07 NİSAN, PERŞEMBE, 2016

Yasın Sağaltıcı Gücü

Yas tutmak en insani haklarımızdan biri olmakla birlikte, “yası tutulamayanların yası” lügatımıza girmiş durumda... Karşı Sanat Çalışmaları’ndaki “Kayıpta Saklı” sergisini de bir yas tutma çabası olarak adlandırmak mümkün. Sergide, Arzu Yayıntaş, CANAN, Evrim Kavcar, Fulya Çetin, Nalan Yırtmaç ve Neriman Polat’ın çalışmaları yer alıyor.

Yasın Sağaltıcı Gücü

Yas son zamanların en can alıcı meselelerden biri haline geldi. Toplumsal şiddet mağdurlarının yasının tutulması başlı başına bir olay, artık Butler’ın “yası tutulamayan hayat hayat değildir” lafı sık sık dile getirilir oldu. Bu toplumsal vaziyette vahim olan şey, şiddet mağdurlarının haklarının tanınması ve mağduriyetlerinin giderilmesinden değil, daha işin abc’sinden, yani o şiddete maruz kalan kişinin tanınması ve ardından yasının tutulabilmesinden bahsediyor olmamız. Diğer birçok şeyde de olduğu gibi bu en temel, en insani hak (buna hak demek bile yanlış, durum diyelim) için bile ‘mücadele’ vermek zorunda olmamız.

Yasın resmi kanalları devlet eliyle kapatıldığı için, toplumsal yas işlevini sanat, edebiyat ve sinema üstlenmeye başladı. Yası tutulmayanların yası, galeri mekânlarında, kitap sayfalarında ve sinema perdelerinde dile getiriliyor. Karşı Sanat Çalışmaları’nda açılan “Kayıpta Saklı” adlı sergi de bu ‘yas tutma’ çabasının bir sonucu. Sergideki çeşitli sanatçıların işleri, hep bu ‘yok sayılan ama feci şekilde varolan’ toplumsal şiddet vakalarına odaklanıyor. Bir anlamda ‘kayıp’ olan açıkça gösteriliyor. 

Arzu Yayıntaş

Sergideki işlerin çoğu da bu ‘açıkça gösterme’ halinin sarsıcı kuvvetini taşıyor. Hakikaten insanın suratına çarpan bir öfke var sergide. Öfkeli bir yas tutma hali gibi. Bu öfke kısmı önemli, zira yas tutmayı mağduriyetçi bir tondan çıkaran, daha ‘hayat dolu’ kılan şey de bu. Sergi kataloğunda buna da dikkat çekiliyor, şöyle: “Kayıpta Saklı, hayatta kalmakla ilgili bir sergi. Üstümüze çöken, nefesimizi kesen örgütlü kötülük atmosferinde soluk almayı sürdürebilmekle ilgili yaşamsal kaygıları var.”

Bu bahsedilen ‘örgütlü kötülük’ün sergiye de yansıyan çeşitli veçheleri var. Kentleşme şiddeti, kadına yönelik şiddet, etnik şiddet, ekonomik şiddet, askeri şiddet vs... İlkiyle başlayalım: Arzu Yayıntaş’ın basit ve basitliği ölçüsünde güçlü video işi  Uyanış şehri vahşice saran otlar ve ağaçlarla ilgili. Bu iç açıcı fantezi, Taksim meydanında, sol yumruğu havada duran bir kadının etrafında cereyan ediyor. Kentleşme şiddeti ve sürecini tersine çeviren bu iş, kontrolü birkaç dakikalığına da olsa doğaya devrederek bir iade-i itibarda bulunuyor. Bu şiddetli ve umut verici kısa filmi, şehrin betonundan nefret eden herkes kendi kafasında bir kere çekmiştir herhalde. Şehrin doğa tarafından yutulduğunu gösteren ‘terk edilmiş ve her yeri ot bürümüş şehir’ görüntülerinin ne kadar sevildiğini hatırlayalım. Bu sevgi boşuna değil. 

CANAN’ın sergideki poster işi de kadına yönelik şiddeti açıkça gösteriyor. Bir duvarı kaplayan renkli posterlerdeki kara anlam; kadın figürünün taşıdığı şiddet izleri ve “Kaç kurban daha?” sorusu ve altındaki not: “Erkeklerin sevgisi her gün 3 kadını öldürüyor”. CANAN bu işte, birçok işinde olduğu gibi, kadın figürünü bizzat canlandırarak doğrudan bir özdeşlik kuruyor.

Etnik şiddet ise, sergide karşımıza o feci Uludere Katliamı olarak çıkıyor. Devletin gerçek anlamda ölüm olup gökten yağdığı o katliama dair defterinde Nalan Yırtmaç öldürülenlerin portrelerini tek tek resmederek, bir anlamda iade-i itibarda bulunuyor. Tek tek yüzleşme / yüzleştirme hamlesi.  Portrelerin stencil olarak yapılması, bu yüzleri duvarlarda da görebileceğimizin habercisi.  Stencilllere eşlik eden çiçekler de bu kara yazgıyı paylaşanlara bir sevgi ve saygı duruşu niteliğinde.   

Fulya Çetin

Uludere’nin etnik şiddetle olduğu kadar ekonomik şiddetle de alakası vardı. Orada öldürülenler, gerçekten, ekonomik sistemin dışında kalmış, en alt seviyede, en feci koşullarla hayat parasını çıkarmaya çalışan insanlardı. Agamben’in ifadesiyle, homo sacer’lerdi. Nalan Yırtmaç’ın sergideki Perde isimli işinde bu ekonomik şiddetin geri yansımasını görmek mümkün. Bir şekilde ‘yoksulluğu’ hatırlatan, 80’lerden kalma bir perdenin üzerinde öfkeli bir çocuk figürünü görmek, yoksulların öfkesinin sahneye çıkmasını sağlıyor. Bulanık, tam olarak ne yaptığı belli olmayan o çocuktan yükselen güzel öfkeyi de, bir kenara not edelim daha fazla hayati öfke için.

Çocukların öfkesini ya da çocuklar adına duymamız gereken öfkeyi hatırlatan bir iş daha var sergide: Fulya Çetin’in hazırladığı o feci koridor. Devlet dersinde öldürülen çocukların yüzlerinin tül perdeler üzerine işlendiği ve geçerken o çocuklarla fiziksel anlamda ‘yüz yüze’ gelmek zorunda olduğunuz bir koridor. Sonuna kadar geçmeyi başarırsanız hem öfke, hem de çaresiz bir utanç duyabilirsiniz. 

Nermin Polat

Sergide yas meselesini kuvvetle hissettiren iki işten daha bahsetmek lazım. Neriman Polat’ın kurguladığı bir ‘yas odası’ var. Odanın orta yerinde asılı duran bir elbise ve yarattığı terk edilmiş boşluk hali, serbest çağrışımlara açık olan bu iş bana artık aramızda olmayan birinin elbisesinin tekinsiz hissini, hayaletimsi varlığını çağrıştırdı. Normalde ‘çiçekli ve renkli’ olan elbisenin solmuş ve bulanık bir siyah-beyaza dönüşmüş olması da bu hissi yoğunlaştırıyor. Elbiseye eşlik eden ağıt da bu yas odasını adeta bir ‘ağlama odası’na çeviriyor. İnsan o elbiseye sarılıp, artık öfkesi ve yası ne ise, onun için uzun uzun ağlayabilir. Ağlamanın sağaltıcı gücünü bu ironik devirde hatırlamak mühim bir şey. Neriman Polat’ın tasarladığı bir de etek var. Polat’ın daha önce devletin katlettiği Ceylan Önkol’un annesinin sözlerini duvara yazarak yaptığı Kızımın Parçalarını Eteğimde Taşıdım adlı işini akla getiren bu pazen eteğin üzerinde de, desenlerin arasında ‘yasını tutacağım’ yazıyor. Ceylan Önkol’un annesinin eteği olabilir bu ya da daha başka birçok annenin. 

Son olarak, sergide ‘herkesi kapsayan devlet şiddeti’ni gösteren bir iş var, adı da İstikrarlı Ölüm. O malum ve meşum devlet sloganı, istikrar uğruna 2015’te öldürülen herkes için bir çivi çakılarak (3322 çivi) yazılmış bir istikrar panosu. Ülkenin hal-i pür melali sert çekiç darbeleriyle panoya kazınmış.

Politik öfkenin ve kolektif yasın hayati, sağaltıcı gücünü hatırlamak için, bu sergiye gitmek gerek. Herkesin her an madun olabileceği bu felaket ülkede, madunlar sahipsiz değil, bunu görmek bile güzel.

“Kayıpta Saklı” 17 Nisan’a dek Karşı Sanat Çalışmaları’nda ziyaret edilebilir.

0
5454
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage