09 OCAK, SALI, 2024

Yapraklardaki Kan ve Yüce Bir Aşk

Chicagonun güney kesiminden Floransaya gelen çok yönlü sanatçı Thelonious Stokes ile atölyesinde bir araya geldik ve sanattan, çalışmalarından, sanatsal yolculuğundan, modern sanat tarihindeki bazı eksik figürlerden, siyahi kültürden konuştuk.

Yapraklardaki Kan ve Yüce Bir Aşk

Thelonious Stokes müzisyen, söz yazarı, performans sanatçısı, yönetmen, film yapımcısı, siyahi kimliğini ve temsilini çeşitli kişisel, sosyal ve tarihsel merceklerden inceleyen de bir ressam. Kendisi Chicagonun güney kesiminden gelen ve Floransa’daki Florence Art Academy’den mezun olan ilk siyahi, Afrika kökenli Amerikalı. “Gerçeği göstermek” motivasyonu ile “Üretilmesi gereken çalışmaları üretmek” gibi bir sorumluluk üstlenmiş. Bolca tarihsel referans barındıran çalışmalarında insan hakkı ihlalleri, sistematik ayrımcılık, şiddet gibi konular üzerine odaklanıyor. Michelangelonun Pietà heykelinden yola çıkarak, çarmıhtan düşmüş İsa’yı tutan Meryem Ana’nın geleneksel temsiliyle, Mamie Till ve oğlu Emmett Till arasında paralellik kuruyor. Hıristiyan-Ortodoks ikonografisini yeniden ele aldığı Blackwashing yağlıboya serisi, bu sene Ghananın Accra kentindeki çeşitli caddelerde sergileniyor.

Thelonious ile daha önce beraber çalışmışlığımız ve iki senelik tanışıklığımız var. Atölyesine geldiğinizde, demir parmaklığın içine gizlenmiş -devasa- bir kanadı andıran dokuz sayısını geçince, dört bir yandaki siyahi meleklerle selamlaşıyordunuz öncesinde. Şimdi yerlerini “Hareketin asil ve ilahi duygusu”nun siyahi bir adam ile temsil edildiği Blackface balerinler ve müzisyenler almış, yanlarına bir kuyruklu piyano gelmiş, duvardan duvara gerilmiş bir ipten sarkan sarmaşıklar… Röportajın adı, sanat, siyahi kültür ve kendi çalışmaları üzerine, siyahi zihnin derinlikleri üzerine yaptığımız bu konuşma sırasında kulağımda yankılanan iki parçadan gelmektedir. Kavak ağaçlarından sarkan ve tablolarına düşen Strange Fruit ama tüm bu serüven aslında A Love Supreme.

Akademik sanat formasyonuna sahip ve yağlı boya çalışmalarına bu yönde devam eden, “müzelerde olan eserlerde şüpheli bir şeyler olduğu üzerine insanları sorgulamaya itmek” isteyen bir sanatçı Thelonious. Yaşadığı dönemden, coğrafyadan, toplumdan ve kendi hayatından izler taşıyan çalışmaları, 1400lerden 1500lere kadar geçen dönem ile iki noktada paralellik gösteriyor.

​Hem Yeni Dünya’yı keşfeden sömürgecilerin kıtaya hücum ederek başlattığı köle ticareti ve 20. yüzyılın ortasına kadar devam eden kitlesel linçler çerçevesindeki anlatımın, kendi kökeni olan Afrika ve Amerika ile gösterdiği paralellik hem de şu an yaşadığı yer ve yine modern çağ süresince, sanatsal ve bilimsel gelişmeyi ifade eden ve ancak 1800’lere gelindiğinde Rönesans -Rinascimento- “yeniden doğuş” olarak adlandırılan dönemin İtalyan sanatından, simgesel referansların gösterdiği paralellik. Raphael, Michelangelo ve çarmıha gerilmeyi, güzel olmayan bir şey olarak betimleyen Grünewald gibi Rönesans sanatçılarının yeniden ele aldığı ikonografi ve güzellik kavramını, Thelonious Stokes yağlı boya çalışmalarında bir kez daha ele alıyor.

1.PIETA' (170X150)
​​2.EZEKIEL'S VISION (210X145) 

Aslında tam da Rönesans döneminde yapıldığı gibi eskiyi yeniden keşfediyor ve bir düzeltme yaparak “gerçeği” göstermek istediğini söylüyor. Rönesans dönemi, insan biliminin ansiklopedisinin modern bir biçimde yeniden oluşturulduğu, özellikle de Antik Yunan filozoflarının eserlerinin hepsini geri kazandırılmak istendiği bir dönemdir. Tabii tüm bunların altında, geçmişin otoritesini geri kazanma isteği ve ihtiyacı yatar. İtalya’da klasik kültürün kazanımı, hümanist dediğimiz kişiler tarafından geliştirilmiştir. Çalışmalarının odağında ise akademiler vardır. Ama 1400lerde akademiler, gruplar hâlinde birçok konuyu tartışmak için buluşulan saray odalarıdır. Bu şekilde soylu aileler, dönemin önde gelen düşünürlerini ve sanatçılarını bir araya getirirler (akademiler, bilginin krallıklar arasında yayılmasına olanak tanıyan bir ağın entelektüel başlangıç noktasıdır). 1500ler ve sonrasında ise, sanat öğrenmek için gittiğimiz bir eğitim kurumu hâline gelir.

Antik Yunan filozoflarının çevirilerinin yapıldığı Rönesans döneminden ve akademi oluşumlarından bahsetmişken, Platonun güzel sanatlara karşı gerçekleştirdiği bir çeşit saldırı niteliğinde olan ve Antik Yunan’da “taklit” anlamına karşılık gelen “mimesis” kavramı/terimi üzerine yaptığı eleştiri, röportajda da bahsedildiği gibi, taklidin taklidi bağlamında dönüşüm geçirir. Ancak Platon taklitten ziyade, şeylerin fikirlere katılımından “metessi” olarak da bahsederek, dünyanın ilahi yapısındaki rasyonellik ilkesini doğrulamak ister.

Aristoteles ise Poetika adlı eserinde, Platonun mimesis üzerine yaptığı eleştiriyi yeniden düşünerek, sanatçının “ruhuna” karşılık gelen ve aslında bir kopya oluşturan değerleri; -Yunanca; téchne- bir teknik beceri”, nasıl yapılacağını bilmek”, nasıl çalışılacağını bilmek” anlamında bir sanat” olarak değerlendirir. Ona göre taklitte üç farklı derece vardır: Kişi ya şeyleri oldukları gibi ya göründükleri gibi ya da olması gerektiği gibi taklit eder[1].

Bu üçüncü noktada ve 21. yüzyılda, kendini topluma karşı sorumlu hissediyor Thelonious.

Tarihte ilk defa, yapıtın bağımsızlaştığı ve bir anlamda salt imgeye dönüştüğü, mekanik yeniden üretim ile beraber, sanat yapıtının ritüel köklerden koparılmış olduğunu söyler Walter Benjamin, Tekniğin Olanaklarıyla Yeniden Üretilebildiği Çağda Sanat Yapıtı isimli makalesinde. Öncesinde en profan (dini olana bağlı olmayan) sanat yapıtlarının bile, büyüsel ve dini ritüellerle bağlantılı ilk sanat yapıtlarının aurasından tamamen arınmış olmadığından bahseder. Aynı dönemlerde Wassily Kandinsky, Sanatta Ruhsallık Üzerine kitabında, Geçmişin sanat ilkelerini canlandırmaya yönelik herhangi bir çaba en fazla ölü doğmuş bir çocuğa benzer.” yorumunda bulunur. Peki gerçekten de böyle midir?

​“Bize henüz bilmediklerimizi gösterme yeteneği” olan sanatın toplumun algısını genişleterek yeni bir bakış açısı sunması, avangart sanat akımlarının beyin gıdıklayıcı deneyselliği, soyut sanatın biçim ve renklerden oluşan müziği ve zihni soru işaretleriyle dolduran kavramsal sanat eseri olarak çıkmıyor karşımıza. Thelonious’un kendi deneyimleri üzerinden verdiği cevaplara buyurunuz, yorum sizde.

1.LOOK AT US ( 105X100) 1
​​2. Kings, 1 Chain 105 x 2,5 x 115 cm

İnternette 2018 yılına ait bir duyuru gördüm. Yurt dışında eğitim almana yardımcı olmak için bir kampanya mı başlatılmıştı? Bu kapsamda bir sergi mi düzenledin?

Buraya taşınmayı ilk o zaman istemiştim. Florence Art Academydeki eğitimimi karşılamak için fon arıyordum, o anda yeterli param yoktu. İlk koleksiyonerlerimden biri, Chicago’dan bir kadın, çizmeye başladığımdan beri çalışmalarımı çok beğeniyordu. İlk resimlerimden bazılarını satın aldı ve bana eğer okula kabul edilirsem ilk yılı kendi cebinden karşılayacağını söyledi ve bum! bunu yaptı. O zamanlar birkaç yerde çalışıyordum. Örneğin büyükbabamın bodrumunda, rastgele bir depoda, çeşitli atölyeler arasında gidip geliyordum, kaynak atölyesinde çalışıyordum hatta okuluna gidiyordum. Düzgün, kendime ait bir alanım yoktu, burası aslında benim ilk atölyem. İlk koleksiyonum Caged Black Paintings (Kafeslenmiş Siyah Tablolar), bu eğitim fonunu toplamak için gerçekleştirdiğimiz buluşmada sergilendi. Ama tamamlayamamıştım ve projeyi tam olarak gerçekleştirme şansım da hiç olmadı. Çünkü bütün resimleri kafeslere koymak istiyordum ama sadece bir tanesini koyabildim. Tam da bu dönemde kaynak yapmayı öğrenmek için okuluna gidiyordum, on sekiz-on dokuz yaşındaydım. Tabloları koyacağım kafesleri nasıl yapabileceğimi öğrenmeye çalışıyordum. Çalışma temelde kafesler içindeki yağlıboya resimlerle, Chicago’da hapsedilen insanları anma niteliğindeydi, yani kafese koyma isteğim bu yüzdendi. Ama işte… o dönemde pek çok performans da icra ediyordum. Gates and Fences adında bir performansım vardı, annem de bu performansın bir parçasıydı, yine bu eğitim fonu toplama buluşması kapsamında gerçekleştirdik. Yüzlerimizi beyaza boyadık ve bir yemek masasına oturduk. Temelde kitlesel hapsetme ile ilişkili olarak ev güvenliği üzerine konuştuk. Ama ilk sergim, Yahudi-Hıristiyan kimliği üzerine durduğum “To The Last Page”.

Sanatı sistematik adaletsizliğe, etik ve ahlaki tutarsızlıklara ışık tutmak ve  inançları yeniden tanımlamak için bir araç olarak kullanıyorsun. Peki bunu başardığını düşünüyor musun?

Kesinlikle öyle yapıyorum ve bu yıl bunu başardığımı hissediyorum. Özellikle de Ghana’da yaptığım sosyo-politik performans ile. Bunu, İsa ve Meryem Ana üzerine olan tablolarımın baskılarını, billboardlara yerleştirmeye başladığımda tam olarak hissettim. Kısa bir süre önce Paris’deydim ve Ghana’dan gelen bir adam “Çalışmalarını panolarda gördüm! İnsanların üzerindeki etkisini tahmin bile edemezsin, çok büyük!” dedi. Sadece fiziksel olarak değil ama... İnsanların kendilerine Tanrı ya da onun gibi bir şey olarak baktıkları, bu kimlik temelli etki... Kutsal bir şey. İnsanların ruh sağlığı için çok önemli. Güzelliği tanımlamak ve güzelliğin onun gibi olmasına izin vermek. Bunu gerçekleştirme, başarma yolundayım. Bana bu yolda olduğumu söyleyen bazı yanıtlar aldım.

1. REPEATING MINSTREL 1, JOKING (115X90) 
2. CHRIST RESURRECTED, SHOWING HIS WOUNDS, HE LIVES (120X150)

1700lerin sonlarından beri süregelen “Sanat Nedir?” ve “Sanatçı Kimdir?” tartışmasında bazı düşünürler için, sanat ve sanatçının amacı -hâlâ- doğayı taklit etmek olarak görülür. Akademik sanat ve modern sanat eleştirisi çerçevesinde, bir yandan eleştirilerini bir bildiri olarak yayımlayan ve bu alandaki çalışmaları dilettantizm/amatörlük olarak gören Goethe ve Schiller, diğer yandan akademik sanatı “gazeteciliktir” diyerek suçlayan ve sanatın bize henüz bilmediğimiz şeyleri gösterme yeteneğine sahip olduğu”ndan bahseden Baudelaire var. Açıkçası akademizmi, sanatsal deha üretememekle suçluyorlar ve eleştiride bulundukları temel nokta ise aslında mimesis…

Mimesis nedir?

Antik Yunanda “taklit” anlamına gelen bir terim. Dış dünyanın, doğanın taklit edilmesidir veya doğaya öykülenmek olarak da bahsedilir. Bu terim üzerine Platon, üç farklı eserinde[2] de üç tür mimesisten bahseder: Önce bir şeyin özü olan düşünce, yani idea vardır. Sonra bu ideal model taklit edilerek işlevsel bir model üretilir. Son olarak da bu ideal modelin taklidiyle üretilen işlevsel model, yeniden taklit edilerek, işlevsiz bir biçimde, resmedilir. Yani, taklidin taklidi durumu söz konusu. Dolayısıyla da üç yaratıcı vardır: “İdea”yı yaratan bir Tanrı, bu ideanın modelini yaratan bir zanaatkar (demiourgos, artisan) ve son olarak da zanaatkarın yaratımının, yarattığı şeyin ideasına atıfta bulunmadan, olduğu gibi çizen bir ressam. Tabii bu, Platonun güzel sanatlara karşı gerçekleştirdiği bir çeşit saldırı gibi de.

Çok havalı, bunu bilmiyordum.

Aristoteles de Platonun bu eleştirisini yeniden ele alır ve taklitte üç farklı dereceden bahseder: Kişinin ya şeyleri oldukları gibi ya göründükleri gibi ya da olması gerektiği gibi taklit ettiğini söyler.

Çok güzel, ilginç. Hiçbir fikrim yoktu.

1. THE CROSS AND THE LYNCHING TREE
2. Thelonious Stokes' David  270x200cm
​3. Christ on Cross; Crucifixion; Black Death Spectacle” 2021 (244X122)

Son iki yüzyılda birçok düşünürün ortaya koyduğu görüşlerle de sanatın, kişide duygu veya his uyandırmaktan ziyade, sorgulatan, soru sormaya iten ve yeni bir bakış açısı sunan olduğu düşüncesine ulaşılıyor. Akademik bir formasyondan geliyorsun ve yağlıboya çalışmalarına bu yönde devam ediyorsun. Ama bir yandan da sanat tarihinde eksik ya da azınlık olan bir ırkı ön plana çıkararak, modern sanat tarihindeki beyazlık ile ilişkilendirilen kanonları değiştiriyorsun. Yaratım sürecinden bahsedebilir misin? Bir fikir senin için nasıl gelişiyor? Floransa ve İtalya’nın çalışmaların üzerindeki etkisi çok büyük tabii ama geldiğinden beri sanata bakışında neler değişti?

Güzel soru! Bu büyük bir soru! İyi de bir soru! Basit tutmak gerekirse... Çalışmalarımı, bir gerçeği ortaya çıkarmak olarak görüyorum. Mekânı basitçe bir teknoloji olarak kabul ediyorum, yağlı boyaya bir teknoloji olarak bakıyorum ve bu teknolojilerle sadece daha doğru bir şeyi göstermek için resim yapıyorum. Akademik rotanın, bana işlerimi üretirken yardımcı olduğunu düşünüyorum, nihayetinde sadece dilin akışkanlığı. Akademik düzeyde onayladığım şey buydu. Sonra sadece kendim olarak tamamen yeni bir şey yarattım. Bunun sadece rengimden dolayı olduğunu düşünüyorum, ki bu talihsiz bir durum. Yaptığım ise teknik bir kombinasyon, Rönesans kabulü gibi bir şey ama ben tarihi resimleri İncil benzeri bir anlatımla ele alıyorum çünkü maneviyatı, ruhaniliği ve ilahiyatı seviyorum. Dinin de binlerce yıldır baskı aracı olarak kullanıldığı bir gerçek ve burada yaptığım bir hakikat arayışı var. Hristiyanlık ya da Yahudilik gibi çağlar boyunca bazı siyasi gündemler uğruna manipüle edilmiş, eski metinlerde anlatılan şeylerin, asıl niyetlerini ortaya çıkarmayı amaçlıyorum. Çalışmalarımın insanları gerçeğe yönlendirmek için bir araç olduğunu hissediyorum ya da sadece müzelerde asılı olan eserlerde şüpheli bir şeyler olduğu üzerine insanları sorgulamaya itmek. Çalışmalarımın çıkış noktası olarak İncildeki vahiylerden 1:15 de var mesela. Ben bu seriye Blackwashing diyorum. Nihayetinde yaptığım şey bir sözlük açmak ve bu tartışmalı bir konu olarak görülüyor. Siyah İsa ve siyah Meryem Ana imgeleri... Polonya’da, Vatikan’da, Avrupa’nın birçok yerindeki rahipler bu imgelere, yani daha koyu tenli İsa tasvirlerine dua ediyorlar. İsa'nın en eski tasvirlerinden bazıları da Türkiye gibi yerlerde. Yaptığım şey tarihin saklı gerçekliğini ortaya çıkarmak…

​Ayrıca Floransa’dayım, genel olarak İtalya’da... Etrafım yağlı boya resim ustalarının başyapıtlarıyla çevrili. Teknik olarak öğrenilecek ve geliştirilecek çok şey var. Taşınmaya ve yaşamaya karar verdiğim bu küçük ülkede çok fazla elit an olduğunu fark ettim. Bu yüzden yaptığım şey bu anları sindirebilmek için etrafta dolaşmak, seyahat etmek ve şimdiye kadar yapılmış en iyi resimlerden bazılarına bakmak. Bakarken de birkaç şey yapıyorum, öncelikle onlara olabildiğince yaklaşıyorum ve kendimi ressamın yerine koyuyorum. Resimleri kokluyorum, başyapıtlara dokunuyorum. Temelde onların sanat eserleri aracılığıyla bu dünyaya yaydıkları enerjiyi, titreşimi topluyorum ve bunu çalışmalarıma aktarıyorum. Sanki tarih kitaplarına hızlı bir giriş yapmışım gibi hissediyorum. Sıfırdan başlamam da gerekmedi... Zaten yüzden başladım ve devam ettim. Aslında hiçbir şeyin değişmesi de gerekmiyordu, sadece herkesi siyahi yapmam gerekiyordu. Siyah güzelliği öne çıkarmak, ilahi kimliği tamamen siyahlığa öncelik vermek. Nihayetinde özgürlüğün bir aracı olarak siyahlıktan ilham alıyorum.

İsa’nın kimliği ve rengi konusunda en modern araştırmacıların hemfikir olduğu nokta, onun esmer tenli Filistinli bir Yahudi olduğu üzerine. Ama James Cone, neredeyse elli sene önce yayımladığı Siyahi Kurtuluş Teolojisi kitabında, İsa’nın siyahi kimliğini vurguluyor. Bir başka ilahiyatçı, Beckford ise İsa’yı siyahi olarak görmenin Black Lives Matter’ın etkisiyle yeniden canlanıp canlanmadığını araştırmak istediğini söylüyor. Buna belki Ghana deneyimin üzerinden sen bir yorumda bulunabilirsin. Ghana gezin nasıldı bu arada?

İşte! Esmer, yani daha koyu tenli Filistinli bir Yahudi. Benim linç serilerimi biliyorsun… James Cone, bu serisi için ilham aldığım Haç ve Linç Ağacı kitabının yazarı. Yani İsa’nın çarmıha gerilmesi ama çağlar boyunca siyahi insanların ağaçlara asılması, linç edilmesi arasındaki ilişki üzerine bir yansıtma yapıyor ve yapıyorum. (tabloları gösteriyor). Ghana inanılmazdı, gerçekten de hayatımı değiştirdi. Anavatana ilk gidişimdi. Bir kültür şokuydu tabii, çocuklarla etrafta koşuşturmak, insanların kafalarında taşıdıkları tezgahlardan satış yapması, hayatın akışı… Çok farklıydı, her şey farklı ilerliyordu. Beni rahatsız etti diyebileceğim şey, beyaz İsanın dini Hıristiyan topluluklar üzerindeki etkisini görmek oldu. Accra’daki insanlara daha faydalı bir şeyler sunma sorumluluğunu elimde hissettim. Çünkü zaten bu işi üretiyorum ve bunu en büyük düzeyde, yani şehirdeki devasa panolara asarak gerçekleştirebildim. İnsanlar da bunu sevdi, görünüşe göre bazı panoların önünü de satış noktası olarak kullanıyorlar, önlerinde bir şeyler satıyorlar. Bu gerçekten de çok güzel, kültürel bir zıplama gibi oldu.

1. Running With A False Narrative; Swinging; Fight or Flight 200x180 cm
2. Only a Negro; Champion of a Fowl; Crossroads, red ribbons and chalk lines 200x150cm

Rahipler nasıl tepki verdi?

İlginç bir durum vardı… Aslında hiç kötü tepkiyle karşılaşmadım. Ama çarmıhtan düşen İsa’yı kucağında taşıyan bakirenin yer aldığı Pietà tablomun baskısını koyduğumda… Biraz tepki aldım sanırım. Meryem Ananın alnına, Etiyopya’daki Ortodoks Hıristiyan uygulamalarına atıfta bulunan bir haç dövmesi vardı. Bununla ilgili sessiz, açıkça ifade etmedikleri bir sorunları var gibiydi ama bunun dışında her şey yolundaydı.

Resim dışında birçok farklı disiplinde yoğun bir üretimin var. Performans sanatı, film yapımcılığı, yönetmenlik ve müzik… Ayrıca tanınmış müzisyenlerle ve rapçilerle iş birliği de yapıyorsun. Tüm bu farklı disiplinlerde kendini nasıl ifade etmeyi tercih ediyorsun? Veya bu farklı disiplinler senin için ne ifade ediyor?

Hepsinin kendi zihinleri, zekaları varmış gibi hissediyorum. Hepsinin indiği ve dinlendiği bir alan var. Film çekerken performansı keşfediyorum, performansla jesti keşfediyorum, jestle resim yapabiliyorum. Müzik inanılmaz bir şey... Vücuduma dönmemi, hissedebilmemi sağlıyor. Hepsi aynı anda, oradan oraya zıplayan düşüncelerimi dışavurmama, ifade etmeme yarıyorlar. Bu simbiyotik bir durum ve tek bir bedende birleşiyorlar. Birlikte uyum içinde çalışarak üreten ve tüm vücudun işlevini yerine getirmesini sağlayan organlar gibiler. Yani sanat bedenim, film yapmak suratım, resim yapmak ellerim, performans ayaklarım ya da bir bütün olarak çalışabilmeleri için, ne olmaları gerekiyorsa.

Son yağlı boya serinde, Mark Doox’un hicivsel anlatısından esinlenmiş gibisin. O da The N-Word of God isimli illüstrasyon kitabında Hıristiyan ikonografisini, siyahlara karşı kullanılan ifade ve terimler ile birleştirdiği karikatürlere yer veriyor. Siyahlara karşı yapılan aşağılamaları, aslında birer koruma olarak görüyor ve görsel açıdan, dini direnişin sembolleri olarak yeniden bağlamsallaştırıyor. Siyahi olmayan sanatçıların uyguladığı Blackfacei, ilgilendiğin tüm sanat dallarıyla birleştiriyor gibisin. Müzikal unsurlar var; bir çello sanatçısı, performatif bir figür; bir balet… Burada Giullame Diop’a veya Osiel Gouneo’ya bir göndermede bulunuyor musun? Nedir bu seri?

Mark Doox’a bayılıyorum! Geçenlerde telefonda iki-üç saatlik bir konuşma yaptık. Giullame ve Osiel’e selam olsun ama hayır, onlara göndermede bulunmuyorum. Bu çalışmalarda, erkekliğe vurulan damgayı kırmak istiyorum. Güçlü gözüken bir erkeği, kadınsı bir hafiflikle, zarif bir şekilde sunmak istedim. Hareketin asil, ilahi duygusu, Avrupa’da özellikle de balerinlere ve baletlere ilişkilendirilen bir şey. Bunu siyahi bir adam üzerinden sunmak istedim. Daha hâlâ üzerinde çalıştığım yeni bir seri. Education Series diyorum. Siyahi kültür üzerine, siyahi neşe, siyahi ifade, siyahi yaratıcılık hakkında bir öğreti. Yani bu, siyah zihnin derinlikleri hakkında öğrenilmesi gereken ortak bir şey. Hâlâ üzerinde çalışıyorum.

Painter in a Cage


Yaptığın her işte bu çığlık atan ifadeyi görüyoruz. Konu müzik ve performans olunca da, mesela Shining Manifesto performansın veya Painter in a Cage filminde ve müziğinde, gerçekten çığlık da atıyorsun. Göstermek istediğin gerçeği, aslında haykırıyor gibisin.

Evet, doğru. Hep bir çığlık söz konusu.

Peki sanatın nereye gidiyor veya seni nereye götürüyor?

Gidecek çok yolum var. Hedefim bu zamanın en iyisi olmak. Daha söyleyecek, gösterecek çok şeyim olduğunu biliyorum. Ben bir sanatçıyım, icraatım orada, tarihsel değer, sosyal değer orada. Ben doğal bir şüpheciyim ve ruhani, ilahi bir yapım var. Yani günün sonunda… Tanrı yanımda. Bu yüzden gelecek söz konusu olduğunda, çalışmalarımda kaliteyi arttırmaya devam edeceğim. Tabuları yıkmaya, içeriği güçlendirmeye, zihnimin kanalize ettiği zeitgeisti (zamanın ruhunu) bir araya getirmeye devam etmeye, işimi yapmaya ve Tanrı’nın iradesiyle çalışmaya devam edeceğim. İlham vermek ve eğitmek için buradayım.

Yakın gelecekte sergin olacak mı?

Evet. Resmi tarihi bilmiyorum ama 2024’te iki sergim olacak. Biri Londra’da, biri de burada, Floransa’da.

[1] Poetica, 1460 b
​[2] Devlet (595a-608b), Sofist diyalog (265c-d), Timaios (30c-31b)

0
2480
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage