11 MAYIS, PERŞEMBE, 2023

Zamansız, Mekânsız, Amorflaşmaya Yüz Tutmuş Kent İmgeleri

Sanatçı Bilal Hakan Karakaya ile pandemi sürecinde kentlerdeki çevresel yaşantının ıssızlaşmasıyla oluşan yalnızlaşan kent imgesinden yola çıkarak hazırladığı sergisi “Görünmez Kentler”i odağımıza alarak üretim pratiği, malzeme tercihi, insanın doğayla ilişkisi ve gelecek çalışmaları hakkında konuştuk.  

Zamansız, Mekânsız, Amorflaşmaya Yüz Tutmuş Kent İmgeleri

Çalışmalarında çoğunlukla insanı merkezine alan sanatçı Bilal Hakan Karakaya, bu kez pandemi günlerinde kısıtlanan sosyal hayatın sonucu ıssızlaşan kentlerden yola çıkarak hazırladığı, yükselen mega yapılara ve metropol hayatına odaklandığı sergisi “Görünmez Kentler” ile sanatseverlerle buluştu. Geleneksel döküm tekniğini kullanarak ortaya çıkardığı heykellerinin yanı sıra farklı malzemelerle ürettiği çalışmalarıyla izleyiciyi zamansız ve mekânsız bir evrene davet ediyor. Masalsı olduğu kadar distopik bir atmosfer yaratan sergi insanın kendini doğadan ayrıştırması sonucu ortaya çıkan sorunları, yaşanan salgınları, doğal afetleri, yerin üstünü, suyun altını, içinde sıkışıp kaldığımız kentleri anlatısının parçası hâline getiriyor. 

​Bilal Hakan Karakaya ile Anna Laudel’de 21 Mayıs’a dek sergilenecek “Görünmez Kentler”in hikâyesi üzerine sohbet ettik.

Kentler üzerine fazlaca düşündüğümüz, kentlerin doğal afetlerle yıkımına şahit olduğumuz bir döneme denk geldi “Görünmez Kentler” serginiz. Yeni eserlerinizin de yer aldığı kapsamlı bir seçki sunduğunuz bu serginin hazırlık sürecini anlatabilir misiniz?

Kentlerle ilgili üretimim uzun soluklu bir serüven. Kent temasında üretimlerim ilk örneklerini 2015 yılında Kent Yoksulları adını verdiğim bir seriyle başladı. Devamında ise, 2020 yılında “Alem-i Mülk” adlı solo sergim ve ardından da “Görünmez Kentler”, yani şu anki sergime uzanan organik bir süreç gelişti diyebiliriz. “Görünmez Kentler”in oluşum sürecinde beni en çok etkileyen pandemi esnasında kentlerdeki çevresel yaşantının ıssızlaşarak, yalnızlaşan bir kent imgesinin oluşması olmuştur. Yaklaşık iki yıllık bir süreç içerinde de şu anki serginin yapısını oluşturdum.

“Görünmez Kentler”in, katman katman yükselen yapılarıyla, gri atmosferiyle geneline distopik bir hava hakim. Bu kadar kütlece ağır duran yapılar hem duruşlarıyla hem formları içindeki deformelerle, kentlerin yıkılabilirliğini, insan eliyle üretilen her şeyin aşınmaya mahkum oluşunu gösteriyor. Bir yandan da Glenn Albrecht'in Latince “rahatlık” ile “keder” sözcüklerinin birleşimi olan “Solastalji” kavramına gönderme yapıyorsunuz. Serginin kavramsal çerçevesini sizden dinleyebilir miyiz?

Kent yapıları bir anda oluşan unsurlar değiller. Uzun soluklu, yaşamın üst üste biriktirdiği farklı süreçleri var. Yıllar boyu onlarca katman, hem yapısal hem kültürel anlamda birçok veri barındırır hâle geliyor. Günümüz kent yapıları da zaman içerisinde belirli bir katmanda yerini alacaktır. Bugün içinde yaşadığımız düzenin en büyük sorunu, doğadan uzaklaşarak bizlere güvenli yaşam alanları sunduğunu düşündüğümüz kentlerin ve beraberinde getirdiği yapay yapıların ve kalabalığın kendimize birer kalkan oluşturduğunu düşünürken aslında, yaşam alanımızdan uzaklaşmamızdır.

​Kent yapılanmalarındaki zemin ilişkileri doğal çevre ve uyumluluk, yaşam alanlarının doğru organize edilmesi, kültürel geçmişe ait altyapının doğru koordinasyonu ile oluşturulan restorasyon çalışmaları, genel olarak kentsel dönüşüm politikaları, kentlerin küresel iklim değişikliğine etkileri, göç ve daha birçok unsur benim kavramsal yapılanmama dair soruları oluşturuyor. Kentsel dönüşüm, doğal afetler, yapılan ihmaller sonucu oluşan kent kimliklerinin değişimine neden olan bu tip olaylar sonucu insan yaşamının sosyolojik ve psikolojik olarak etkilediğini ve bu etkilerin insanlar üzerindeki olumsuz yanlarını tanımlayan “Solastalji” kavramı da üzerine düşündüğüm kavramlar içerisinde yer alıyor.

Bilal Hakan Karakaya, "Invisible Cities/Görünmez Kentler", Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz, 2023, Anna Laudel Istanbul

“Görünmez Kentler” serginiz ismini Italo Calvino’nun aynı adlı kitabından alıyor. Calvino bu kitapta hayali gezi notlarıyla bir yolculuk sunar okura. Siz de bu sergide soyut bir evrende kendi aleminizi yaratıyorsunuz. Yerçekimine karşı koyan, döküm tekniğiyle ürettiğiniz ağır yapılı heykelleriniz bulutsu, hareketli formlarda karşımıza çıkıyor. “Görünmez Kentler” isminin serginizi hangi yönlerden kapsadığını, temsil ettiğini düşünüyorsunuz?

Görünmez Kentler okuyan insanda başka serüvenlere ve bakış açıları oluşturabilen bir yapıt. Beni etkileyen en önemli yanlarından birisi de bu. Oluşturduğum zamansız ve mekânsız, amorflaşmaya yüz tutmuş, terk edilmiş hissiyatlarıyla ortada duran kent izlenimleri sunan yapılarıyla izleyicide farklı bakış açılarını beraberinde getirir.

Serginizde insanı merkezden alıp yerine yapıları koyduğunuz gibi farklı tekniklerde, farklı malzemeler kullandığınız çalışmalarınızı yoğunlukla izleyebiliyoruz. Eserlerinizin ortaya çıkış süreci nasıl işliyor? Sizi bir esere çalışmaya hazırlayan fikri neler ateşleyebiliyor?

Bunun net bir cevabı yok. Uzun yıllardır üretim pratiklerim içerisinde oluşumumdan kaynaklı değişiklikler gösteriyor. Toplumsal, çevresel ve benzeri sokakta gördüğüm bir yapı, bir canlı veya bir obje ya da duyduğum bir ses, okuduğum bir cümle, herhangi bir karşılaşma anı beni bir düşüncenin içerisine sokabiliyor. Bu düşün içerisinde oluşan bir imge genel olarak uzun yıllardır edindiğim tecrübeyle birlikte kendi malzemesiyle oluşuyor.

Devam sorusu olarak o halde; geleneksel döküm tekniği kullanmanızın yanı sıra bu sergide farklı malzemeler kullandığınız eserleriniz de karşımıza çıkıyor. Malzemeyle ilişkinizin üretimlerinize etkileri nedir? 

Sergide kullandığım döküm tekniklerinin yanında, Lenticular baskı tekniği, cynotype baskı tekniği gibi farklı tekniklerde oluşturduğum yapılarda doğru hissiyatları yakalayabileceğim malzeme ve tekniği tercih ediyorum. Üç boyutlu formlardaki alüminyum malzemede kullandığım soluk gri ton yaşamın sonlanmasına dair bir etki oluştururken, lenticular baskılardaki yüzeysel hareketli unsurları ve içten gelen ışıkla da yaşamın yenilenmesine dair hissiyatlar oluşturuyor.

Bilal Hakan Karakaya, "Invisible Cities/Görünmez Kentler", Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz, 2023, Anna Laudel Istanbul

Yukarı ve aşağıya çift yönlü uzayan asılı kalmış kentler kadar içe doğru kapalı üç boyutlu kent formları da görüyoruz. Ayrıca mimari öge kullanımınızda kubbeler hakim. Bu kentlerin hikâyeleri nedir? Şehirlerin görsel yaratımında kullanacağınız mimari nasıl oluşuyor?

Kent oluşumlarında dışarıya olduğu kadar, iç yapıya da bir müdahale söz konusu. Bu içe ve dışa dönüklük yapısal bir hareketliliğe neden oluyor. Kubbeli yapılarda iç alanlarında bir gök kubbenin bizi sarması hissiyatı, tinsel ve ruhsal bir etki ile bizim üzerimizde bir güce dair hissiyatlar oluşturuyor. Kubbeli yapıları tercih etmemdeki neden güç ve inanç sembolü olan yapılar olması. Bizlerinde yaşama olan inancına dair hissiyatımla oluşturduğum kent yapılarında bu sembolleri kullanmayı doğru buldum.

Kentler arasında deniz altına dair ögeler de bu serginin dünyasının bir parçası, mercanlar örneğin önemli bir konumda. Suyun yansımasına, derinlik hissine dair teknik müdahaleler söz konusu. 

Su yaşam kaynaklarımızdan en önemlisi ve o olmadan yaşamın olamayacağını biliyoruz, buna rağmen suya sınırsız bir kaynakmış gibi davranıyoruz. Denizlerin altındaki mercanlar da bir kent yapısı hissiyatında birçok canlıya ev sahipliği yapıyorlar. Ekolojik anlamda da sualtının orman alanları, yüzeydeki ormanların tam karşılığı olan önemli unsurlar. Ormanları yok ettiğimiz gibi mercan alanlarını da tahrip edip ve yok olmalarına sebep oluyoruz. Sular çekildiğinde ve bizim yaşamlarımız sona erdiğinde boş bir posa algısında bizden geriye kalacak kent imgeleri oluşuyor zihnimde.

Kentlerin arasında figürlerin de yer aldığı bazı heykeller var. Kadın, erkek, çocuk figürleri hep bir ağırlık altında, başları üstünde bir yükle karşımıza çıkıyor. Bu ağırlık altındaki denge meselesi nedir, neden bu yükler altında bu figürler?

İnsanı var eden en önemli unsurlardan biri düşünceleri, düşünme biçimimizde kendimize dair bir yaşam biçimi oluşturuyoruz. Yaşadığımız alanları da oluşturan bu düşünme biçimleri ve kentleri bu düşünceler oluşturuyor. Oluşturduğumuz yaşam alanları günümüzde bize fazlasıyla yük olmaya başlamış durum. Bu yükü de taşımak zorunda olanlar da bizleriz.  Bunu ne kadar dengeli taşıyabildiğimiz ile ilgili birtakım düşüncelerimin tasvirleri yaptığım heykeller. Birer düşünce balonu diye bilirim kafaların üzerindeki yapılara.

Bilal Hakan Karakaya, "Invisible Cities/Görünmez Kentler", Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz, 2023, Anna Laudel Istanbul

İnsan kendini dışarıdaki dünyadan/doğadan soyutlayarak tanımlama gayretinde. Kendi ve ötekiler. Bu yüzden doğayla girdiği güç savaşında sürekli ona yeniliyor. Sizin burada kurduğunuz dünyanın referansları nedir? Onu var eden, onu yok eden dışarıdaki dünyayla ilişkilerini nasıl tanımlarsınız? 

En temel ihtiyaçlarımızdan birisi barınma ihtiyacı, bu barınma ihtiyacından ötürü insanlık tarihinden bu yana birçok alan oluşturulmuş. En doğal hâliyle mağaralar ve ağaç kovukları ile başlayan, sonrasında kendi becerilerimizle inşa ettiğimiz barınaklar süreç içerisinde doğal çevremizden kendimizi soyutlayarak bir korunma iç güdüsü ile asıl olana karşı kurduğumuz kare alanlar hâline gelmiş ve doğa ile aramıza koyduğumuz setler kalkanlar hâline dönüşmüş. Doğal sürecimizde bizleri yabancılaştıran bir unsur hâline gelen modern kent yapıları içerisinde hapsolmuş durumdayız. Bu kapalılıktan vazgeçerek asıl çevremizle barışık bir hâlde yaşamaya yeniden başlamamız gerektiğinin tam zamanı olduğunu düşünüyorum.

Hem uzunca bir süre bizi abluka altına alan korona salgını, Ege ve Akdeniz bölgesindeki, yangınlar, deprem felaketi, seller, HES’ler, madenler… Doğa ile ilişkimiz üzerine sıkça düşünmemizi, konuşmamızı gerektiren olaylar yaşıyoruz. Sizin de bu çalışmalarınız insanın doğayla ilişkisi üzerine düşünmeye sevk eden işler. Bu konu hakkında, insanın tüketici ve yok edici tavrına dair neler söylersiniz?

Yaşadığımız zaman diliminde ve öncesinde insanlık birçok doğal afet ve salgınla karşı karşıya gelmiş, büyük yıkımlar ve kayıplarla karşılaşmış. Bu süreçte her daim yaşamaya devam edebilecek bir bölmede yer almayı da başarabilmiş. Bunlardan ders alabildiğimiz ve bunlara çoklu yön verebileceğimiz bir evrede olabileceğimizi düşünüyorum. Elimizdeki birçok bilimsel, teknolojik ve ekonomik kaynak sayesinde sahip olduğumuz gücün farkına vararak bilinçli bir tavırla mevcut yaşantıyı daha kaliteli ve iyi yönde organize ederek yaşanılabilecek bir dünya hâline getirebileceğimizin inancındayım.

Geleneksel döküm tekniği kullanıyorsunuz. Bu teknik geride bıraktığı malzemenin dönüştürülmesine, üretim sırasında ekolojik bir tavır göstermenize imkân tanıyor mu peki?

Tam da bu noktada kullandığım döküm tekniğinin öncelikli olarak geri dönüşüm esasına dayalı olduğu için tercih ettiğimi söyleyebilirim. Zaman içerisinde kullanılıp, işlevini yitirmiş endüstriyel bir objenin tekrar eritilerek yeni bir yapıya dönüştürdüğü, bu dönüştürülen objeden yeniden dönüşüme açık bir hâlde tekrar ve tekrar dönüştürülebilecek olması bu tekniği tercih etmemdeki en önemli nedenlerden birisi. Aynı zamanda üretim gerçekleştirdiğim alanlarında çevreye yayılacak olan ısı, gaz, kullanılamaz atık anlamında en minimalize edilmiş filtrasyonlarla yalıtımlı alanlara sahip olan atölyelerde en az zararlı hâle getirilerek çalışılmaktadır.

Zamanın sizdeki ve sanatınızdaki etkisini eserlerinizde izleyebiliyoruz. Devam eden çalışmalarınızda bu etkileri görmeye devam edecek miyiz? Yoksa yeni dönemde üzerinde çalıştığınız bir başlık var mı? İleriki zamana dair projelerinizden bizlerle neler paylaşabilirsiniz?

Bu serginin devamı niteliğinde düşündüğüm yeni yapılanmalar söz konusu. Aynı zamanda sosyolojik başka fikir ve projeler de aklımda oluşuyor. Sürecimin nereye, nasıl evrileceğine dair ben de merak içindeyim.

Bilal Hakan Karakaya’nın kapsamlı kişisel sergisi “Görünmez Kentler”i 31 Mayıs'a kadar Anna Laudel’de ziyaret edebilirsiniz. 

0
3034
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage