Değişiklik insana iyi gelir. Mekân, insan, zaman, iş değişikliği çoğu zaman yeniden hayata bağlar. Tüm bunların en önemlilerinden biri zaman meselesi kuşkusuz. Zaman değişmeli ama nasıl? Nilbar Güreş ile yer aldığı karma sergi “Zaman Değişmeli” çerçevesinde pek çok konuyu irdeledik.
Pera Müzesi’nde 13 Aralık’ta açılan “Zaman Değişmeli” sergisi, Nilbar Güreş, Cao Fei ve Raqs Media Collective’in eserlerini bizlerle buluşturuyor. Zaman kavramı çerçevesinde birçok konuya dokunan sergide yer alan Nilbar Güreş ile üretim pratiği, zaman tanımı, araştırma alanları, eril güç, kadın kimliği, toplumsal baskı, sergideki çalışmaları ve gelecek projelerine dair pek çok şey konuştuk.
Alistair Hicks küratörlüğünde hazırlanan “Zaman Değişmeli” sergisinde, Cao Fei ve Raqs Media Collective ile birlikte zaman kavramına alışık olmadığımız bir bakış açısıyla yaklaşıyorsunuz. Zamanı bir kavramdan öte bir deneyim olarak algılıyorsunuz. Merak ediyorum sizin zaman tanımınız nedir?
Disleksisi olan biri olarak zaman tanımım karışık çünkü zaman mekâna göre algılanan bir his. Yön duygum zayıf, çabuk kayboluyorum belki de bu nedenle zamanın içinde hızla dikkati dağılıp fokusunu yitirebilen biriyim. Kendini işine adamış sanatçılar genelde çok çalışırlar ve hepimizin mâlumu sanat en takdir bulmayan adanmışlıklardan biridir. Yaptığım her şey anlamsız, geri dönüşsüz ve boşuna. Zamanın bende hissi ve etkisi bu. :)
Eskiden tuvalet, banyo ve koridorlar dahil evimin her odasında saatler olurdu. Şimdi ise saate bakmamaya çalışıyorum ve akıllı cep telefonumdan ne zaman kurtulurumun hayali ile yaşıyorum. Bana biçilmiş zaman beni bu hâle getirdi demek- kendinden soğutmuş!
Sergi kapsamında “zaman” kavramı bir ölçü biriminden çok bireylerin kendilerini anlamalarının bir yolu olarak ele alınıyor. Zaman insanları yakınlaştıran, uzaklaştıran, aralarındaki iletişimi sağlayan bir olgu olarak nasıl etkilere sahip sizce?
İnsanlar (ve insana dair her şey, halklar, kültürler, sistemler vs.) menfaatleri çakışmadığı sürece ve bu menfaatlerinin çakışmadığı insanlarla ve durumlarla bir aksilik olmaz ise ölene dek iyi anlaşabilir ve uzlaşabilirler. İnsanları birbirine yakınlaştıran şey de uzaklaştıran şey de hareket etmeleri ve yer değiştirmeleridir. Karşılıklı konumlanmalarla ilişkilerin haritası zaman içerisinde belirleniyor.
Zamanın yaşla ve yaşlanmakla alâkalı dönemsel, zihinsel ve genel olarak fiziksel etkilerine özellikle inanıyorum. Kabul etmek istemesek de ölçülmüş zamanla sınırlanan her dönem kendine has şekli ve talepleri ile karşımıza çıkıyor.
Bunun dışında çok zor bir sosyo-politik dönemi tecrübe ediyor, milyarlarca insan aynı toprak parçası üzerinde bize dayatılan tek tip bir yaşam sistemine karşı durmaya çalışıyoruz. Zamana ve birbirimizi nasıl algılayacağımıza kolayca satın aldığı görünürlüğü üzerinden elbette ki kapitalist sermaye karar veriyor.
“Zaman Değişmeli” kapsamındaki üretimlerinizde eril zamanın düz çizgisini sorguluyorsunuz. Bu ifadeyi açıklayabilir misiniz?
Sergide varoluşumun anlamını açıklamaya çalışan bu ifade bana ait olmamakla beraber en azından ne anladığımı ifade edebilirim: Eril olmayan bir şey var mı acaba? Trafik kurallarından tutun şöyle bir etrafa bakalım dersek, her şey erkeklerin yönetimi altında ve her adımda önümüze çıkan bu şey aslında sadece erkeklerin koyduğu kurallar ile işleyen bir mekanizmanın TOKİ gölgeleri.
Bu durum bize açıkça kadınların ve diğer canlıların aslında hâlâ oy hakkının olmadığını gösteriyor ve sonuç olarak da toplumlarda büyük dengesizlikler olarak belirip bize cinnet geçirtiyor.
Sergi düzenindeki çalışmalar bir labirent formatında karşımıza çıkıyor. Bu yerleştirme şeklinin sergiye nasıl bir etkisi olduğunu düşünüyorsunuz?
Sanırım özünde bu küratöre sorulması gereken bir soru. Başka bir deyişle Alistair Hicks bu soruya daha iyi bir cevap verirdi eminim çünkü bu kendisinin ne yapmak istediği ile ilgili: Sergideki iç içelik, içinde bulunduğumuz durumun uzaktan “kültüre has sorun” veya bir “lokal sorun” gibi dursa da aslında ne kadar birbiriyle bağlantılı, paralel olduğunu işaret ediyor olabilir mi? İçinde bulunduğumuz şey bir çıkmaz gibi, insanlık olarak ferahlığa ihtiyacımız olduğu açıkça ortada fakat bunu izleyiciye hacmen de hissettirmek acaba insanların durumu kavramasında tetikleyici bir görev yapıyor olabilir mi?
Kadın kimliği ve toplumdaki rolü çalışmalarınızın başlıca konuları arasında yer alıyor. Nelerden besleniyor, kültürel ögeleri üretimlerinize nasıl biçimlerde yansıtıyorsunuz?
Dünyada ama en çok da Türkiye gibi ülkelerde erkek sanatçıların eşleri evde çocuk bakarken erkek sanatçılar şehir şehir ülke ülke gezip sanat üretiyor. Kadınların üretimleri nerede? Ya da kadın sanatçıları destekleyen, en azından görünürlüğüne engel olmayan, kadın sanatçıyı farkında olmadan da olsa aşağı görmeyen erkek sanatçı gördünüz mü? Ben görmedim.
Ben de çoğu insan gibi her yerden ve her şeyden beslenebilirim, algının açıp kapatılan bir musluk olduğunu düşünmüyorum çünkü. Fakat bazen fazlası ile meşgul oluyoruz, hissettiğimiz şeyi analiz edip anlamaya zaman olmadığı o anlarda hiçbirimiz beslenemiyoruz.
Çeşitli malzemeler ve anlatım biçimleri kullanıyorum bu ikisi de duruma göre değişiyor. Bazen yıllar harcıyorum doğru malzemeyi veya medyayı bulmak için. Kültürel ögeleri gayet sanatsal buluyorum, sanat olarak sunulan şeyleri ise çoğu kez eski bir zanaatin çeyreği kadar dâhi iyi ve sahici bulmuyorum ayrıca estetik ve görsel olarak da çok çok zayıf geliyor bana günümüz sanatı. Dünyaya bu gözle bakınca benim gibi tersinden giderek üretmek kaçınılmaz bir sonuç. :)
Sergi kapsamındaki çalışmalarınızda eril zamana dişil yanıtlar veriyorsunuz. Pembe ve Kürk, Desen ve Halı, Desen ve Kolye, Turuncu ve Küpeler, Lacivert ve Dağınık Saçlar, Yeşil ve Gözyaşları, Koyu Mor ve İnci adlı çalışmanız bunun güzel bir örneği. Enstalasyonda üst üste yerleştirilen farklı eteklerle hiyerarşik sistemin ve farklılıkların altını çizmek istediğinizi düşünüyorum. Bize çalışmanın hikâyesini anlatabilir misiniz?
Çok çok teşekkür ederim. Benim konuşma arasında “etekler” olarak kısa kesip adlandırdığım bu işin ilk versiyonu 2013'teki bir galeri sergim için üretildi. Avusturya, Viyana'da Martin Janda Galeri ile çalışıyorum. Galeri tarihi bir binada ve mekânın arka odasında odanın orta yerinde bir sütun var. Solo sergimi yaparken bu mekân ve sütunla iletişime geçmek, bir söz söylemek istedim (malum; mimarlar, sütunlar, minareler, kiliseler, toplar, tüfekler, heronlar vs.) ve sütunu eteklerle donattım. Bunu yaparken toplumsal karşılığını ters olarak kurguladığım bir hiyerarşi kullandım. En üstte köylerde giyilen türden basitçe dikilmiş çiçekli bir etek, en aşağıda ise parlak kumaştan yapılmış pul işlemeli bir gece elbisesi kullandım. İşlevsel, hareketli ve yaşayan benim için öncül eğer bir hiyerarşi varsa bana göre böyle...
Bilinmeyen Sporlar serinizde kemikleşen erkek sistemini sorguluyor, yaratıcı kadın sporları önermesiyle yeni bir başlık açıyorsunuz. Nedir bu sporlar ve neden kadın sporları?
Ortaokul ve lisede beden eğitimi diye bir ders vardı, kadın öğrencilerin çoğu bir bahane uydurur dersten sıvışırdı. Çünkü o yaşa gelene dek bedenlerine yabancılaşıyordu artık kadınlar, kendilerini hissetmiyorlardı artık, uzuvlarını ve kaslarını tamamen unutuyorlardı...
Ben de bir kadın bedenine doğdum ve tecrübeme de dayanarak rahatça söyleyebilirim ki memelerin büyümesi ile ergenlik üzerinden anormal bir dünya değişimi yaşıyor tüm genç kadınlar. Olağanüstü bir baskı altında kalıyorlar aniden, doğurmak vs. düşünceler basıyor zihni, dayatılıyor daha doğrusu ve aniden herkes adına kadın olmuş hâlde buluyor kendini insan! Bu bir birey için inanılmaz şoke edici bir durum, ömür boyu geçmeyen bir kırılganlık ve savunmasızlık hissi doğuruyor. Sonsuza dek zayıf hissettiriyorlar bize kendimizi...
Ergenlikle beraber vücut kılları da belirmeye başlayınca işte orada bilinmeyen sporların filizi oluşmaya başlıyor. Beden eğitimi dersinden kaçan bedenler kadın kadına buluşup, hayatlarında hiç yapmadıkları bazı hareketleri yapıp, fiziksel pozisyonları alıp topluca ağda yapıyorlar. Tabular burada gider! Erkek egemen bir estetik dilin kurallarına hizmetle buluşup hevesle ağda yapan kadınların arasında bazen yoldaşlığın üzerinde başka duygusal bağlar oluşuyor. İşte orada pencere toplumsal cinsiyet rollerine hizmet yolundan sapıp queer bir dünyaya açılıyor!
Herhangi Bir Yerin Palmiyeleri Altında ve Koş adlı video çalışmalarınızda kumaşın, giysinin, şekilciliğin önemini eleştirdiğinizi düşünüyorum. Aslında sadece bir kumaş parçası ama biz/toplum ona haddinden fazla değer biçebiliyoruz. Ve bu bizi birbirimize bağlayan ya da uzaklaştıran bir şey olabiliyor tıpkı videodaki hareket gibi. Bu video çalışmalarınız hangi fikirden ortaya çıktı anlatabilir misiniz?
Alistair'in sergideki sanatçıları birbirleriyle bağladığı noktaya dair direkt ilişkili işlerim bu iki video belki de. Birinde mekân New York Governer's Island ve arkada 11 Eylül 2001'de patlatılan binaların inşaat hâlindeki silüetini görüyoruz. Bu olaydan sonra aslında birbirinin hemen hemen aynı olan kadın düşmanı tüm dinlerin arası açıldı, İslam karşıtlığı yayılarak dünyada çok ciddi bir ayrımcılığa yol açtı. Bu videoda aynı kumaş parçası ile bedenlerinin farklı yerlerini örten kadınların kader birliği esprili bir şekilde karşımıza çıkıyor.
Diğer videoda ise hemen hemen aynı biçimde iki kadını birbirine bağlayan bu kumaşın altında gizlenmiş çocuklar sırayla eteğin altından çıkıyor, kadrajın dışına doğru hızla koşarak bizden uzaklaşıyorlar. Bu ikinci videonun mekânı bir Kürt ve Alevi köyü. Evet, diğer çocuklar yürüse bile bu çocuklar koşmalı... Başka şansları yok. Bazı çocuklar sadece koşuyor.
Viyana ve İstanbul arası çalışmalarınıza devam ediyorsunuz. Ve tabii pek çok ülke geziyorsunuz sene içinde. Bu durum üretimlerinizi nasıl etkiliyor?
Bazı ülkelerin çok daha heyecan verici olduğunu görüyorum. Çalışabileceğim ülkeleri kendim seçmek için çabalamaya başladım tam da bu nedenle. İnsanın bir doğası ve alışık olduğu kültür, yaşam biçimi var. Kendi adıma konuşayım, ben bunlardan çok uzak ülkeler ile çalışmaya artık pek hevesli değilim açıkçası. İlham vermedikleri gibi can sıkıyorlar bu soğuk ve hesapçı insanlar.
Evet, gezmek çok mühim ve gördüklerimden son dönemde çok hayal kırıklığına uğradım. Ne Amerika ne Avrupa'da samimi sergiler görmek çok zorlaşmış artık. Giderek ilişkilerin ve stratejist sanatçıların arasında sıkışıp kaldığımı çok daha yoğun hissetmeye başladım ve bu durum benim için gerçekten çok tüketici...
Ayrıca sanat dünyası figürlerini de genelde son derece içten pazarlıklı ve soğuk buluyorum. Küratörler ve sanat kurumu-insanları ya disiplinli ama bunun yanı sıra heyecansız, sanattan anlamayan ruhsuz insanlar ya da aşırı dengesiz ve güç tutkunu insanlar. İyi niyetli ve işini hem disiplin hem heyecanla ve de inanarak yapan küratörler çok ender.
Bir yandan da az önce başka bir cevabımda sözünü ettiğim sermaye meselesi ise aslında İstanbul'da en çok bizim ortamda görünür olmaya başladı. Koleksiyonerler kendi sanat mekânlarını açıp hangi genç sanatçı umut veriyor, kim sanatçı kim değil, piyasaya bol elden pompalıyorlar. Sözde sanat yazıları yazıyorlar, sergilere küratörlük yapıyorlar. Bir sanat tarihi workshop'una katılan, kendi koleksiyonu ve parası olan herkes başımıza “art space” sahibi, eleştirmen ve küratör kesildi. Sanatseverlere tavsiyem, herkesi ve gördükleri her sergiyi, okudukları her yazıyı ciddiye almamaları ve seçici olmaları. İstanbul manzarasından sahiden endişeliyim, sanata ve sanatçıya saygısı olmadığını sanatçı arkadaşlarımdan sıkça duyduğum bu bazı egosantrik insanların varlığı ve hırsı Türkiye'de sanatın kalitesini çok ciddi şekilde tehdit ediyor.
Gelecek projeleriniz arasında neler yer alıyor?
2008'de başladığım projemi bitirmek istiyorum. Üzerine hemen hemen 9 yıldır düşünüp çalıştığım bu işi hak edeceği bir yerde gösterebilmek umudu ile!