İrem Tok’un canlı yaşamının ve medeniyetlerin geçiciliğini gözler önüne sererken insan algısını ve insanın gerçeği anlama kapasitesinin sınırlılığını sorguladığı farklı disiplinlerde ürettiği işlerinden oluşan son sergisi “Karanlıkla Buluşmak” üzerine bir yazı.
Altıncı kişisel sergisini Pilot Galeri’de açan İrem Tok, her defasında odaklandığı kavramları anlatabilecek yeni malzemelerin arayışı içerisinde diyebiliriz. Uzun yıllar sanat pratiğinde düşüncelerini kitaplar aracılığı ile dile getiren sanatçı, her temada bu pratiğe yeni bir malzeme ekler. Kitaplardan likenlere, mikroorganizmalardan çamura kavramların özdeşleştiği malzemeler ile çalışmak Tok’a zengin bir anlatım dili sağlar. Bu serginin hammaddesi ise “African Stone” olarak bilinen donmuş taş ve kayayı andıran çamur. Geçtiğimiz iki yıl süresince gölge yanlara odaklanan sanatçıyı, yapısı gereği bu malzeme çok etkiler. Malzeme ve kavramın iç içe geçtiği bu deneyim dolu sergiyi, sanatçının iç dünyasında istiflediklerini elleriyle şekillendirerek bize sunduğu yepyeni bir görsel dünya olarak görebiliriz.
Serginin girişinde ilk iş Otoportre, sergi boyunca tekrar eden eller, el ile biçimlendirme, gölge yanlar temalarının temsili şeklinde bizi karşılar. Gri renk çamur ile tasvir edilen karanlık el, dünyanın ölümlülüğü ile ilgili çağrışım yaparken aynı zamanda kişilerin içinde barındırdığı gölge yanına da işaret eder. Jung, kişinin gölge yanıyla bilinçli olarak tanışıp onunla bütünleşirse kendi varoluşunu gerçekleştireceğine inanır. Toplum tarafından kabul edilmeyen yanlarımız olarak tasvir edilen gölge tarafımız genelde dışsallaştırılır. Kötücül ve bize ait olmayan gibi gözüken gölge tarafımızla karşılaşınca, kişi onu gerçekten de kabul edebilir mi? Sanatçı Otoportre’sinde bu karşılaşmayı bir kucaklaşma olarak tasvir ederek izleyiciyi kendi yüzleşmesiyle baş başa bırakır.
Çin’de mağarada yetişen ısırgan otu haberinin peşinde gölgede yetişen bitkiler sorusunun cevaplarını aramaya başlayan Tok, güneş ışığına maruz kalınca bu bitkilerin yandığı gerçeğiyle karşılaşır. Neden bir bitki gölgede yetişir? Koşullar buna sebep oluyorsa belli ki adaptasyon sağlanabiliyor, her şeye rağmen gölgede bir şeylerin yeşerebileceği umudu sanatçıyı yaşadığımız dönemin içerisinde insanın da her şeye rağmen koşullara adapte olabileceği konusunda motive eder. “Acaba biz bu karanlık dönemlerden geçtikten sonra nasıl çıkacağız, eskisi gibi olabilecek miyiz?” sorusuyla geleceğin arkeolojisini inşa eder. Karanlık Sevenler serisi gölgeyi temsil eden çamurun üzerinde yeşeren çiçeklerle bu durumu güçlü bir şekilde ortaya koyar.
İlk çağlardan beri toprak çok geliştirilmiş bir malzeme, büyük bir bilgi birikimini içinde barındırır. Çamur, çağlar boyu insanoğlunun elinde farklı şekillere girmiş ve her çağı anlatan eşyalar üretilmiş. En eski medeniyetlerden kalan nadide örnekler pişmiş topraktan elde edilmiş seramik eşyalar. Uzun yıllar kitapları keserek pratiğini sürdüren sanatçının atölyesinde, bu kitaplar ve seramikler konuşmaya başlayarak topraktan gelen çamurun ve ağaçtan gelen kağıdın yeni diyaloglar üretmesine olanak tanır. Bu süreçte kağıtları öğütmeye başlayan sanatçı, kitaplardan yeni bir harç elde ederek eski kitapların daha sarı yeni kitapların ise daha beyaz tonlar verdiğine şahit olur. Yer katmanlarının farklı tabakaların kendi zamansallığı olduğu gibi kitaplar da katman katman kendi zaman terminolojisini oluşturur. Medeniyet Harcı kağıt ve seramiklerin birleşmesiyle ortaya çıkar ve İrem’in topografisi geçmişi ve günümüzü bağlamak sorunsalına yeni bir çözüm önerir. Medeniyetlerin simgesi kırık parçalar ve seramikler ile süslenmiş bu harç, şiddet ve karanlığın yayılmacı tarafına rağmen umudu temsil eder. Şimdi ve burada baktığımızda her şeyi görebiliriz, başka bir zamana gitmeye gerek yok yaklaşımıyla izleyiciyi şu ana davet eder. Bu katmanları birbirine bağlayan çamurdan ellerin yorumu izleyiciyi arada bırakabilir. Kültürleri aktaran ellerin temsiliyeti birleştirici mi yoksa bazı bilgiler ve kişiler bu aktarım esnasında gölgede mi kalıyor? İnsan eli kimi zaman da merakıyla ulaşmaya çalıştığı bilgileri korumaya çalışırken zarar verebiliyor. “İzleyiciyi arada bırakmak istedim. Sarılarak geçmişine sahip mi çıkıyor yoksa bilgiye erişme çabası onu yok mu ediyor?” Sanatçı burada iktidarların bilgi ile gücü özdeşleştirmesiyle karşılaştığımız durumlarla yüzleştiriyor izleyiciyi.
İşlerinin temelinde geçicilik temasını ele alan sanatçı, insanın ve bu dünyanın geçiciliğini anlatmak için farklı yollar arar. Yaşarken bir arada olmayı öğrenmek gibi öldükten sonra da aynı şekilde dönüşüp gittiğimiz yeri de paylaşıyoruz. Sanatçı “Hayaletler’de olduğu gibi her birimiz bu zincirdeki birer halkayız. Yaptığımız pek çok şey kaybolacak bir gün adımız bile silinecek ve o zincirdeki hayaletlerden birisi olacağız.” derken bu geçicilik hissini adeta içimize işler.
Adwait Singh küratörlüğünde 2022 yılında düzenlenen 5. Mardin Bienali’ne Meydan Larousse Açık Hava Müzesi işiyle dahil olmuştu İrem Tok. Bu müze ile ilk karşılaştığımda diorama gibi görünen bu dünyaya yakından bakmaktan kendimi alıkoyamamıştım. Ansiklopedi kelime anlamıyla bilgilerin çemberi demek aslında, sistematik şekilde elde edilen bilgi havuzunu temsil eder. Aydınlanma çağından bu yana insanın bilgiye erişme ve bilgiyi sınıflandırma çabası sonucu oluşan referans kaynaklar, İrem Tok’un yorumuyla heykellere dönüşerek yeni bir anlam sunar. Kitapların kendisini bir tuval olarak kullanarak daire formunda yarattığı bu müzede ilk anlamına gönderme yapıyor sanatçı. Kitapları keserken içerisinden çıkan görselleri ayırmış ve fotoğraflardan gördüğü görsellere atıfla bu minyatür heykelleri yapmış. İşlerimin meselesi deneyim diyen Tok, yarattığı bu kurgunun izleyiciyi çekmesini ve o dünyaya dahil olmasını ister. Yerleştirdiği ayna ile deneyimi sonsuzlaştırır.
Havada asılı duran Zamanın Tanığı ansiklopediler, insanın bilgiyi öğrenme arzusuna karşın bu bilgiyle ne yaptığı sorusunun cevabını havada bırakır. Bilgilerin çemberinden bilgiye eriştikten sonraki davranışlarımızı sorgulamaya geçer. Bilginin metodik değil daha deneyime dair duyumsamayı temel alan yaklaşımı ile günümüz dünyasında bilginin geçiciliğini vurgular. Bugün bilgi kapalı bir şeyin içinde değil, hayatın içerisinde ve her an değişiyor. İnsanı insan yapan bütün bilimler, medeniyetler ve yaşanmışlıkların sunduğu bu kadar bilgiyle geldik bugüne. Peki ne kadar ders çıkarabiliyoruz? Ağzına kadar bilginin içine batmış olarak tasvir edilen kişi, bu kadar bilgiyle insanın yaşama daha bütüncül bir çözüm öneremeyişinin temsiliyeti. İnsanın öğrenme uğruna dünyaya verdiği tahribat daha iyi bir uygarlık kurmasına ne kadar yardımcı oluyor sorusunu gündeme getirirken aslında kendi ölümlülüğünün farkında olmadan iz bırakma telaşı içerisinde havada asılı kalan bu kişi, kendi anlam arayışına da bir çözüm getiremediğini çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriyor.
Sergiye veda işini Goethe’nin Faust’uyla edebiyata bağlayarak yapıyor sanatçı. Faust ve Mephisto bugün de güncelliğini koruyan bir hikâye. Faust meraklı bir insan ve dünyanın bilgisine kavuşma heyecanı onu ele geçiriyor. Dünyanın bilgisine ve gücüne kavuşabilmek için şeytan karşısına çıkınca satıyor ruhunu ama kim satmaz ki? Bilginin en değerli emtia kabul edildiği bir çağda ona hayır demenin zorluğunu temsil eden Faust’un bu davranışı çok değerli bir şeye sahip olmanın zaafını simgeler. Faust’un ölümlülüğünü liken ile sembolize ederken Mephisto’yu ölümsüz tasvir eden Tok, aslında bu iki kavramın aynı kişi olduğuna dair yeni bir önerme getirir. Serginin başında Otoportre’deki gölge yanımızla kucaklaşma hissi burada tekrar kendisini şeytan olarak gösterir. Kötü bir şey yaptığımızda şeytana uydum diyerek içimizdeki kötülüğü dışsallaştırmanın yolunu arayan yolumuzla yüzleşiyoruz bu defa da. Faust ve Mephisto aynı kişinin farklı yanları, bu yaklaşım ile şeytanı ehlileştirdiğine vurgu yapan sanatçı, izleyicinin iyi ve kötü olma hâllerinin sınırlarını genişletir.
İrem Tok, gerçeklik algımızın sınırlılığı ile oynamak için ince detaylara sahip atmosferler yaratır. O kadar ince detaylar ki ancak çok yakınına yaklaştığınızda o minyatür dünyaya açılabilirsiniz. Sanatçı, izleyiciden biraz da bunu bekler- merak duyup yaklaşmasını. Yakından baktığımızda her şeyin dönüşebildiğine inanan sanatçı kendi varlığımızla tanık olmanın öneminin altını çizer. Öznel algımızla bize gösterilenden daha ötesine erişebilmek İrem Tok’un dünyasına dahil olabilmenin kapılarını aralar. İnsanın bilgiyi sistematik bir şekilde sınıflandırma çabasına karşın hayat hep akışkan ve sürprizlerle dolu. İnsan algısının sınırlılığı ile yazılmış tarih ve o kökleri anlama çabası asla erişilemeyecek olanı anlamak döngüsüne sokar insanı. Bu farkındalığa erişebilirsek, birbirimizle ve doğayla daha farklı ilişkiler kurma ihtimalini de yakalayabiliriz. Çeşitliliği içinde barındırarak tek bir şey olma ve birlikte var olabilme ihtimali bu serginin üzerimde bıraktığı en güzel duygu.
Japonya, Güney Kore, Almanya gibi ülkelerde katıldığı residency programlarında araştırdığı insan, doğa ve kültür ilişkisini derinleştirerek yeni malzemeler keşfeder. Kimi zaman bir malzeme temaya kimi zaman da üzerinde çalıştığı konu sanatçıyı bir malzemeye yönlendirir. Bir arkeolog gibi adeta kazı yaparcasına günümüz meselelerinin kaynağını aramaktadır. Son olarak Saha Studio’nun İMÇ’de yer alan residency programına katılan Tok, Haliç’in ve çarşının katmanlarından yeni bir malzemenin keşfine çıkmış bile. Gittiği yerle iletişim kurması, sanatçıyı bu defa Haliç’in altında yatan gizli hazineyi keşfetme arzusuna yönlendirir. Binlerce yıllık yaşam kaynaklarının bir yığışım olarak Haliç’te birikmesi ve İMÇ’nin modern mimarisiyle bugüne taşınanlar arasındaki bağlantıyı araştıran sanatçının kurgulayacağı yeni hikâyeler şüphesiz bizleri yeni bir anlam yolculuğuna çıkartacak.
Karanlıkla Buluşmak sergisi adından da anlaşılacağı üzere görünen ve çoğu zaman görünenin ardında kalanla, gözden kaçırdıklarımızla bizi yüzleştirir. Jung’un gölge arketipinin İrem Tok’un sanatsal ve derin dünyasında yorumlanarak ellerinde vücut bulmuş hâli olarak da yorumlanabilir. Likenlerden mikroorganizmalara, kitaplardan bu sergide dahil olan çamur malzemesine sanatçının yıllardır üzerinde çalıştığı konular zenginleşerek devam eder. Mekânın kendisinin de bir deneyim sunması arzusuyla lav gibi kırmızı duvarlar ve halı ile karşılıyor izleyiciyi. Seramiğin fırında ısınması gibi sıcak bir duygu veriyor bu kırmızı atmosfer. Sergiye gelen ziyaretçiyi gündelik hayattan çıkartıp kendi yarattığı içsel dünyanın içine sokmaya çalışan Tok, yeni bir deneyim vaat ediyor. 2 Şubat’ta Pilot Galeri’de açılan sergi 9 Mart’a kadar görülebilir.