İstanbul’un kültür ve sanat hayatına alternatif bir sistem önerisinde bulunan, sanatçı, sanatsever, kent meraklısı gibi şehir kahramanlarını bir araya getirmeyi hedefleyen “Apartman” sergisini küratörleri Lara Lakay ve Tuba Kocakaya ile konuştuk.
Kadıköy, Yeldeğirmeni Mahallesi, Nemlizade Sokak’ta bulunan 52 numaralı apartmanda Tuba Kocakaya ve Lara Lakay tarafından gerçekleştirilen “Apartman 52” sergisi kolektif bir yaklaşım ile bina rönevasyona girmeden önce ona bir veda sergisi olarak 27 Nisan tarihinde açıldı. Sergi adını Türkçede “ayırmak, parçalara, hisselere bölmek anlamına gelen latince ‘appartire’” etimolojik kökenden alıyor. Sergide İstanbul’un ilk apartmanlarından birisi olan bu 52 numaralı mimari bir şaheser olan bina içinde disiplinlerarası üretimleri ile Ali Kanal, Z.Ayşe Hatipoğlu, Bedia Ekiz, Cansu Yıldıran, Cins, Dila Yumurtacı, Dinçer İşgel, Eşref Yıldırım, Gaye Su Akyol, Gökhan Deniz, Gökhan Deneç, Gökhun Baltacı, Güler Güçlü, Hakan Gürsoytrak, İris Ergül, Kıvılcım Güngörün, Leman Sevda Darıcıoğlu, Meltem Sarıkaya, Mustafa Horasan, Özgür Can Taşcı, Sevim Kaya, Tayfun Gülnar ve Zeynep Özkanca dahil olmak üzere 23 sanatçının yapıtları izleniyor. Binanın rönevasyonu bittikten sonra da kültürel etkileşimi sürdürecek olan yapıda devam eden “Apartman 52” sergisi 28 Mayıs 2021 tarihine kadar Yeldeğirmeni Mahallesi, Nemlizade Sokak 52 numarada izlenebilir.
Yeldeğirmeni Mahallesi’nde “Apartman” adında alternatif bir sergi modeli üzerinden yakın zamanda karma bir sergi açtınız. Serginin detaylarını konuşmadan önce kendinizden biraz söz eder misiniz?
Tuba Kocakaya: Lisansımı Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü’nde okuduktan sonra Kültür Politikaları Sanat Yönetimi üzerine Bahçeşehir Üniversitesi’nde yüksek lisans yaptım. Lisans eğitimim boyunca Çanakkale 18 Mart Üniversitesi’nin arkeolojik ve uygulamalı alanlarda öğrenciyi desteklemesi bana multidisipliner bir yapı kazandırdı. Sonrasında çeşitli galeri ve sanat kurumlarında iş tecrübeleri edindim. 2013’ten beri Mamut Art Project’in Sanat Direktörlüğü’nü yapmaya devam etmekteyim. Mamut Art Project bana dokuz yıldır çok özel bir deneyim ve birebir sanatçılarla çalışma fırsatı sundu. Her yıl ülke içindeki genç, yeni ve üreten sanatçıları takip etme, tanışma, çalışma ve üretme, bilginizi en çok değişebilir ve gelişebilir tutan dinamik oluyor.
Lara Lakay: Venedik-İstanbul hattında, Sanat Yönetimi ve Kültür Kuramları lisans ve yüksek lisansları yaptım. Genel ilgim kültürlerarası çalışmalar, imge ve yazı ilişkisiyle alakalıydı bu yüzden edebiyat, sinema, görsel sanatlar denizlerinde parçaları birleştirerek kendi üretim ve yaşam fayımı kurdum. COVID-19’a kadar düzenli olarak farklı ülkelerde vakit geçiriyor; Hindistan, Gürcistan, Avrupa ve Balkanlar’da bağımsız projelerde yer alıyordum. Hâlen mesleki bir tanım konduramıyorum üstüme, karma sergilerde sanatçı olarak da yer aldım. Bana sorarsan araştırmaktan keyif alan, sıfırdan bir dünya yaratmayı seven, yazı ve görsel ile çalışan biriyim. Bütün bu karmaşayı bu sene “Modern ve Eleştirel Düşünce” altında kürate ettim, Zoom üzerinden atölyeler düzenliyorum. Paylaşmak en büyük motivasyonum.
“Apartman” sergisinin ilk başlangıç fikri nasıl oluştu? Böyle bir sergi yapma fikrinin ilk tohumları nasıl atıldı?
T.K.: “Apartman”da 4. katta, yaşayan bir atölye olarak izleyiciye açılan sanatçı Bedia Ekiz’le başladı tüm süreç. Yedi yıldır apartman, Bedia’nın hem evi hem atölyesi hem de tüm hayatı olmuş. Bedia beni apartmanın sahibi Mimar Hayri Ödensoy’la tanıştırdı. Hayri Bey’le sanat ortamı, mekânlar, mimari, dönüşüm projeleri üzerine koyu bir sohbete daldık ve sonucunda binanın renöve edilmeden ki hâliyle bir sergi yapma kararı aldık. Binanın her katının bir ruhu ve hissi var. Zaman içinde mekândan geçmiş insanların izleri, şahsına münhasır planı, ferah ışık alan odaları ve apartman aralığında yaşayan kuşların sesiyle burada bir sergi yapma ve alanın sanatçıların özgür oyun alanlarına dönüşebileceği fikri bizi çok heyecanlandırdı.
Lara: Serginin varoluşu neo-iletişimsel, romantik bir hikâye. Tuba benle “bir proje var, seninle yapmak istiyorum” diyerek iletişime geçti. Akabinde şehir dışında olduğum için telefonda konuştuk ve güzel bir dil yakalayınca “yapalım!” dedik. Serginin “apartman” teması altında hikâyesini yaratma ontolojisi, binanın tarihi veya eski bir apartman olmasından ziyade, bir sanat otokrasisi olmamasından geliyor; galeri değil, müze değil... Bu şekilde sürdürülebilirliği kendiliğinden oluyor.
Serginin ismine odaklanmak isterim. “Apartman” kelimesinin sergi metninizde etimolojisine de odaklanıyorsunuz. Buradan yola çıkarak serginin kavramsal ve formal çerçevesinden söz eder misiniz?
Sergi adı, kendi kendini buldu. İlk zamanlar kavramsal bir metin üzerinden çalışıyor, Yeldeğirmeni, tarihsellik, çok kültürlülük gibi genel eksenlerde dönüyorduk. İşin detayına düştüğümüzde Türkçede ayırmak, parçalara, hisselere bölmek anlamına gelen ‘appartire’ “Apartman”ın anlam kaynağı oldu. Bu doğrultuda, insanların birbirinden çeşitli sosyo-politik sebeplerle ayrılmaya çalışıldığı bir coğrafyada, “güncel sanat ne yapar ne eder de o birlikteliği korur?” sorusu çerçevenin temeli oldu. Farklı disiplinlerin, göze sokulmayan beraberlik hikâyeleri, bir arada ve ayrılınca hissettikleri ve hatta, yeni baştan beraber nasıl hissedecekleri…
Sergide birçok sanatçı ile birlikte çalışarak, sergi kavramını derin bir biçimde irdelediniz. Bu açıdan bakıldığında sergideki sanatçı ve eser seçkisi neye göre kurgulandı, hangi pratiklerde eserleri ve sanatçıları izliyoruz?
Aslında en hoşumuza giden süreçlerden bu. Bir metin üzerinden, kelimeler üzerinden iş kurgulamak hem bizim hem de sanatçılar için canlı bir anı oldu. Bu noktada “Apartman”ı sergi metniyle beraber gezmeyi çok kıymetli buluyoruz. Heykeli, tuvali, ses yerleştirmesi, videosu, karanlık odası, hayli fragman estetikli Perec’in, Zeynep Sayın’ın, Bookchin’in, Yaşar Kemal’in kelimeleriyle konuşuyor ve sana seçkinin hikâyesini veriyor. Çoğu sanatçı sergi okumasının akabinde yeni iş üretti. Fakat bazı sanatçıların nokta atışı, eski işleri de yer alıyor sergide mesela en üst katta, Eşref Yıldırım’ın Küçük Suçlar Hapishanesi videosu, anlatmayacağım, izleyin konuşalım. Daha güncel bir cevap olamaz nasıl birlikte yaşarız sorusuna ya da Bedia’nın atölyesine girdiğinizde paralel bir dünyada bir Yaşar Kemal biyografisinde buluyorsunuz kendinizi.
Binaya girer girmez Ayşe Hatipoğlu ve Gökhan Deneç’in sergi için özel ürettikleri eserle, kendi ses / bellek dünyaları açılışı yapıyor. Hatta bu yerleştirme, son kata kadar sizinle birlikte geziyor. İlk kat betonla, mekânla ilk tanışma, diğer üç kattan daha farklı dili olan bir alan bir nevi. Karşılayıcılar Mustafa Horasan’ın buluntu objelerle yüzey arkeolojisi kurguladığı büyülü imge diyarı, Gökhan Deniz’in zaman / mekân büken resimleri, Güler Güçlü’nün beton insanları ve Cins’in alıştığımız duvarın dışındaki tuval işi.
2. kat ise Hakan Gürsoytrak’ın bizi kırmayarak özdeşletirdiği Cihangir yağlıboya tuvali; Kıvılcım Güngörün’ün Perec’e, Beckett’e göz kırpan nesne fotoğrafları ve Tayfun Gülnar’ın evrimleşmiş hazır-nesnesi; Leman Sevda Darcılıoğlu’nun bize alternatif bir eylem önerisi sunan 6 saatlik performans videosu; Dinçer İşgel’in biricik anneannesinin şarkıları; Meltem Sarıkaya’nın apartmanın yan komşusu Sophie’nin gençliğine atıfta bulunduğu portresi; Ali Kanal’ın kat mutfağına özel yaptığı yerleştirme tapınak ve Gaye Su Akyol’un 6 memeli kuir tanrıça seramiklerine ev sahipliği yapıyor.
3. katta, Özgür Can Taşçı’nın kırılgan ütopyası, Gökhun Baltacı ve Zeynep Özkanca’nın birbirleriyle sohbet eden bağlamsal tuval ve fotoğrafları; bir diğer odada ise bizzat aynı katı atölye olarak paylaşmış Sevim Kaya ve İris Ergül’ün duvarlardan konuşan vedaları yer alıyor.
Son kat, yani 4. katta Eşref Yıldırım’ın yukarıda bahsettiğim videosunun yanı sıra, iş cinayeti özelinde kan donduran Zafer tablosu ve Perec’in kitaplarından cümleleri ördüğü örgüleri var. Sol tarafta yer alan oda Bedia Eskiz’in,sergi açılmadan çok kısa bir süre önce çıktığı, 7 yıldır yaşadığı atölyesi ve sağ taraftaki oda ise Cansu Yıldıran’ın, sanırım burada hipnoz kelimesini kullanmak uygun olacak, hipnotik memleket ziyaretinin bekçileri.
Yeldeğirmeni, Nemlizade Sokak’ta yer alan 52 numaralı apartmanın dört katına yerleştirilmiş bir sergi izliyoruz. Serginin küratöryel kurgusunu nasıl gerçekleştirdiniz?
Basitçe; 4 tane katın var, geniş odaların, balkonların var, bina muhteşem... Burayı işgal etme, buraya zarar verme, müdahale etme! Yapabileceğin en iyi şekilde dönüştür. Burada tabii ki küratöryel bir pratiğin getirdiği, bina ve eserler arasında diyalogu güçlendirme arzusu var. Burada en çok üstüne titrediğimiz süreç, kat planları ve oda yerleştirmeleriydi. Korkumuz bir fuar iskeleti çıkarmak olduğu için, neredeyse romantik amatör bir duygu ve eylem ile yönettik süreci. Nihayetinde küratöryel süreç, aynı metinde düzen hakkında konuşurken dediği gibi, bir yıkma ve parçaları tekrar bir araya getirme aksiyonu. Biz yıkmadık, soyduk ve tek tek baktık. Sanatçıların eser bağlamlarını, bir boş mimari içerisinde duymaya çalıştık. Kim nereye konuşurdu?
Apartmanın restorasyonu bittikten sonra sanat projelerine devam etme gayesi var mı? Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?
T.K.: Mimar Hayri Ödensoy, apartmanı renövasyon sonrasındaki süreçte sanattan koparmak istemiyor. Multidisipliner kolektif bir alan yaratmak öncelikli hedeflerden. Çok kullanımlı, sanatçıya açık alanları ve atölyeleri, ayrıyeten alternatif bir sergileme yapısı şu an planlanan çalışmalar arasında. Olanı koruyarak ve öne çıkararak planlanan bir onarım aşamasından sonra apartman projesiyle başlayan güzel birliktelikleri sürdürebilir bir yapıyla devam ettirme hedefindeyiz.
Sergiyi hazırlarken inisiyatif ve kolektif bir çalışma stratejisi ile sergiyi gerçekleştirdiniz. Bu noktada çeşitli sponsorluklar alarak da sergiyi olabildiğince güçlendirdiniz. Burada sponsorluk ilişkileriniz konusunda özellikle Kadıköy Belediyesi ile olan iş birliğinize odaklanarak, bu süreçten söz etmenizi isterim.
T.K.: Kadıköy Belediyesi, Kültür ve Sosyal İşler Müdürü Alişan Çapan’a projeyi anlatmamızla başladı her şey. Kendisi projeyi çok beğendiğini ve desteklemek istediklerini söyledi. Sonrasında apartmana ekibiyle birlikte gelerek ziyaret ettiler. Balkonda uzun uzun bu proje ve sonrasında Kadıköy’de olacak projeler için sohbet ettik. Öncelikle şunu samimiyetle söylemekte fayda var: Karşımda gerçekten bizi anlayan ve bizim kurduğunuz yapı kalitesinde destek vermek isteyen bir belediye ile karşılaşınca inanılmaz gurur duydum. Koşuyolu’nda açılacak başka bir sanat platformunu ve orada sanatçılara ve sanat izleyicisine nasıl bir program sunacağının ilk sinyallerini heyecanla anlattı Alişan Bey. Sonraki süreçte Gülsen Akbal’la ilerlettik projeyi ve her konuda desteklerini çok doğru bir iletişimle bize aktardılar. Bu pandemi şartlarında içerisinde bulunduğumuz sürece panzehir oldular.
Kadıköy Belediyesi’nin sergiye yaptığı sponsorluk karşısında aslında Yeldeğirmeni bölgesi uzun zamandır bir soylulaştırma projesi içinde. Klasik olarak soylulaştırmanın birincil adımında sanatçı daha tutunabileceği ve üretebileceği bir yere gelip, burada üretirken zaman içinde çeşitli kafe ve restoranlar ve en son da lüks ve özel otellerin gelmesi ile bölge kiraların yükseldiği, yaşamın sanatçılar için daha da güçleştiği bir alan hâline dönüşür. Belediyenin size olan desteği karşısında mutenalaştırma konusunda herhangi bir yaklaşım ya da fikir belirtildi mi? Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?
T.K.: Bu, maalesef bu kadar özel ve lokal doku taşıyan birçok yerin sonrasında geriye kalana yarattığı tahribat. Fakat Yeldeğirmeni birçok yere göre bu değişimin çok sert yaşanmadığı yerlerden. Örneğin bu apartman projesinden sonra bina otel ya da kafe olmayacak; yine sanatçıya alan açan ve dönen bir akışla yol bulmaya çalışacak ve bu konu üzerinden yapı kuracak. Yine mesela Kadıköy’de KOLİ Art Space yakınlarda açıldı, bu gibi girişimlerle mevcut algının daha pozitife döneceğinden umutluyum. Kadıköy Belediyesi’nin bu tarzdaki projelere desteklerini sürdürmesiyle, daha farklı dönüşen ve dönüştüren bir strateji sunacağını düşünüyorum. Bu konu ile ilgili Kadıköy Belediyesi Kültür Müdürü Alişan Çapan’la yaptığımız sohbette kendisinin sonuca değil sürece odaklanan bir kültür politikasından yana olduğunu ve bununla ilgili desteklere devam edeceğini dile getirdi.
Son olarak İstanbul’da sergilerin büyük bir kısmı Avrupa Yakası’ndaki çeşitli bölgelerde gerçekleşmekte. Anadolu Yakası ve Kadıköy ve hatta Yeldeğirmeni çok da sergilerin yapıldığı bir bölge değil. Avrupa Yakası’ndan ziyade Anadolu Yakası’nda Kadıköy/ Yeldeğirmeni’nde sergi açmanın dönüşleri nasıl oldu? Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
T.K.: Öncelikle sanatseverlere alternatif bir alan ve mahalle deneyimi sunmak bizim için çok keyifliydi. Kadıköy, Yeldeğirmeni zaten içinde bulundurduğu üreten insan dinamiğiyle özel bir lokasyon. Burada daha samimi ve kolektif bir yapı var. Sergiyi gezen birçok kişi sonrasında Yeldeğirmeni’ni gezdiğini, binaları incelediğini ve küçük esnaf, sanatçı ve mahalle halkının oluşturduğu lokal bir hayatın samimiyetinden beslendiklerini dile getirdiler. Sergiden çok apartmanı inceleyen, ona dokunan, duygulanan, hafızalarında yer etmiş anneannelerinin evlerine ya da çocukluğuna götüren doğal bir mekanla iletişime geçtiklerini ve çok etkilediklerinden bahsettiler. Apartman’ın, Yeldeğirmeni’nin denizi kesen sokakları, ışık alan yüksek tavanlı evleri ve hala sokakta oyun oynayan çocukların sesini duyabildiğiniz bir yerde ve sanki doğal eklenmiş haliyle sanatın uyandırdığı birçok farklı duyguya ve hissiyatına kapılarını açtığını düşünüyoruz.