Deniz Özgültekin ile küratörlüğünü üstlendiği Ekim 2022’de Mardin’deki Surp Kevork Kilisesi’nde açılışına bir gün kala iptal edilen “Geçmişi Unutmak Yaldızlı Bir Yalan” adlı sergisini, ilk küratörlük deneyimini ve serginin Karşı Sanat Çalışmaları’nda sergilenme sürecini konuştuk.
Deniz Özgültekin’in Mardin’de yer alan Surp Kevork Kilisesi’nde Ekim 2022’de küratörlüğünü üstleneceği Avrupa Birliği Sivil Düşün desteği ile gerçekleştirilecek olan “Geçmişi Unutmak Yaldızlı Bir Yalan” adlı sergisi valiliğin serginin açılmasına bir gün kala açılışı durdurmuş olması bugün bu söyleşinin gerekçesi. Genç bir küratör olarak ilk sergi deneyiminde karşılaştığı sansür, serginin ana fikri ile görünürlüğüne katkıda bulunarak yenileme ihtimali doğacak olan kültürlerarası ve 1600 yıldır ayakta duran bir kilisenin kurtarılabileceğine dair inanç bu serginin, sergide yer alan tüm sanatçıların eserleri ile ana aktarımını ortaya koyuyor.
Serginin Mardin’de gerçekleştirilemeyeceğine istinaden küratör Deniz Özgültekin’in sanatçılar, aradaki birçok özel ve tüzel kişi, kurumlar ve Avrupa Birliği Sivil Düşün gibi birçok kurum ile geliştirdiği ortak akıl yürütme, iş birlikleri neticesinde “Geçmişi Unutmak Yaldızlı Bir Yalan” sergisi Ezgi Bakçay, Sena Tural ve Feyyaz Yaman’ın destekleri ile Karşı Sanat Çalışmaları’nda 15 Aralık 2022 – 7 Ocak 2023 tarihleri arasında sergilendi. Disiplinler arası pratiklerde eserlerin izlendiği sergi toplumsal hafızayı geçmiş ve bugün arasında değerli bir köprü olarak kurgulayarak yarının yeni olasılıklarına kapı açabilecek sorgulamalar sundu. “Geçmişi Unutmak Yaldızlı Bir Yalan” sergisi dünün yıkımları üzerine bugün konuştu, yarına ise yeni kapılar açabilecek toplumsal söylemlerin bir potada eridiği katmanlı bir omuz ağı yarattı.
Deniz, serginizi kapsamlı biçimde konuşmadan önce sizi tanıyalım, biraz kendinizden ve sanatsal yaklaşımlarınızdan söz eder misiniz?
Şu anda Yeditepe Üniversitesi’nde “Sanat ve Kültür Yönetimi” bölümünde lisans üçüncü sınıf öğrencisiyim. Aynı zamanda “Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler” bölümünde çift ana dal yapıyorum. Aynı zamanda Marcus Graf’ın çeşitli projelerinde asistanlığını yapıyorum. “Geçmişi Unutmak Yaldızlı Bir Yalan” sergisi ile ilk kez tek başıma bir serginin küratörlüğünü üstleniyorum. Sanatı çoğulcu ve birleştirici bir yaklaşım geliştirmek için kullanmayı önemli buluyorum, bu doğrultuda çalışıyorum. Aynı zamanda sanatı bir iletişim biçimi olarak görerek sanatsal pratiklerle söz söyleme yöntemlerini keşfetmeye çalışıyorum.
Kendinizi ve çalışma pratiğinizi aktardığınız için teşekkürler. Güncel ve kritik, sansüre uğramış bir serginin gerçekleşme hikâyesini ve tüm süreci konuşacağız bu söyleşinin devamında. Ondan önce sergiye dair ilk soru olarak bu serginin ana fikri, üretim süreci nasıl başladı?
Sergi fikri Abdullah Güler ile 2022 yılının mart ayında Eskişehir’de yaptığımız bir görüşme ile ortaya çıktı. Bu görüşmede Abdullah bana Mardin’de bulunan Surp Kevork Kilisesi’nden bahsetti. Kilisenin tarihinden söz etti ve 100 yıldır kapalı olduğundan bahsetti. Yapının köklü tarihine rağmen kapalı kaldığı ve coğrafyanın hafızasından silinmekte olduğunu ancak kimsenin bu durumu tersine çevirmek için elini taşın altına koymadığından söz etti. Bu konuşmanın sonucunda ise bir serginin bu kilisenin geri kazanılması için önemli olacağını, benim de bu serginin küratörlüğünü üstlenmemi önerdi. Yani fikir aslında Abdullah Güler’in bana yaptığı bir teklif ile doğdu. Mardin’e daha önce hiç gitmemiştim ama kilisenin hikâyesinden beslenerek ve öğrenerek serginin ana fikrini ve seçkisini oluşturdum. Hafıza ve toplumsal uzlaşının kesişim yönlerini 1600 yıllık bir kilisenin tarihinden öğrenerek ele almaya çalışan bir sergi kurgulamak bu mekân için en doğru seçenek gibi görünüyordu. Seçkiyi oluştururken eserlerin kavramsal çerçeve ile örtüşmesinin yanında genç ve kariyerinin ileri safhasında olan sanatçıların beraber sergide yer alması gerektiğini düşündüm. Ayrıca sanatçıların tamamının İstanbul’da yaşayıp çalışan sanatçılardan oluşması Mardin’de açılacak bir sergi için kente dışarıdan bir göz olarak bakmamak adına sanatçılar arasında Mardin’de üreten veya Mardin’den beslenerek üretimlerini sürdüren sanatçılar olmasına da önem gösterdim. Böylece Mardin’de yer alan kilisenin tarihsel ve toplumsal hafızası hem yerel hem de merkeze uzak farklı coğrafi sanatçıların üretimleri ile değerlendirmeye açılmış olacaktı. Bir diğer yandan farklı disiplinlerde üretimlerin de sergide yer alabilmesine özen gösterdim. Zafer Akşit’in video ve Abdullah Güler’in video ve çizimleri, Nejbir Erkol, İlayda Bekdemir ve Mehmet Sait Tunç’un yerleştirmesi, Ferhat Özgür’ün fotoğrafı, Eşref Yıldırım ve Eylül Ersöz’ün resimler ile yer aldığı seçki, serginin tartışmaya açtığı bağlama dair şekillendi.
Karşı Sanat Projeleri’nde Sivil Düşün desteği ile gerçekleştirdiğiniz “Geçmişi Unutmak Yaldızlı Bir Yalan” sergisinin ismi nereden geliyor, sergiye nasıl bir anlam yüklüyor?
Sergi adını Zabel Yesayan’ın Yıkıntılar Arasında kitabından bir alıntıdan alıyor. Beni Yesayan’ın alıntısı ile kesiştiren Eşref Yıldırım’ın Zabel Yesayan portresi ve örgü eseriydi. Seçki ve metin son hâlini almaya başladığında henüz serginin içeriğini doğru yansıttığını düşündüğüm bir ismi netleştiremiyordum. Tam da bu noktada Yesayan’ın edebiyatın gücünü kanıtlarcasına benim sayfalarca yazdığım düşüncelerimi tek bir cümle ile özetleyebildiğini fark ettim. Sergi kurgusu ve sergileme tekniklerini düşünürken kilisenin tarihsel ve mimari kimliğinin üstünlüğünü yok saymayacak ve eserleri de bastırmayacak eşitlikçi bir görsel kurgu tasarlamaya karar vermiştim. Benzer bir tavrı bu alıntıya ve Yesayan’ın edebiyatına karşı da sürdürmenin doğru bir karar olduğunu serginin İstanbul’a taşınma sürecinde tekrar fark ettim. Ayrıca 100 yılı aşkındır kapalı olan bir Ermeni kilisesinin kapısını Yesayan’ın alıntısı ile açmak onun taşıdığı hafızayı anmak için yapılmış bilinçli bir tercihti.
Siz aslında heterojen bir yaklaşım ile çoğulcu bir ideoloji içinde birlik, bütünlük yan yana olabilme ve tarihsel katmanları yeniden okuyabilme imkânı sunacak bir sergi tasarlamışsınız. Karşı Sanat Çalışmaları’nda İstanbul’da izlediğimiz sergiyi aslında sergiyi Mardin’de Kırmızı Kilise olarak da anılan Surp Kevork Kilisesi’nde gerçekleştirecektiniz. Bu kilisenin öneminden, serginin özellikle burada izlenecek olma gerekçesinden daha kapsamlı biçimde söz eder misiniz?
Öncelikle serginin kavramsal çerçevesi doğrudan Surp Kevork Kilisesi’nden yola çıkarak şekilleniyor. Kilisenin sadece Mardin’de değil bütün Anadolu’da deneyimlenen sosyopolitik ayrılıklardan çok daha eskiden bu topraklarda bulunması sergide oldukça önemli bir yer tutuyor. Bu ayrılıklar yokken bu topraklarda duran Kırmızı Kilise, bu ayrılıklar ortadan kalktıktan sonra hâlâ burada olacak. Dolayısıyla çok köklü ve değişmez görünen ayrılıkların çözümünün sağlam temellere oturan bir toplumsal uzlaşı olacağını, Surp Kevork Kilisesi’nin de toplumsal müzakere için öğretici olacağını düşünüyorum. Serginin ismindeki “geçmiş” bu bağlamda toplumsal mutabakatın önüne geçen açık yaralar olabileceği gibi yaraların henüz açılmadığı bir döneme de işaret ediyor. Dolayısıyla bu Surp Kevork Kilisesi’ni kazanmak yaralarımızı sardığımız bir geleceğe dönmek için önemli olacaktır.
Dediğimiz gibi “Geçmişi Unutmak Yaldızlı Bir Yalan” sergisini Mardin’de Kırmızı Kilise’de (Surp Kevork Kilisesi) gerçekleştirecektiniz ancak serginin açılmasına son bir gün kala, siz kurulumdayken valilik tarafından açılış yapamayacağınız söylenerek sergi kapatıldı ve sansüre uğradı. Buradaki sansür, yasak ve gelişen süreçten söz eder misiniz?
Bu süreç maalesef şeffaf değil. Serginin paydaşlarından biri olarak ve bu sansürün doğrudan tebliğ edildiği kişi olarak çok fazla bilgi almam mümkün olmadı. Planlanan açılış tarihi olarak 15 Ekim 2022’yi düşünürken 13 Ekim’de aldığım bir telefon sonrası kurulumu durdurmak zorunda kaldım. Bana telefonla ulaşan bir polis, serginin açılamayacağını bildirdi. Ertesi gün valilikte yaptığım görüşmelerde sergi içeriğinin sakıncalı olduğu bana sözlü olarak bildirildi. Bu sakıncalılık durumunun resmi bir bildirimle bana ulaştırılmasını istesem de güvenlik harici bir bildirim yapılmadan serginin açılması hâlinde kapatılacağı söylendi. 14 Ekim tarihinde kurduğumuz sergiyi toplayarak mekânı terk ettik. Ertesi sabah Mardin’e gelecek sanatçıların uçak biletleri ve konaklama rezervasyonları iptal edilerek Mardin’deki süreci sonlandırmak durumunda kaldık.
Peki, bu süreçte serginin tartıştığı bütüncül ifade sekteye uğradı mı? Katılımcı sanatçılar, izleyici ve fon desteği aldığınız Sivil Düşün ile iletişim ve çalışma stratejiniz nasıl ilerledi?
İlk etapta Sivil Düşün’de süreci yürüttüğüm program destek uzmanı ile nasıl hareket etmemiz gerektiğini düşündük. Sergiyi iptal etmek, İstanbul’da bir mekân aramak ya da Mardin’de başka bir mekân bulma seçeneklerini değerlendirdik. Surp Kevork Kilisesi’ni terk edip Mardin’de farklı bir yerde acele ederek bu sergiyi açmak uzun süren emeklerin karşılığını vermemek olacaktı. Aynı zamanda serginin Mardin’de gerçekleşecekse bu kilisenin yenilenme sürecine ışık tutacak bir kurguda olabilmesi de önemliydi. Bir yandan serginin iptali de bütün emekleri yok saymak anlamına geliyordu. Bu yüzden serginin İstanbul’da bu süreci anlatarak kendine yer bulması için çalışmaya karar verip, sözümüzü söyleme kararı aldık. Mardin’de o ana kadar sergi için sıklıkla fikir ve yardım aldığım Canan Budak bu süreçte de benim için önemli bir yol gösterici oldu. Bu süreci duyurma ve izleyiciye aktarma konusunda ise yaşanan hayal kırıklığından ziyade sadece olan olayları aktarmak doğru olacağı için İstanbul’daki sergilemede süreci açıklamayı tercih ettik. Bütüncül ifadenin ise bu deneyimden sonra sekteye uğramaktan ziyade dayanışmayla pekiştiğini düşünüyorum.
Birçok projede çalışmış olsanız da birebir ilk küratöryel deneyiminiz, bu açıdan Mardin’de karşılaştığınız durum oldukça sert bir ilk başlangıç diyebilirim. Buradaki sosyo-politik tepkisel sürecin yönetimi, ardından Karşı Sanat Çalışmaları ile iş birliği nasıl oluştu?
Sanırım bu “sert” başlangıcın en zorlu tarafı serginin engellenmesi sonrasında işlemeye başlayan otosansür mekanizmasıydı. Sakıncalı olduğu için açılması engellenen bir serginin küratörü olarak gerçekten sakıncalı bir şey yapıp yapmadığımı, serginin paydaşlarına zarar verip vermediğimi düşünmek oldukça yoğun ve yorucu bir süreçti. Karşı Sanat Çalışmaları ise çok doğru bir anda devreye girip süreci öğrendiği andan itibaren çok kıymetli olduğunu düşündüğüm bir dayanışma gösterdi. Ezgi Bakçay ve Feyyaz Yaman ile yaptığım telefon görüşmesi sonrasında hem sergi içeriğini hem süreci onlar ile paylaştım. Onlar da bu sergiye ev sahipliği yapmak, bu süreci aşmak için yardım etmek, iş birliği geliştirmek istediklerini aktardılar. Açıkçası Karşı Sanat Çalışmaları ile beraber çalışmak benim için sadece bir iş birliği değil aynı zamanda ihtiyaç duyulunca açılabilen kapıların varlığı ve dayanışmaya ihtiyaç duyduğumuz zamanlarda nasıl birlikte çalışabildiğimizin bir göstergesi.
Mardin’de açılması planlanan sergi sansüre uğradıktan sonra Kırmızı Kilise (Surp Kevork Kilisesi) için özel olarak, mekâna özgü hazırlanan bu sergiyi Karşı Sanat Çalışmaları’nın mekânına yerleştirirken nasıl bir değişim ve küratöryel yaklaşım kurguladınız?
Sergi kurgusu ister istemez çok değişti. Kiliseyi geri kazanmak için yapılan bu sergide mekâna mümkün olduğunca az temas edecek, onu koruyacak bir sergi tasarımı planlanmıştı. Bu tasarım da tabii ki eserlere göre şekillenmişti. Karşı Sanat Çalışmaları’nın mekânı ise eserlerin çok daha rahat yerleştirildiği ve izlendiği bir yapıya sahip. Küratöryel yaklaşımdaki en büyük değişiklik ise serginin İstanbul’a taşınmasına giden süreci izleyiciyle buluşturmak için kurgulanan video idi. Bu video Mardin’de açılacak sergi için tasarlanan afişlerin yanındaki duvara yansıtıldı. Mekânın bu bölümünde arşivsel bir yaklaşım ile izleyici eserlerle değil sadece kilisenin çekilmiş son görüntüleri ile karşılaşıyor.
Serginin son gününde Ezgi Bakçay moderatörlüğünde sanatçılar ve sizin katılımınız ile bir söyleşi gerçekleşti. Sansür ve devamlılık, deneyimler üzerine aktarımlarda bulunduğunuz söyleşinin dönütlerinden söz eder misiniz? Bu aynı zamanda bir süreç deneyiminin sonucuydu nihayetinde.
Bu konuşmanın bir deneyim sonucu olduğu tespitine kesinlikle katılıyorum. Ben serginin küratörü olarak yaşadıklarımı paylaşmayı kıymetli buluyorum ancak sergide yer alan sanatçıların yaşadığı bambaşka bir deneyim var. Konuşma bence bu açıdan önemli çıktıları görünür kıldı. Sanatçılardan eserlerini dinlemek, sergideki diğer eserlerle kurduğu bağlantıları beraber keşfetmek kıymetliydi. Keza benim kişi ve kurumlarla süreçte geçirdiğim diyalogları sanatçılar da bireysel ve toplumsal ideolojik yaklaşımlarında sıklıkla tartıp değerlendirmeye aldı. Ezgi Bakçay ile açılıştan önce konuşurken Karşı Sanat Çalışmaları’nda açılan sergimizi bir “dayanışma sergisi” olarak tanımlamıştı ve bu tanımı çok doğru buluyorum. Yaptığımız konuşma bir yandan da bu dayanışmayı beraber örmek anlamına geliyordu diye düşünüyorum. Konuşmamızın başlığı “Deneyimden Öğrenmek” idi ve serginin yaşadıklarından öğrenirken bir yandan da çözüm yollarını keşfettik.
Son olarak genç bir küratör olarak buradaki deneyimin zorluk, kolaylık, iletişim ve stratejik yönetimlerinden söz eder misiniz? Bunun özellikle çok kıymetli olduğunu düşünüyorum. Normalde küratörler kurum, sanatçı, mekân sahibi arasında bir müzakere alanı oluştururken sizin denkleminiz daha da çoğalarak belediye, özel ve tüzel kişiler, çeşitli kurumlar, Avrupa Birliği Sivil Düşün Fonu gibi niceleri ile daha da büyük bir ağa dönüştü. Sizin buradaki sürdürülebilir iletişim yönteminiz süreçte nasıldı? Deneyim olarak birçok küratör adayına ışık tutması açısından sormak isterim.
Bu sergide deneyimin tabii ki en büyük zorluğu normalde sanat pratiği olmayan bir mekân seçilmiş olmasıydı. Mekânın bağlı olduğu vakfın daha önce sanat ile kurduğu bağlar yok derecek kadar azken Surp Kevork Kilisesi de maalesef rahatlıkla sergi açmaya müsait bir yapıya sahip değildi, ancak tarihi yapılarda sergi kurma ve yapıya dokunmadan neler yapılabileceğine dair deneyimim de mevcuttu. Kilisenin yarattığı zorluklar ile alakalı bir çekincem bu açıdan yoktu çünkü kilisenin olağan hâlini de gözler önüne sermeyi kabul etmiştim. Ancak kilisenin vakfı ile bu açıdan kurulan iletişim zorluydu. Keza aynısı Mardin’deki valilik ve belediyeler için de geçerli. Bireysel olarak sık sık olumlu dönüş ve iyi niyetli çabalar içerse de devasa bürokratik yapılar içinde sağlıklı bir iletişim ve iş akışı kurulamıyor. Bunun dışında sürdürülebilir bir iletişimin sergi açma ve sanat yapma pratiği olan insanlarla şeffaf ve fikir alışverişine dayalı bir yaklaşım benimsemenin doğru olduğunu düşünüyorum. Burada proje bazlı iş birlikleri ya da sergiyi açma amacı bir yana sadece bir şeyler öğrenme amacı gütmek de oldukça keyifliydi. Bu kadar yüksek özveriyle çalışan insanları görünce onların pratiklerine yaklaşımını keşfetmek çok öğreticiydi. Sanırım sürdürülebilir iletişimi bu şekilde tanımlamayı seçiyorum. Projeleri ve sergileri aşan karşılıklı öğrenmeye ve süreçteki aktörlerle birbirimizi tanımaya yönelik bir iletişim. Nihayetinde bu sergi deneyimi heyecanla başlayan bir hayalin gerçeklerle harmanlanmış bir izdüşümüne dönüştü, çok geliştirdi ve dediğim gibi çok öğretti.
*Söyleşi başlığı: Paula Coelho