Salt’ı diğer güncel sanat merkezlerinden ayıran en önemli özelliğin, araştırmacı yaklaşımının daha baskın olması olduğunu düşünüyorum. Bu yönüyle Salt’ta gördüğümüz sergiler, bir araya doğru ve ahenkli bir biçimde getirilmiş işlerden fazlasını barındırıyor. Bu yaklaşımı akademik olarak değil de analitik olarak adlandırmak daha doğru olacaktır. Salt’ın bu özelliği, bu sergiye de belirgin bir şekilde yansımış ve içerdiği farklı katmanlarla ‘yazlık’ı tarihî, mimarî, sosyal ve sanatsal açılardan inceleyerek bazı sorulara cevap verirken yenilerini de soran bir kurgu ortaya çıkmış.
‘Yazlık: Şehirlinin Kolonisi’ sergisi Salt Beyoğlu’na adım attığınız anda başlıyor diyebilirim. Giriş katındaki duvarlarda, o dönemin yazlıklarıyla ilgili Hayat Mecmuası’ndaki tanıtım sayfaları dikkat çekiyor. Altmışlı yıllara ait bu sayfalarda, son otuz yılın yaz deyince ilk başta gelen mekânlarından Bodrum’un adı henüz anılmıyor. Serginin kurumsal rengi olan özel bir tür turkuaz tonunda kumaşla kaplanmış şezlonglar kenarlara serpiştirilmiş ve ileri gittikçe giriş katının odağı olan ve bizzat sallanabileceğiniz salıncak, size yazlıkta geçirmiş olabileceğiniz zamanları hatırlatacak. Bu nostaljik giriş katı, sergiye ferah bir giriş yapmanızı sağlıyor.
‘Yazlık’ aslında bize özgü olmayan bir olgu, ne kadar eskiye gittiğini tam olarak bilmiyorum ancak yazlıkla ilgili ilk aklıma gelen, ‘Manzaralı bir Oda’ romanında E.M. Forster’ın bahsettiği İngilizlerin yazlarını İtalya’da geçirme alışkanlığı oluyor. Endüstri devrimi sonrası dönemde geçen romandan önce de özellikle aristokrat kesimin kışlarını başkentte, yazlarınıysa esas memleketlerindeki kır evlerinde geçirdiklerini öğreniriz. Benzer şekilde Osmanlı’da da yazlık deyince ilk akla gelen, bugün İstanbul’un içinde kalan ama yapıldıkları zamanda ulaşım alanındaki yavaşlık da dikkate alındığında şehrin kıyısında yer aldığı düşünülebilecek -özellikle de yönetici kesime, saray ahalisine veya yabancı ülkelerden gelen sefirlere ait- Boğaz kıyılarındaki yalılar ve köşkler geliyor. Bu ilk ‘yazlık’lar, serginin de tarih içindeki başlangıç noktasını oluşturuyor. Serginin tarihsel başlangıcını ağırlayan üçüncü katta ayrıca Florya’daki Cumhurbaşkanlığı Köşkü ve Yalova’daki yerinden taşınmasıyla bilinen ‘Yürüyen Köşk’le ilgili planlar ve ‘yürüyen Köşk’ün bir maketi de sergileniyor. Bu bölümde yer alan ve Ankaralı bir ailenin İstanbul Pendik’teki ‘yazlık’ hayatı sırasında tutttuğu günlükten yola çıkılarak hazırlanan animasyon da dikkat çekici.
Bu başlangıç katı, serginin temel alanları için bir ipucu niteliğinde. ‘Yazlık’ kavramını 19. yüzyıldan 20. yüzyılın ortalarına kadar taşıyan bu alan, insan hayatı ile mimarî arasındaki ilişkinin bu serginin ana odaklarından biri olduğunu gösteriyor. Bunu yaparken -kıyı kanunundaki değişimi gösteren farklı resmi gazetelerden örneklerin olduğu bir duvar gibi- çeşitli resmi belgeler, mimarî projeler, vaziyet planları ile çeşitli video röportajlar ve ses kayıtlarıyla bu ilişkiyi sorguluyor. Yine bu katta -yapılan açık çağrıya cevap olarak insanların gönderdiği- yazlıklarda çekilmiş anı fotoğrafları, zaman içinde ‘yazlık’ların İstanbul’dan başlayarak Ege’ye doğru nasıl yayıldığını gösteren büyük duvar haritasının içine ait oldukları zaman ve ailelerin ismi verilerek yerleştirilmiş. ‘Yazlık’ kullanıcılarının katılımını sağlayan bu incelik, serginin araştırmacı ruhuyla da uyumlu.
Aynı kattaki başka bir bölümde de Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde farklı zamanlarda yapılmış ‘yazlık’ evlerin hikâyelerine maketleri, fotoğrafları ve çeşitli ses kayıtlarıyla yer veriliyor. 1939’da Ahsen Yapanar tarafından tasarlanmış ve üretilmiş ‘Yüzerev’in 1/1 kısmî maketini eşlik eden öyküsü ve fotoğralarıyla birlikte görmek çok etkileyici. Bu arada Hadi Evi’ndeki ses kaydında bahsi geçen tuğlalardan birine, bir sanat objesiymişcesine yerleştirildiği duvardaki küçük vitrinde rastlamak hoş bir deneyim.
Objeler serginin ayrı bir konusu. Sedat Hakkı Eldem tasarımı metal şezlongun yanı sıra çeşitli dönemlerde yazlıklarda kullanılmış ve şehirde kullanılanların yanında daha az gösterişli olan koltuk ve şezlong benzeri mobilyaların orijinalleri, sahiplerinden ödünç alınarak bir alt katta sergileniyor. Burada ilgi çekici ayrıntılardan biri, Aktur Datça Tatil Sitesi’nin oluşum sürecini anlatan Öcal Ertüzün ve Ersen Gürsel’in söyleşi videosunu yazlık için üretilmiş bir koltuğa oturup izleyebilmeniz. Bu haliyle sergi, izleyicisinin de bir ‘yazlık’ objesini kullanmasını sağlıyor, aynen giriş katındaki salıncakta olduğu gibi.
Serginin önemli özelliklerinden biri belli bir nostalji barındırması ama bunu nostaljik olanı toplumsal hafızaya mal olduğu şeklinden farklı bir biçimde sunabilmesi. Popüler televizyon dizisi ‘Bizimkiler’in bir tür yaz uyarlaması olan ‘Yazlıkçılar’, büyük şeffaf perdede gösteriliyor. Yine ‘Mavi Yolculuk’un kâşifleri olarak adlandırılabilecek Azra Erhat, Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Halikarnas Balıkçısı olarak anılan Cevat Şakir Kabaağaçlı’yı hatırlatan kitaplar bir rafta sunulurken, Bedri Rahmi’nin mavi yolculuklar sırasında çektiği diapozitifler de şeffaf, mütevazı ve incelikle düşünülmüş -fotoğrafları basılıymış gibi düşünmenizi de sağlayan- ahşap çerçeveli bir perdede gösteriliyor.
‘Yazlık’ elbette sadece tarihî olarak tasvir edilebilecek bir konu da değil. Bunun en iyi örneği Ekin Özbiçer’in son iki yılda İzmir civarındaki yazlık mekânlarda çektiği fotoğraflardan oluşan seri. Özbiçer’in fotoğraflarının nostalji değil ama gördüğümüz yerlerin ve yaşamların kısa zamanda yiteceği hissini yarattığı kesin. Bunda insansız görüntülerin ağırlıkta olmasının, gece çekimlerinin ve durağanlığın verdiği sakinliğin de etkisi olduğunu söylemeliyim. İki ayrı ekranda belli bir ritmle akacak şekilde bir yerleştirme olarak tasarlanan bu iş, bu haliyle de anılmaya değer. Aynı şekilde üst katta ‘Yüzerev’ maketinin hemen karşısındaki duvarda sergilenen, Ege Berensel’in siyah beyaz 8 mm filmlerden kurguladığı ‘1963’ video işi de dönemin ruhunu yaşatmaya yardımcı oluyor.
‘Yazlık: Şehirlinin Kolonisi’nin bir güzel yanı da sergilenen bazı işlerle veya sadece ‘yazlık’la ilgili bazı metinlerin koparıp yanınızda götürülebileceğiniz şekilde duvarlarda yerleştirilmiş olması. Bu sayede Oktay Rifat’ın veya Refik Halit Karay’ın edebî metinlerini veya Henri Proust’un veya Cengiz Bektaş’ın daha ziyade teknik metinlerini tekrardan okumak üzere yanınıza alabiliyorsunuz.
Serginin adında işaret ettiği, ’yazlık’ın şehirlinin kolonisi olma durumu bütün sergiyi gezdiğinizde edindiğiniz histe gizliyse de, sergi katlarının merdiven sahanlıklarındaki büyük boy basılmış ve farklı açıdan baktığınızda iki ayrı fotoğraf gördüğünüz yerleştirmelerde daha bir somut hale bürünüyor. Özellikle Bodrum Gündoğan’da yaklaşık 20 sene içinde yaşanan değişimi gösteren fotoğraf, bir nevi ‘yazlık’ yaşantısının özellikle İstanbul’dan başlayıp, önce Marmara Denizi’nin kuzey kıyılarını sonra da Ege Denizi’nin belli kıyı bölgelerini nasıl istila ettiğini ve geri dönülmez bir şekilde değiştirdiğini gösteriyor.
Birinci kattaki küçük salona yayılan serginin son bölümündeyse serginin araştırmacı halinin son göstergesi olarak ‘whatabout’ öğrenci kolektifinin yaz boyunca topladığı kimi veriler eşliğinde oluşturduğu işlerle ‘yazlık’ın bugününe de son bir kez bakıyoruz.
Serginin yan etkinlikleri olarak yapılan ‘Yazlık Konuşmaları’ bittiyse de her hafta Perşembe günü gerçekleşen film gösterimleri, Açık Sinema’nın adından ve rahatlığından da kaynaklanan biçimde yazlık sinemaları çağrıştırıyor. Sadece serginin odağı olan ülkemizdeki duruma değil, çeşitli coğrafyalardan ‘yazlık’a dair filmler sayesinde dünyadaki duruma da bakma fırsatı sunuyor.
‘Yazlık: Şehirlinin Kolonisi’ başta da belirttiğim gibi bir araştırma sergisi. Bu açıdan bakıldığı zaman konuyla ilgili kapsamlı bir bakış getiriyor, konunun farklı açılardan ele alınması zengin çağrışımlar yaratıyor. Sergi tarafsız bir saptama yapıyor gibi görünse de seçilen örneklerle özellikle toplumun belli bir kesiminin kısa süre yaşayacağı bir ev sahip olmak uğruna bazı konuları ıskaladığının da altını çiziyor. Refik Halit Karay’ın ‘Otel ve Ev’ metninde “…halkımız oteli, otel yemeğini ve etiketini sevmez; çoğumuz hususî evi tercih ederiz” şeklinde ifade edildiği gibi, bu ‘yazlık’a sahip olma hali kıyılarımızı binalarla doldurmuş ve bir bakıma başka yerleri gezip görme isteğini de azaltmıştır. ‘Yazlık’ böyle baktığımızda ekonomik olarak büyük bir ıska geçişi de temsil etmektedir, sahip olma isteği keşfetme ve farklı gözlemlerde bulunma fırsatını bastırmıştır. Bu sosyolojik olgunun böyle bir sergiyle işlenmesi hem konuyu farklı yönleriyle görmeyi hem de sorular sormayı sağlıyor. ‘Sahibinden Sayfiye’ üzerine yazarken yazımı -bu sergiden haberdar olmadan- konunun daha geniş işleneceği başka bir sergiyi arzulayarak bitirmiştim. Bu bakımdan ‘Yazlık: Şehirlinin Kolonisi’, konunun analitik ve çok boyutlu işlenme tarzıyla toplumsal hafızamıza sinen konuların kayda geçirilmesi açısından da önemli.