otel odasından görünen o yer ve dijital ortamda üretilmiş bir yer. Hepsi birlikte ne vaat eder? Bütün bunlar bir kentin boş vaatleri midir?
Mixer’de sona eren yok-yer; kent dediğimiz yerde, gittikçe daralan ortak yaşam alanlarında yer alan yapay, geçici ve kimliksiz olanın ardına düşen bir sergiydi.
Mehmet Kahraman’ın küratörlüğünü üstlendiği karma sergi “yok-yer”, fotoğraf dili açısından birbirinden farklı üç sanatçının çalışmalarını yan yana getirdi. Sergide gördüğümüz fotoğraflar, bir yerin görüntüsü olmanın, o anı ölümsüzleştirmenin ötesine geçerek; bir görüntünün kimliği olmayı öneriyorlardı.
Bu sergi, kentliliğin içinde sıkça konuştuğumuz ve ister istemez tükettiğimiz ortak yapay alanlarda ve hatta yapay sitelerde yaratılan “yeni” düzen hakkındaki geçiciliği güçlü sözlerle deşifre etti. Aslı Narin, Egemen Tuncer ve Hasan Deniz’in çalışmaları; fotoğraf medyumu aracılığı ile çağdaş sanatın sıkça odaklandığı mekan kavramına, bireyle kurduğu ilişki üzerinden sorular soruyordu.
Fransız Antropolog, Marc Augé'nin; ne ilişkisel, ne tarihsel ne de kimlikle ilgili bir kaygıya sahip, otoyol, otel odası süpermarket gibi günümüz mimarisinin temastan uzak ve burası başka herhangi bir yer de olabilir mesajını veren mekanlar hakkında; "olmayan yer" nitelendirmesine, yok-yer başlığıyla referans veren sergi, bu bağlamda övgüyü hak etti. Zira sergide yer alan fotoğraflar, yok- yer meselesine eleştirel bir temasla dokunurken; sahte düzeni ele veren “yüksek çözünürlükte” işlerdi.
Aslı Narin’in köprü altı fotoğrafları bir yandan geçici olanı işaretlerken; diğer yandan gün içindeki döngüde bir virgül işlevi gören bu geçici yerlerin zorunlu varlığını oluşturduğu yaşam alanını hatırlatıyordu.
Egemen Tuncer’in dijital ortamda ürettiği yerleri, serginin ismiyle müsemma bir tavırla, yeni bir yer öneriyordu. Neresi olduğuna ancak izleyenin karar verebileceği, kendi birikimini aktararak ilişki kurabileceği yeni yer; kimliksiz, tarihsiz ve ilişkisiz yerlerin prototipi olarak var olmakta.
Hasan Deniz’in fotoğrafları, otel odalarında tutulan bir günlük. Belge mi? Hayır. Anı mı? Asla. Farklı otel odalarının pencerelerinden çekilen bu fotoğraflar; sınırlı günler geçirilen bir odadan başka bir odaya akan zamanın yerleri. Yok- yer tanımıyla yakınlığı ise bu geçici ilişkisellikten, o yerin kimliğinin bilinmemesinden ve otel müşterisinin ait olmadığı tarihsellikten geliyor.
Yok-yer içinde dolaştığımız kentin sokaklarında olan biteni hatırlatan, yabancılaşmayı ve çoğalan belleksizliği yüzümüze vuran gerçek bir sergiydi.
Mehmet, yok- yer için sana ilham veren adresler vardır mutlaka, ama bu kavram hakkında düşünmeye nasıl başladın?
İstanbul gibi farklı tarihsel geçmişlere sahip bir şehirde yaşanan hızlı değişime her gün kişisel olarak tanık olmam bu konuya dair araştırma sürecimi başlattı. Değişen, işlevsiz veya sadece tüketime endeksli bir alt yapıya göre büyüyen ve büyüdükçe de bir canavara dönüşen kentin karşısındaki bireyin bu mekanlar ile karşılaşma anlarını görünür kılmak istedim.
Peki neden fotoğraf? Bunu seçmekle, işaretlediğin belleksizliğe dair bir arşiv oluşturmak mı istiyorsun?
Bir mekanı veya bir durumu kayıt altında alırken çoğunlukla fotoğraf medyumuna başvururuz. Fotoğraf çekildikten sonraki andan itibaren kavramsal bir şema olarak karşımıza çıkar. Mekanları, durumları ve anları arşivsel bir bellek oluşturacak nitelikte gösterebilmek adına fotoğraf dilini tercih ettim.
Neden üç sanatçı?
Mekanı da sergiye dahil etmek ve serginin görünür bir öğesi yapmak için üç farklı sanatçı çalışmayı ve az sayıda iş göstermeyi tercih ettim.
Bu sergi nereye gider? Sergide üst üste bir kaç kez tur attım ve sonra bir kez daha uğradığımı hatırlıyorum. Ait olmama/olamama çizgisinde kuvvetli hatırlatmaları oldu bende. İşaretlediği tüm belleksizliğine rağmen.
Aslında bu sergi daha önce Mixer’de yaptığım Dilemma sergisinin devamı niteliğinde. Dilemma bireyin kendi yaşamlarına dair karasızlık anlarını görünür kılıyordu. Yok-yer ise bireyin yaşadığı ve karşılaştığı mekanlardaki belirsizlik durumunu konu ediniyor. Bu seri Nisan ayında maumau’da açılacak olan, güncel olayların bellek ile ilişkisi üzerine kurguladığım Aktif Unutma sergisi ile tamamlanacak. Henüz hikayenin ortasındayız diyebilirim.
Peki nasıl tepkiler aldın? Öyle ki kent bu tür yerlerle doluyken ve biz bunları tüketirken izleyici içinden çıktığı gerçeklik hakkında ne düşündü?
Tepkilerin çoğunun olumlu olduğunu belirtebilirim. Bazı teknik konularda eleştiriler gelse de mekanın sergiye dahil olma ve kullanılma biçimlerine dair iyi geri dönüşler oldu. Ayrıca birbirinden farklı fotoğraf üretim biçimlerine sahip olan sanatçıların mekan içerisindeki dengeli dağılımı sergiye üç farklı bakış açısı kattığı için beğenildi diyebilirim.