Akbank Sanat ve Resim ve Heykel Müzeleri Derneği iş birliğiyle düzenlenen, yılın en prestijli sanat yarışmalarından birisi olan "Akbank Sanat 36. Günümüz Sanatçıları Ödülü Yarışması", disiplinlerarası pratikte üreten 18 sanatçıyı bir araya getiriyor.
36. Günümüz Sanatçıları Ödülü Yarışması’nda yer alan ve ödül alan sanatçılar; Erdağ Aksel, Hasan Bülent Kahraman, Nadim Samman, Gönül Nuhoğlu ve Derya Bigalı’dan oluşan jüri tarafından belirlendi. Sergi "Yüreği Etkileyen Haklı Güç: Tutku” konusu çerçevesinde şekillenirken, serginin küratörlüğünü de Nadim Samman üstlendi. Ayşe Nilden Aksoy, Atilla Galip Pınar, Batuhan Keskiner, Berkay Yaşar, Berna Dolmacı, Gül Akpınar, Gülçin Karaca, Hasan Mert Öz, Hatice Artüz, Kaan Fıçıcı, Levent Yıldız, Meltem Begiç, Mert Acar, Merve Vural, Nur Pınar Özen, Oğulcan Sürmeli, Seher Uysal ve Zeynep Kaynar’ın çoğulcu bir yapıda nitelendirilebilecek fotoğraf, resim, video ve enstalasyon gibi farklı pratiklerden eserleri sergi çerçevesinde izleyiciye sunuluyor. Toplumsal meseleler, politik problemler, ideolojiler, öznel ve nesnel kimlikler, sosyo-kültürel yapı, kent sorunsalıyla buna bağlı üstü örtük mutenalaşma, doğa tasvirleri ve göç gibi güncel problemleri ele alan sanatçıların yapıtları sanatseverlerle buluşuyor.
Jüri tarafından belirlenip ödül alan sanatçılar ise: Kâğıt üzerine akrilik ve kalem ile yaptığı 12 parça değişken ölçülerdeki yapıtlarıyla Atilla Galip Pınar, atık kâğıt üzerine karışık teknik uygulamasıyla geniş ölçekli mekân yerleştirmesiyle Berna Dolmacı, video ve fotoğrafla Hasan Mert Öz ve son olarak 9 kanallı video enstalasyonuyla Levent Yıldız. Ayrıca ödül alan iki video, bir yerleştirme ve bir plastik eserle sergide farklı medyalardan eserlerin yoğun olduğu da söylenebilir.
Ödül alan sanatçılardan Hasan Mert Öz, oldukça genç bir sanatçı olarak bir video ve video içinde yer alan görüntü içinden alınan bir fotoğraf ile bilinçaltının sığ sularını açığa vuruyor. Videoda kompozisyonun merkezinde, teknik olarak inşaat makinesi tarafından kırıldığı düşünülebilecek taşlar üzerinde sepya bir renk skalası içinde, gözünde VR (sanal gerçeklik) gözlüğü ile çığlık atan genç bir insan yer alıyor. Gerilim dolu hareketler ile gerek çığlık atması gerekse sıklıkla ayağını sallaması ironik bir hazin sonun somut bir sonucu olarak aktarılıyor. Öz, bilim kurgu filmlerinde yer alan dünyanın yaşanılabilir bir yer olmaktan çıkması sonucu yetersiz kapasiteye sahip uzay gemileriyle çok az sayıda insanın başka evrenlere olan göçünü ele alıyor. Sözü edilen filmlerde dünya artık yaşanamaz bir hâlde, insanlık bitap durumda ve başka gezegenlere ancak limitli sayıda insan gidebiliyor. Bu durumda dünyada geri kalan/ bırakılan insanlar ne olacak? Video bu ve bunun gibi birkaç soru çevresinde şekillenirken, video içinde izlenen kişinin gözünde yer alan sanal gerçeklik gözlüğü içinde yaşaması, elindeki taşı akıllı telefonmuş gibi kullandığını zannetmesi, üstündeki kıyafetlerin parçalanmış ve kirli hâllerinden dış dünya ile ilgili hiçbir bağ ve aidiyetinin kalmayışı, öngörülü ve korkunç sayılabilecek bir gelecek tahayyülünün göstergesi gibi. Bir kısım insan uzay makineleri ile başka evrenlere yol alırken, insanlığın genetiğinde yer alan bencillik ile dünyada geri kalan milyarlarca insana ne olacak? Geride kalanın önemsenmediği, salt insan eliyle ekosistemi bozulup yaşanmaz hâllere getirilen dünya, bugünlerde yine aynı egoist yaklaşımlarla terk edilen, geride bırakılan ve umursanmayan insanlığın geri kalanının temsilini oluşturuyor.
Öz'ün bir diğer dikkat çektiği nokta ise bugün bilim kurgu filmleri içinde değinilen en önemli konulardan birisi olan akıl yüklemek. İnsanlığın tüm öğretileri ve birikimleri yapay zekâ ile donatılmış üst düzey makineler sayılan kuantum bilgisayarlara aktarılıyor. İnsanlık bu makineler ile primitif insan evrimine geri döndürülürken, bütün birikim ve bilginin aktarımının yapıldığı yapay zekâ bilgisayarlar yavaş yavaş yönetimi ele alıyor. Öz'ün de sözünü ettiği insanlığı dramatik bir yok oluşa sürükleyen, dünyanın sonu varyasyonları korkutucu olduğu kadar distopik de. Tam da bu noktada sanatçının vurgun yaptığı son soru ise: İnsanlığa ait tüm bilgi ve birikime sahip olan yapay zekâ robotlar da tutku ile yaratıcı olarak sanat üretebilecek mi?
Ödül alan sanatçılardan Atilla Galip Pınar, 12 parça kâğıt üzerine akrilik ve kalemle gerçekleştirdiği, değişken ölçülerdeki yapıtlarıyla grafik ve illüstratif bir dil oluşturuyor. Yapıtlarında birbiri ile tuhaf ilişkiler kuran formlar ve nesneler üzerine kişisel ve toplumsal varoluşların temelini işaret eden sanatçı, bunu çeşitli imgeler bütünüyle de bunu destekliyor. Çalışmalarında yer alan her bir imge ile genellikle bağımsız olan başka nesneleri bir araya getirerek bambaşka meseleleri birleştiriyor. Varoluş karşısındaki istemsiz çaresizlik ile bireyin tedirgin ruh hâlini çeşitli biçim ve nesnelerle yorumluyor.
Berna Dolmacı, ödül alan bir sanatçı olarak, sergi mekânının bir duvarında atık kağıtlar üzerine karışık teknik Kayran Glade isimli yerleştirmesinde bakire olan bir doğanın tasvirini ele alıyor. İşlenmemiş olan natural yaklaşımını, atık kağıtlar üzerine ağırlıklı olarak organik boyalar ve renkler kullanarak işleyen sanatçı, doğanın dişilliği ve anaç tarafını da ön plana çıkarıyor. Sanatçının atık kağıtlar ve organik boyalar ile ele aldığı, yok olmaya yüz tutmuş ironik doğa betimlemesi amorf hâliyle de çarpıcı bir görsellik sunuyor. İzleyicinin yorumuna ve başka çağrışımlara açık hâle getirilen tabiat imgesi, var oluş ve yok oluş sürecinin çelişkilerini müphem bir şekilde aktarıyor.
Son ödül alan sanatçı ise Antigone isimli 9 kanallı video ile Levent Yıldız. Videoda her bir ekranda bir film izlenebiliyor. Videoların ortak noktaları Antik Çağ oyun yazarı Sofokles'in M.Ö. 440'lı yıllarda yazdığı tek perdelik tragedya olmaları. Videolarda belgesel bir yaklaşım söz konusu olduğu kadar sanatçının yoğun olarak tiyatro metinleriyle olan ilişkisi de video için önemli bir ortaya çıkış aşaması. Videolarda, tragedya üzerinden şekillenen, 1961 yılından bugüne gelen dokuz farklı filmin çeşitli açılardan izlenimleri aktarılıyor. Filmlerin zamansallık bağlamında çeşitli yıllarda ortaya çıkışlarıyla, tiyatro metnindeki farklılık ve imgesel çeşitlilik arasındaki ilişki eşsizleşiyor. Ayrıca çeşitli sürelere sahip olan filmler, başlangıç ve bitiş sürelerinin farklı zamanlara denk gelmesiyle de metin içinde yeni armoniler ve birleşimler yaratarak antik bir tiyatro metnini bugüne uyarlayıp yapıbozuma götüren bir hâle büründürüyor.
Ödüllerden sonra sergilenen sanatçılardan Mert Acar yoğun üretimlerini fotoğraf disiplini üstüne kurgulamış olsa da fotoğraf üstünden deneysel arayışları sürdüren bir sanatçı olarak sergide yer alıyor. Ankara ve çevresinde çektiği, atıllaştırılmış (insan eliyle) mekânlara dair fotoğraflarıyla görmezden gelinen ya da fark bile edilmeyen imgeler üzerinde ilerliyor. Görsel imgelerin yoğunluğuna maruz bırakıldığımız bir çağ içinde, arzularımız ve dürtülerimiz üzerine şekillenen etki-tepki / arz-talep gibi tetikleyiciler sonucunda renkli ve çekici görsellikler reklam tabelalarında karşımıza çıkıyor. Sanatçının sergide yer alan Backlit serisi, formsal açıdan teknik olarak katmanlı bir yapı hâlindeyken, içerik olarak ise içi boşaltılmış ve rölantiye alınmış mekân ve görselleri ele alıyor. Formu gereği canlı ve gösterişli görünen reklam panoları, üstünde yer alan içeriği aydınlatırken aslında arka plandaki yoğun realitenin boşluğunu da dolduruyor. Bu panolardan yayılan ışık, göz boyama ve gösteriş ile bilinçleri uyutup algıyı yönlendirirken, sığlaştırılmış ve içi boşaltılmış makro olayları da suni gerçekliğiyle kapatıyor. Acar'ın Backlit serisi, nesnel var oluşunu en keskin şekilde ortaya koymaya çalışan bu tabelalardan yola çıkıp, kendi olmayışının imgesi üzerinden tekrar bu ışıklarla devamlılığını sürdürme hâlini ortaya koyuyor.
Sergilenen bir diğer sanatçı Kaan Fıçıcı ise Çağlar Boyunca Yankılandı 2 isimli şekilli MDF panele marufle tuval üzeri akrilik yapıtında, Hegel'in “İnsanlık tarihi, insanlık bilincinin tarihidir...” sözünden yola çıkarak insanlık tarihi ve insanlığın yarattığı gerçeklikleri kavrama yollarının sorunsalından söz ediyor. Sözü edilen gerçeklik ne denli mevcut ve hangi realiteden söz ediliyor? Sanatçı çeşitli şekillerde kesilmiş tuvalinin formuyla geçişken ve değişken bir varsayım sunarak sergilendiği mekân ile bütünleştirip gerçekliğin biçimsel sorgulamasını yaratıyor. Tuval yüzeyinde sunduğu grafik dil ve ince katman hâlinde sürülen boya ile minimal bir yaklaşım güderek, imgeler ve formlar ile ayrıca insan aklı ve ilişkilerine dair de izlence ve duyguları tartışmaya açıyor. Marx ve Engels'in tarih bilimi söylemleri ile nesnel gerçekliğin başka boyutlarına işaret ederken, dünyanın ve kültürlerin evrim sürecinde geçirdikleri yüzyılların kendi içindeki tutarsız anlatılarını ve çelişkilerini kanıt olarak sunuyor ve soruyor: İnsanın hakikat sonrası zamanlarda, anomi hâlinin sürdüğü dünyayı anlayabilmesi ve anlamlandırabilmesi mümkün mü?
Gülçin Karaca’nın Kütüphane isimli bir iç mekânı betimleyen, sac levha üzerine plastik boya ve bant kullanarak ürettiği triptik çalışmasında, enformasyon çağında bilgiye ulaşma yöntemlerinin değişimi söz konusu. Kütüphane kitap doludur ancak bilgi artık sanal ortamdadır. Sanatçının malzeme kullanımıyla eş değer tuttuğu eleştiri biçimi, resmin temelinde yer alan sac malzemesinin yapay ve sığ yanılsaması ile bilgisayarın parlak ve çiğ ekran görüntüsünü imler. Hızla değişen kent yaşamı ve bilgi edinme biçimleri, teknoloji ve sanat arasındaki düzlemde, muğlak zamanlar ve belli belirsiz renklerle aktarılır.
Genç sanatçılardan Berkay Yaşar, görsel çağ içindeki imgenin tasviri ve tasavvuru üstüne çalıştığı siyah ekranda yazıların aktığı videosu ile izleyicinin çeşitli duyularını harekete geçiriyor. Video gösterilmeyen bir nesne üzerinden onun fiziki durumu ve değişimi üzerine odaklanırken, ses ile de tetikleyici bir durum yaratıyor. Varsayılan ve görünmeyen bir objenin zaman ve mekânsallık boyutunda, izleyicinin tahayyülüne bırakılmış sürekliliği göz önüne alınıyor. Videoda nesne hakkında bilgi verilmiyor, onun ne olduğuna dair binlerce varsayım üretilebilir ancak nesneye uygulandığı söylenen fiziki parçalanıştan dolayı katı bir madde olabileceği düşünülebilir. Bugünün izleyicisine sunulan eleştiri ve yorum kısmında izleyicinin video süresinde düşüneceği, nesnenin her bir darbe ile parçalandığı süre boyunca karşılaşacağı fizyolojik ve psikolojik etki tamamen kişiye özel. Yaşar'ın videosunda nesne parçalandıkça yok olmuyor varlığını artırıyor ve yayılım gösteriyor, böylelikle de olgunun sürekliliğinin altı çiziliyor.
Sergide yer alan Ayşe Nilden Aksoy, Batuhan Keskiner, Gül Akpınar, Hatice Artüz, Meltem Begiç, Merve Vural, Nur Pınar Özen, Oğulcan Sürmeli, Seher Uysal ve Zeynep Kaynar’ın çok yönlü yapıtları ise tutkunun pluralistik bir tarafı olarak nitelenebilir.
Son olarak "Akbank Sanat 36. Günümüz Sanatçıları Ödülü Yarışması", birbirinden farklı ama aynı zamanda eserler arasında oldukça kuvvetli bağları da içeren ütopik ve distopik birçok konunun temelini oluşturuyor. Günümüz sanatında oldukça güç olan üretimin çıkmazlarına karşın, sergilenen çoğulcu medyumlardaki yapıtlarla sanatın var olma güdüsü, sanatçıların üretimindeki tutku ve arayışlar tüm değişken parametrelere karşın sürüyor. Sanatçı ürettikçe, yeni yarışmalar ve sergiler yapılmaya devam ettikçe umut var olmaya devam edecek.
Sergiyi gezmek için son gün 28 Temmuz.