30 MART, PAZARTESİ, 2020

Yeldeğirmeni Atölyelerinden Artfactory’ye

Artfactory’nin 7 Aralık 2019'da izleyicilerle buluşan projesi, küratöryel pratiğin geleneksel kavramlarını aşması ve son aylarda yaşadıklarımızı bize önceden hissettirmesiyle derin ve etkili bir  anlam kazanıyor.  “Bir Maniniz Yoksa” adlı sergi Yeldeğirmeni’nde atölyesi olan 16 sanatçıyı bir araya getiriyor. Yeldeğirmeni'nde atölyesi olan sanatçı Horasan ve serginin kavramsal metnini ele alan Dila Kabakcı küratörlüğü birlikte üstleniyorlar.

Yeldeğirmeni Atölyelerinden Artfactory’ye

Sanat dünyası sanatçılar, profesyoneller ve sanatseverler arasındaki karmaşık ilişki ağlarıyla örülüdür. Bu unsurların her biri sanatın sosyal sistemini oluşturur. Sanat eğitimi, ekonomisi, tarihi, eleştirisi ve bilimi kapsamında yeni çalışma alanları oluşmuş, alanlarındaki uzmanların çalışmaları ise sergi ve yayınlarla paylaşılmıştır. Bu çok katmanlı sistemde sanatçıların diğer sanatçılarla kurduğu kişisel ilişkiler temel bir rol oynar. Sanatçılar, başka sanatçılarla vakit geçirerek sanat ve hayat hakkında konuşmaktan keyif alır. Kişisel ve profesyonel yaşam arasında gidip gelen bu bağlantılar sanatsal üretimi destekleyen ve etkileyen yaratıcı bir enerjiyi ortaya çıkarır. Artfactory ise son yıllarda Anadolu yakasında gerçekleştirilen sergilerde etkin bir rol oynamakta. Dila Kabakcı ve Derun Kabakcı’nın yöneticiliğini yaptığı, Türkiye’nin önde gelen sanat eseri depolama alanlarından olan Artfactory aynı zamanda geniş bir sergileme alanını da bünyesinde barındırıyor.

Büyük şehirlerde genellikle çok sayıda sanatçının birbirlerine yakın mesafede yaşayıp çalıştıkları belirli mahalleler yer alır. Paris’teki Montmatre ve New York’taki Soho-District modern sanatın merkezleri olmuşlardır. Benzer mahalleler günümüzde tüm metropollerde bulunmakla beraber şehrin kültürel dokusu içinde yaratıcı bölgeler olarak karşımıza çıkarlar.

Artfactory’nin aynı zamanda sanat direktörü olan Dila Kabakcı’nın açıkladığı üzere, mekân günümüzde İstanbul’da sanatın biçimsel, estetik ve kavramsal durumuna dair bir yorum getirmek üzere Yeldeğirmeni’nden sanatçıları bir araya getiriyor. “Bir Maniniz Yoksa” adlı sergi de Artfactory ortak paydaları yaşadıkları bölge olan sanatçılarla çalışarak onları çoğulcu bir sanatçı topluluğu olarak ele alıyor. Kadıköy’de yer alan Yeldeğirmeni, son on yılda birçok atölyenin yer aldığı, İstanbul’daki en büyük sanatçı mahallelerinden biri hâline geldi. Dikkat çeken bazı sanatçılar da yaşamını ve çalışmalarını burada sürdürüyor. Derin ve uzun süren arkadaşlık bağlarıyla birbirlerine bağlı olduklarından, birçoğu genellikle birbirini çok iyi tanıyan sanatçılar. Atölyelerinde her gün gerçekleştirdikleri sayısız konuşma ve tartışmaları ürettikleri pek çok yapıta yansıtıyorlar. Yeldeğirmeni ve benzeri mahalleler yalnızca atölyeleri bir araya getirmiyor; sanatçıların birbirleriyle olan iletişimleri aracılığıyla sanatsal aktivizmin desteklendiği yaratıcı birlikteliklerinin kurulduğu alanlar olarak karşımıza çıkıyorlar. “Bir Maniniz Yoksa” adlı sergi bu sinerjiyi göz önünde bulundurarak Yeldeğirmeni’nde atölyesi olan 16 sanatçıyı bir araya getiriyor. Projenin küratörlüğünü atölyesi Yeldeğirmeni’nde bulunan Horasan ve Dila Kabakcı üstleniyor. İkisi arasındaki kişisel iletişim ve diyaloglar ise bu projede katalizör işlevi görüyor.

​Artfactory’nin bağımsız sanat üretimini ve Dudullu’ya komşu sayılabilecek Yeldeğirmeni’ndeki sanatçıları destekleme arzusu “Bir Maniniz Yoksa”nın bunaltıcı bir yapaylığın hüküm sürdüğü zamanda gerçek ve somut birlikteliğin önemini vurgulayan kavramsal metni ve çerçevesiyle paralellik gösterir. Yaşadığımız dünya tamamen dijital medya araçlarına bağımlı hâle gelmiştir. Konuşmak yerine mesajlarışırız, bakmak yerine zaman tünelinde aşağı doğru ineriz; yürümek yerine dünyayı surf’leriz. Yine de küresel köy bizi tamamen şeffaf, camdan vatandaşlara çevirmekte kalmamış, harekete geçmek yerine gözlemleyen edilgen alıcılara dönüştürmüştür.

“Bir Maniniz Yoksa” pasifize etme ve yabancılaştırmaya sanatsal bir dille karşı çıkarak eleştirel bir duruş sergiler. Artfactory’nin iki katlı geniş mekânına yayılan sergi, estetik açıdan incelikli, kavramsal açıdan dokunaklı yaklaşımlarla günümüzün dünyasını yansıtır.

Sergi, Güler Güçlü’nün giriş katında yer alan büyük ölçekli heykeli ile bizi karşılar. Kimliği belirsiz, androjen ve yaşı olmayan insan figürü izleyiciyi zorlu bir yolculuğa davet eder. Çimentodan yapılmış bu figürün kafası dağı andıran bir formun içine gömülüdür. Kör bir yalnızlığın içinde kımıldamadan durarak günümüz insanının distopik bir anıtı olarak belirir.

​Güler Güçlü’nün heykelinin katı formu ve statik yapısı, Volkan Kızıltunç’un Inferno Kula adlı yapıtıyla karşı karşıya gelir. Bu dinamik yapıtın kompozisyonu dokuma benzeri bir ağdan yola çıkılarak oluşturulmuştur. Fotoğrafın ontolojisi üzerine sıklıkla çalışmalar gerçekleştiren, önde gelen fotoğraf sanatçılarından Kızıltunç bu yapıtıyla içinde yaşadığımız çok katmanlı matrisin yapısını gözler önüne serer.

Kızıltunç’un fotoğraf baskısının hemen yanında Ali Elmacı’nın dört yeni renkli deseni yer alır. Yaralarımla Büyüyorum adını taşıyan seri bir genç çocuk ile bir kız portresi ve aralarında sergilenen iki çiçek natürmortundan oluşur. Resmin tüm elemanları nispeten rasyonel bir illüstratif üslupla çizilmiş ve beyaz, astarsız bir zeminde resmedilmiştir. Portrelerdeki çocukların kafasında yer alan karpuz dilimleri onlara absürt fakat gerçeküstü bir boyut kazandırarak tüm sahneye tekinsiz bir boyut getirir. Natürmort çiçeklerin güzelliği bile onların yanında bizi rahatlatamaz. Her şey yapay, gerçek dışı ve tedirgin edici görünür.

Tedirgin edici atmosfer Burak Ata ve Ali İbrahim Öcal’ın resimlerinde kendini göstermeye devam eder. Ata, genç ve yalnız Türkiyeli sanatçılar için bir imza oluşturmuştur. Amblem benzeri bir form siyah fon üzerinde yer alırken 5 narin illüstrasyon beyaz bir fon üzerine resmedilmiştir. Sağ üst köşede beyaz hilal ve yıldızla beraber kırmızı fon üzerine yazılmış, “Genç ve Yalnız Türk Sanatçılar” anlamına gelen “Young and Lonely Turkish Artists” cümlesi yer alır. Yapıtın görsel açıdan Türk bayrağı ile bağlantısı ve kompozisyonun kurumların amblemlerine benzerliği resme sanatçının toplum içindeki yerini eleştirel bir şekilde sorgulayan sembolik bir boyut kazandırır.

​Ali İbrahim Öcal’ın Bi ManinizYoksa adlı yapıtı karanlık ve gizemli bir karakteristik sergiler. Sulu boyayı anımsatan mürekkepten desenin merkezinde figür tek başına konumlandırılmıştır. Protagonistin yüzü ve kimliğini ortaya çıkaran hiçbir detay yer almaz. Onun kompozisyon içinde varoluş sebebi de bir sır gibidir. Figürün resmedilen alanın içinde mi yoksa dışında mı olduğu da bir muammadır. Suratı olmayan protagonistin durduğu karanlık alanı aydınlık alandan ayıran bir pencere ve kapı olduğunu fark ederiz. Hiç bir şey net ve anlaşılır değildir; geriye kalan tek şey ise sonsuz karanlıktır. Öcal, dünyamızın güncel hâline yönelik eleştirel bir yorumda bulunur. Yine de bir parça ışık vardır; bu da umudun mevcudiyetine işaret eder. 

Tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda serginin giriş katı iyi bir şekilde kürate edilmiş ve yapıtlar güzel bir biçimde yerleştirilmiş. Görsel açıdan dengeli olmanın yanı sıra yapıtlar arasındaki biçimsel ve kavramsal bağlantılar düzgün bir biçimde kurgulanmış. Sergilenen yapıtlar birbirleriyle iyi iletişim sağlayarak bir uyum oluşturuyor. Sonuç olarak giriş katı tek başınalık ve yalnızlığın hüküm sürdüğü, nispeten karanlık ve gizemli bir dünyanın resmini çiziyor.

​Birinci kata çıktığımızda ise Artfactory’nin geniş sergi alanıyla karşı karşıya geliyoruz. Üst katta yer alan bu geniş alana yayılmış sergileme mekânında “Bi Maniniz Yoksa”da yer alan 11 sanatçının yapıtı yer alıyor. Girişin hemen sağında Horasan’ın büyük ölçekli resmi Tepe Taklak Horasan izleyiciyi serginin ikinci bölümüne davet ediyor. Burada üç ana unsur dikkatimizi çekiyor: Sol tarafta şapkalı bir adam, ters dönmüş güneş gözlüğü takan bir adamın büyük bir portresi ve geri planda yer alan ahtapotu anımsatan bir canlı. Başlıktan anlaşılacağı üzere bu Horasan’ın otoportresi. Dünyaya alternatif bir açıdan bakan sanatçı izleyiciyle direkt olarak yüzleşerek onları adına gerçeklik dediğimiz tuhaf yapının içine doğru bir yolculuğa davet ediyor. Soldaki figür çoktan yürümeye başlamış gibi. Gömleği, kravatı, ceketi ve şapkasıyla bu dünyada başarılı olabilecek kadar düzgün bir görünüme sahip. Bu figür Horasan’ın kafasından ve ahtapottan uzaklaşarak çerçevenin dışına çıkmaya çalışır. Resimdeki tüm unsurlar hareket hâlindedir. Parçalı kompozisyon anlayışı, kıvranarak doğru yolu bulmaya çalıştığımız günümüzün dinamizmine işaret eden resimsel akışı destekler.

Serginin giriş katındaki yapıtların karanlık ve sakin yapısıyla, bu bölümde yer alan, dinamizm ve hareket unsurları barındıran görece daha aydınlık yapıtlar tezat oluşturur. Deniz İkizler’in Plastik Rüyalar Serisi Yeşil Koltuk adlı yapıtı bunu destekler. Sanatçının kağıt üzerine yaptığı, minimalizm esintileri taşıyan grafik temelli işinin yanı sıra, sergi mekânının ortasında konumlandırılmış üç boyutlu bir yapıtı da yer alır. Burada sanatçı geleneksel Türk halısının kitsch bir versiyonunu anımsatan renkli bir alana yeşil bir koltuk yerleştirmiştir. Yakından bakıldığında yerde yer alan tüm şekillerin boyadan yapıldığı anlaşılır. Halının üstündeki yeşil boya koltuğa eriyormuş izlenimi vererek görüntüyü bozar. Bu yapıt, Horasan’ın resminin hemen yanında yer alır.

Çağrı Saray Unutmanın Eşiği adlı ikonik serisinden üç yapıtıyla sergiye dahil olur. Mimari anıtlar haritası işlevi gösteren fotokopi işi ve kolektif kent kimliğinin önemli parçaları olan Haydarpaşa Garı’yla İstanbul Üniversitesi’nin ana giriş kapısını resmettiği iki dinamik deseniyle yer alır. Helezonik çizgiler beyaz kâğıdın boşluğuyla denge kurarken, dinamik çizgi ağı ve etkileyici mimarinin statik yapısı arasındaki tezatlık yapıtlara her şeyin hareket hâlinde olduğu şehirdeki akışa işaret eden canlı bir karakteristik kazandırır.

​Saray’ın yapıtının minimal estetiği ve kavramsal karakteri Gökhan Deniz’in triptik dışavurumcu manzara resmiyle güzel bir karşıtlık oluşturur. Güçlü resim başarılı bir şekilde figür kullanımı ve soyutlama arasında bir denge oluşturur. Aynı zamanda Bedia Ekiz’in video, desen ve taş ile samandan meydana getirdiği enstalasyonu ile anlamlı bir ilişki kurar. Her iki yapıt da içinde yaşadığımız çevreye işaret eder.

Ali İbrahim Öcal’ın bu katta yer alan yapıtı bir dağ manzarasını resmeder. Yapıtın yalnızlığı, Horasan’ın gerçekçi bir imgesinin resmedildiği diptik benzeri işin ikinci kısmı ile tezatlık oluşturur. Figür ve manzara ilişkisi resmin monokrom siyah fonunda gizlenen bir muamma olarak kalır.

Sabo Akdağ resminde kapı zilleri kullanarak ironik bir biçimde komşu ilişkilerine değinir. Her bir zilde başka bir sanatçının ismi yazılıdır. Tüm bu sanatçıların tek bir apartmanda yaşadığını düşünün yaratıcılıkla dolu bir üs hâline gelirdi.

Burak Dak’ın kolaj benzeri sulu boya işi ikonografiksel meseleleri ele alır. Kompozisyonun merkezinde meyveye benzer bir objeyi sakince soyarken elindeki bıçakla izleyiciyle yüzleşen giyinik bir figür yer alır. Arka planda ise cansız bedenlerden oluşan bir topluluk resmin zemini oluşturur. Arka plan ve giyinik figür arasındaki zıtlık yapıta gizemli bir karakteristik kazandırır.

​Bu işin hemen karşısında Basako’nun Kırık, kesik, çizik adlı kağıt üzerine resim serisi yer alır. Organik soyutlamanın temsili ve binaları anımsatan geometrik unsurlar arasında gidip gelen yapıtlar organik ve inorganik hayatın yanı sıra insan bedeni ve etrafındaki kentsel çevreyle olan ilişkisi üzerine tartışmalar açar. 

Burcu Perçin’in Yeniden Şekillendirmek adlı büyük ölçekli resmi modern gri mimariyi parka benzer bir çevre ile çarpıştırarak insan ve doğa arasındaki ilişkiyi tartışır. Parlak mavi gökyüzünün altında, pitoresk bir manzaranın içinde, ön planda bulunan büyük bitki tasvirleri resmin sakinliğini bozar. Dışavurumcu fırça darbeleri ve boya damlaları resmin bu kısımlarındaki dinamizmi vurgular. Bitkiler daha da yükseğe, binaların tepesine uzanacak gibidir. İzleyici de insan ve doğa arasındaki mücadeleye tanıklık eder, bizim galip gelemeyeceğimiz bir mücadeleye.

​Yağmur Çalış’ın büyük ölçekli heykeli modern insanın doğa anlayışını tartışır. Bir bitkinin büyütülmüş ve soyutlanmış yorumu büyük bir saksının içine konmuştur. Ancak hiçbir renk görülmez. Hiç canlılık yoktur ve hiçbir şey hareket etmez. Heykel, içinde canlı veya gerçek kimsenin kalmadığı doğanın mutasyona uğramış hâlinin bir hayaleti gibi görünür.

Meltem Sarıkaya insan hislerini sanal gerçeklik ile üretmek bağlamında gerçeklik algısını tartışır. Resimde birbirleriyle yakınlaşan iki adam ve bir kadın vardır. Realistik bir üslupla resmedilen erkek figürleri kadına dokunsa da kadın figürü yoğun bir duyumlama yaşamayı umarak VR gözlükten bakar. Resim bu bağlamda yabancılaştığımız gerçek tensel deneyim fikrini eleştirel bir tavırla ele alır.Sonuç olarak “Bir Maniniz Yoksa”anlamlı yapıtlar ve güçlü sanatçıların yer aldığı, güzel bir şekilde kürate edilmiş bir sergi. Horasan ve Dila Kabakcı’nın seçkisindeki yapıtlar birbiriyle ve sergilendiği alanla başarılı bir şekilde ilişki kuruyor. Serginin iki katı arasındaki biçimsel ve kavramsal farklılık sergi deneyimini artırırken yapıtları sergilenen sanatçıların farklı dünyalarına yapılan yolculuk bu deneyimi daha keyifli hâle getiriyor.

​Sergi İstanbul’daki güncel hayat ve sanatın durumunu yansıtmakla kalmıyor, ayrıca hepimiz için bir rol modeli olma işlevi gösteriyor. Kriz zamanlarında insanlar  insanca yaşamayı mümkün kılan sosyal beraberliği yaratmak adına bir arada durmalılar. “Bir Maniniz Yoksa” sergisindeki sanatçılar da bu tavrı açıkça bir şekilde göstererek sanat bağlamının dışındaki değerlerle iletişim kuruyorlar. 

0
7963
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage