Base 2018’in ardından uluslararası Floransa Bienali’nde de izleme şansı bulduğumuz Emin Köseoğlu, üretimlerinde tarih öncesi dönemde kutsal kabul edilen toplumun aynası sembolik ögeleri, heykel disipliniyle yarattığı amorf yapılar içerisinde temsil-kimlik üzerinden yeniden şekillendiriyor.
Bulunduğumuz süreçle gelen yeni toplumsal düzenlemelerin, modern insanın birey ve yaşadığı toplum algısında önemli bir kırılmaya yol açtığı düşüncesindeyim. Bauman’ın Bireyselleşmiş Toplum’unda olduğu gibi “sınırları olmayan deneme - yanılma özgürlüğümüzle” birkaç ay önceki benmerkezci yaşamlarımız, şimdilerde sonuçları beraber üstlenerek kolektif öğrenmenin eşiğinden geçtiğimiz pek çok başa çıkma yönteminin kapısını açıyor. Nitekim bu düzende alınan kararların belirsiz ve değişken yönleri, onların kısa ömürlü olabileceğini de akla getiren başka bir konu. Gündelik yaşamlarımıza döndüğümüzde benmerkezci birey belki de yeniden canlanacak ve bu durumun kaosa dönüşebilme ihtimaliyse Emin Köseoğlu’nun ayna tuttuğu, açık çağrı projesiyle izleyiciyle buluşacak.
Emin Köseoğlu’nun ele aldığı yapılar, figüratif değerlerle yansıttığı sosyo-kültürel koşulların kimliksiz, yeni ve bilinmez bir düzene ait, somut fakat kaotik birer temsiline dönüşüyor. Dijitalleşen dünyamızda, ortak bilinçle şekillenen karantina günlerimizin sonrasını da akla getiren Köseoğlu, sürecin olası kaotik yapısını bu kez katılımcıların şekillendireceği, video disipliniyle başlattığı açık çağrı projesiyle somutlaştırmayı amaçlıyor. Emin Köseoğlu ile karantina projesini, katılımcılardan istek ve beklentilerini ve elbette ki sürecin onun üzerindeki etkilerini konuştuk.
Öncelikle karantina sürecinde ve sosyal medya üzerinden açık çağrıyla başlattığın video projenden bahsetmek istiyorum. Katılımcıların mail üzerinden göndereceği videolar bir yönüyle yaşadığımız süreci farklı bağlamlardan ele alırken öte yandan ortak değer ve yargıların süreç içerisindeki muğlaklığına kapı açacak gibi duruyor. Bu bağlamda, projende öne çıkan noktalar ve katılımcılardan beklediğin koşullardan bahseder misin?
İlk olarak projeyi anlatmam gerekirse, bu proje kendini karantina altına alan farklı ülke ve şehirlerde yaşayan ve de farklı meslek gruplarında olan insanların, kişisel alanlarında kendi iktidarlarını yeniden ve nasıl oluşturduklarını incelemektedir. Bu incelemenin temelini oluşturan soruysa: "Sosyal statünün yıkımı, bireyin kendi iktidarını doğurur mu?” Bu soru doğrultusunda insanların karantina süreçleriyle ilgili çektikleri videolarda meslek grubu, ülke ve şehir üçgenini göz önünde bulundurarak yine karantina altındaki bireylerin, sanal gerçekliğinde kendisini yeniden nasıl var ettiğini göstermeyi amaçlıyorum.
Bu kapsamda projemin parçası olmak isteyen katılımcılardan bulundukları ülke, şehir ve meslek gruplarını belirten en fazla beş dakika sürebilecek videolarını kişisel mail adresime göndermelerini bekliyorum. Videolarda karantina altındaki sürecin olumlu veya olumsuz yönlerin, belirtilen üç koşul (ülke, şehir, meslek) kapsamında dile getirilmesini istiyorum.
Karantina öncesi üretimlerinde ilkel dönem sembolik ögeleri, gerek barındırdığı din-toplum-devlet ilişkisi gerekse sahip olduğu figüratif değer üzerinden adeta amorf yapılarla tepkimeye sokuyor, bu bağlamda söz konusu yapısal değişimi kaotik düzenle ilişkilendiren bir sistem eleştiri getiriyorsun. Belki yaşadığımız süreç, olası bir kaotik yapı ve merak ediyorum, projede edineceğin veriler birey-toplum-sistem üçgenine nasıl bir yaklaşım getiriyor, katılımcı ve senin rolün nasıl şekilleniyor dersin?
Toplumun alışık olduğu bir yaşam sistemi var ve bu rutin sistemde var olan değerlerin ancak bireyin kendi statüleri bazında gerçekleştiğini düşünüyorum. Bu noktada, sözü edilen sistemin durmasıyla bireyin kendi statüsünü de biçimsizleştirdiğine inanıyorum. Hepimiz, içinde bulunduğumuz bu süreçte farklı metrekarelerin içinde birer kaotik nesne hâline dönüştük. Bu dönüşüm toplumla bir araya gelememekte olan bireylerin sahip olduğu metrekare dahilinde, kendi kendilerine amorflaştırdıkları değerleri ve yine kendilerini nasıl kimliksizleştirdiklerini videoları üzerinden izleyiciye sunacak. Bu doğrultuda bir saklambaç oyununun içinde olduğumuzu düşünelim, her katılımcı aslında saklanan rolünü üstlenmektedir. Sobelemesi veya sobelenmesi kendisini sakladığı yerden çıkmasına bağlıdır.
Süreç öncesi üretimlerin heykel disipliniyle şekilleniyor fakat bu proje için video disiplinine yöneliyorsun. Merak ediyorum disiplin değişikliğin projenin duyduğu bir ihtiyaç mı yoksa devamını getireceğin yeni üretme biçimin mi?
Öncelikle kendimi bir disipline ait hissetmiyorum aslında. Bunun da diğer disiplinlere olan yaklaşımımı zihinsel açıdan kolaylaştıran bir etken olduğunu düşünüyorum. Süreç öncesinde heykel üretimlerimin yanı sıra fotoğraf serileri de üretmekteydim. Çektiğim fotoğraflardaki doku arayışlarını, heykel üretimlerime yansıtmaya çalışarak iki farklı disiplinin birbirini beslediğini gözlemledim. Bu bağlamda aslında projede kullanacağım video disiplinini bir değişikliğe gidiş olarak değil de bir kavrayış süreci olarak görüyorum. Beni zorlayacak olan durum ise bu disipline karşı, seramik ve fotoğraftaki kadar hâkim olamama durumum olacaktır. Ancak sonuçta her disiplinin kendi dili olduğu gibi ortak noktaları da olduğunu düşünüyorum. Diğer yandan şu an karantina altında olduğum için heykel üretimlerimi yetersiz alan ve eksik malzemelerden dolayı tamamlayamamaktayım. Bu durumun beni farklı arayışlara sürüklediğini ve dolayısıyla beslediğini de söyleyebilirim.
Öte yandan, deneyimlemeye çalıştığım video disiplinini karantina sonrasına da taşımayı düşünüyorum çünkü şu an bir kavrayış sürecindeyim ve bu kavrayışın beni nereye götürebileceğini merak ediyorum.
Son olarak, özellikle sanat alanında üretmek bugünlerde hayli zor ve büyük buhranların, zor dönemlerin ardından biliyorum ki sanata bakış açımız biçim ve içerik yönünden bir kırılma yaşıyor. Merak ediyorum senin gözünden bugünün üretimleri, yarının sanat ortamını, piyasasını ve elbette ki sanata bakış açısını nasıl şekillendirecek dersin?
Kesinlikle, şu süreçte sanat alanında üretim yapmak ve bu çerçevede sağlıklı kalabilmek gerçekten zor. Evlerde kendimizi karantinaya alarak üretmeye çalıştığımız, kazancımızı azaltıp, yaşam gereksinimlerimiz için harcama yaptığımız bir dönemdeyiz. Bu tür dönemlerin ortak noktası bence insanın içine işlemiş olan kaostur. Bundan dolayı kaosu yaşayan insanların, kaostan ayrılmayışı da dış dünyada yeni bakış açıları sunmaktadır. Bugünün üretimlerinde hem malzeme erişimi hem de daha fazla kitleye ulaşması açısından dijitalleşmenin daha da artacağını düşünüyorum. Aynı zamanda karantina sonrası dönemde sanat üretimlerinde malzeme açısından daha çeşitli ve deneysel çalışmaların yoğunlukta olacağı bir dönem bekliyorum. Karantina sürecinde kapanan müze ve galerilerin, kendilerini tekrar dijitalle var etmeleri aslında geç kalınmış bir hamle çünkü içinde bulunduğumuz çağ dijitalle de var olmalarını zaten gerekli kılıyordu. Ama bunu bir başlangıç olarak kabul edersek ileriki süreçte sanat ortamının daha fazla kitleye de sesleneceğini düşünüyorum.
*Emin Köseoğlu’nun karantina projesinde yer almak isteyen katılımcılar, videolarını 01.09.2020 tarihine kadar, emiinkoseoglu@gmail.com adresine gönderebilir.