ZERO’nun geri sayımla ulaştığı gelecek; yırtıklar, yarıklar, çiviler, titreşimler, pigmentler, ışık ve ses gibi alışılmadık ve şaşırtıcı malzeme ve jestlerle dünü şimdide gösteriyordu. ZERO’nun yarattığı sıfır noktası kıtalararası sürecek bir özgürlüğün cesaretli başlangıcıydı. Elbette Dada’ya göz kırparak.
1 Eylül’de S.Ü. Sakıp Sabancı Müzesi’nde Zero sergisi basın toplantısında SSM müdürü Dr. Nazan Ölçer, konuşmasını Zero’nun kurucularının sözleriyle bitirdi: “ZERO’nun herkese iyi gelmesini diliyorum.”
2. Dünya Savaşı sonrasında yeniden yapılanmanın devam ettiği zorlu yıllarda yeni bir gelecek yaratmak için bir araya gelen ZERO’nun genç sanatçıları, sanat yaparken yeni ve denenmemiş yollar arayan, iyimser ve avangard bir ruhla yola çıktılar. İçinden geçtikleri dönemin zorlayıcı koşulları içinde sanat üretimlerinin dünyaya yaydığı ışık göz alıcıydı ve iyimserlik yayıyordu.
S.Ü. Sakıp Sabancı Müzesi (SSM), Akbank Sanat işbirliğiyle 20. yüzyılın en büyük uluslararası sanat ağı yenilikçi ve dinamik ruhlu ZERO, bu sezon İstanbul’da açılan tartışmasız en iyi sergi. İyi çünkü; etkisi günümüze dek süren bir hareket hakkında Türkiye’de ilk kez böyle kapsamlı bir bilgiye sahip oluyoruz. 1957-1967 yılları arasında etkili olan ZERO hakkında uzunca bir süre kimse söz etmedi. Zero manifestosuna Zero sessizliktir diye başlıyordu. Sebep bu mu? Bilemiyorum, lakin son birkaç yıldır dünyanın farklı ülkelerinde açılan sergiler ZERO’nun sessizliğini bozdu. Geçtiğimiz yıl New York Guggenheim'da; bu yıl ise Berlin Martin-Gropius-Bau ve Amsterdam Stedelijk Müzesi'nde açılan Zero sergileri, çağdaş sanat dünyasının Zero’yu öğrenmesini ve keşfetmesini sağladı. New York, Berlin ve Amsterdam'dan sonra İstanbul'da açılan sergi, ZERO’nun sanat tarihi içindeki önemini ve günümüz sanatına etkisini kalın çizgilerle işaretliyor.
Evet bu sergi herkese iyi gelecek çünkü; güzel! Eserlere baktığınızda ya da içinde dolaştığınızda avangard sanatçıların özgür ruhu sizi kıskıvrak yakalıyor ve ışık oyunlarına, formların sizi içine çeken derinliğine, titreşimin hipnozuna dalarak uzaklara fırlatılıyorsunuz. İçinizdeki geri sayım SSM’nin bahçesinde de devam ediyor. Hareketin kurucularından Heinz Mack’ın geçtiğimiz yıllarda Venedik Mimarlık Bienali’nde sergilenen “The Sky Over Nine Columns” “Dokuz Sütun Üzerindeki Gökyüzü” eseri tüm görkemiyle göğe yükseliyor. Toprakla gökyüzü arasında bağlantı kuran dokuz sütün altın renkli mozaikle kaplı bedenleriyle, ışığı performans aracı olarak kullanarak SSM’nin fıstıklı terasında İstanbul’a bakıyor. Sütunun mimarlık tarihindeki belirleyici yerini de hatırlatan bu dokuz sütun, İstanbul’un dönüşen çehresi hakkında ise altın değerinde okumalar öneriyor.
Serginin küratörü ZERO Vakfı Kurucu Yöneticisi Mattijs Visser. Küratör, sergiyi Işık, Zaman, Boşluk, Renk ve Hareket temaları etrafında şekillendirmiş. Sergide ZERO’nun kurucuları Heinz Mack, Otto Piene, Günther Uecker’in farklı teknik ve materyallerde ürettiği eserlerin yanı sıra, akıma dahil olmuş ve ilham vermiş önemli sanatçılar Yves Klein, Piero Manzoni ve Lucio Fontana’nın eserlerine de yer verilmiş. ZERO sanatçılarının doğayı ve teknolojiyi buluşturduğu 100’ün üzerinde eser, İstanbul izleyicisinin gözündeki ve ruhundaki kasveti dağıtmaya iyi gelecek.
ZERO 2. Dünya savaşı sonrasında kurucularından Otto Piene’nin sözleriyle; “örgütlü olmayan bir grup genç sanatçının” Düsseldorf’ta başlayan yolculuğunun adı olmanın ötesine geçerek, geçmişin tozunu savurmuş, geleceğe doğru geri sayımı başlatmıştı. Ne ki ZERO, adını bir roketin fırlatılmasından önceki geri sayımdan alıyordu. Manifestolarında yazdığı gibi: Zero başlangıçtı. Zero sessizlikti. Zero renkti. Zero güzeldi. Zero sesti. ZERO 1945’te biten bir savaştan sonra 1957-1967 yılları arasında atölyelerden, galerilere oradan da müzelere sıfırdan yayılan bir hareketti. ZERO akşam sergileriydi. ZERO harabe atölyelerdi.
Avrupa’da savaşın tahribatının ardından umutsuzluğu ve karamsarlığın terk edilmeye başlandığı ve yeni başlangıçların yapıldığı yıllarda, ZERO sanat tarihinde eski ilke ve kuralların terk edildiği yeni bir dönemin başlangıcı olmuştu. Savaşın baskıcı deneyiminin karşısına isyankar jestlerden oluşan soyut dışavurumculuğu çıkaran Avrupa sanatı, Zero ile bambaşka bir yola giriyordu. Bu kez ışık ve hareket, her şeyi sıfırlamaya başlamak için iyi bir yoldu. Onca rengin karşısına çıkan bembeyaz yüzeyler, tek rengin hakimiyeti, ışık, hareket ve ses yeni form ve görüntülerle birlikte alışılmadık bir dil yaratıyordu. Zero Düsseldorf’tan, Hollanda, Belçika, Fransa, İtalya ve Japonya’ya dalga dalga yayılarak sınırlar ve zamanlar arası bir yolculuğa çıkıyordu. Zero’nun geri sayımla ulaştığı gelecek; yırtıklar, yarıklar, çiviler, titreşimler, pigmentler, ışık ve ses gibi alışılmadık ve şaşırtıcı malzeme ve jestlerle dünü şimdide gösteriyordu. Zero’nun yarattığı sıfır noktası kıtalararası sürecek bir özgürlüğün cesaretli başlangıcıydı. Elbette Dada’ya göz kırparak.
Zero herhangi bir düşünce üzerine geliştirilmiş bir teori değil; bizzat sanat üretimi hakkında düşünen sanatçıların, malzeme ve yöntemi; ateş, ışık, hareket, uzam, renk, gösteriler ve performanslarla buluşturdukları sonuçtu. ZERO güzel ve iyi olmak için vardı. Çağının içinde olduğu bilimsel ve teknolojik gelişmelerin paralelinde böyle bir hareketin doğması kaçınılmaz gözükse de Zero elindekileri dünyayı yeniden inşa etme hayali ile birleştiriyordu. Bu sebeple de ortaya çıkanlar, bilim ve teknolojinin desteğiyle izleyeni şiirsel bir düşün ortasına fırlatıyordu adeta.
Zero sanatçıları, heykelde ya da resimde geleneksel üretimin uzağında kalarak yeni yöntemler ve mecralar keşfetti. Boyadan ise, fırçadan çiviye, boyalı yüzeyden yanmış yüzeye yol alırken; biçim aracılığıyla yeryüzü hakkında iyimser sözler sarf ettiler. Ve elbette izleyici, Zero sanatçılarının şaşırtıcı söylemleri içinde dolaştı ve onlara dokundu.
Soyut ekspresyonizmin dışa taşan ve yayılan ruhu karşısında 10 yıl boyunca üreten Zero sanatçıları, içinde biriktirdiklerini farklı yüzeylere yaptıkları müdahalelerle anlattılar. Otto Pienne’nin isli tuvalleri, Günter Uecker’in çivileri ve Lucio Fontana’nın kesikleri bu hareketin dalga dalga yayılan titreşimleriydi. Renk arketipal bir söylemle pigment olarak vardı, Yves Klein’ın işlerinde olduğu gibi.
Aydınlık ve karanlık iyimser bir bakışla ve ışığın türlü oyunlarıyla Heinz Mack, Otto Pienne ve Günter Uecker’de farklı biçimlerle anlatıldı. Ve ışık ZERO için; Otto Piene’nin söylemiyle; ışığın hem insanın hem de sanat eserinin yaşam kaynağı olduğuna duyduğu sarsılmaz inancın bir kanıtı niteliğindeydi. Ve hareket diğer tüm temaların içinde kimi zaman elektrik yardımıyla kimi zaman titreşimler ve yansımalarla kendiliğinden ZERO’nun akışı içinde var olan biri durumdu.
Heinz Mack, 1967 yılındaki son sergide Zero'nun sona erdiğini ilan eder. Geri sayımı sıfıra ulaşmış mıdır? Görünen o ki ZERO’nun yarattığı etki sanat tarihi içinde titreşimlerle sürer. Bugün SSM’de gördüklerimiz bu titreşimin zamansızlığının kanıtı olarak karşımızdalar.
Otto Piene ve Heinz Mack'ın "karamsarlıktan silkinip, her şeye sıfırdan başlama" önerisine sanatçı Günther Uecker'in de katılmasıyla başlayan ZERO hareketi SSM’de gördüğümüz gibi ortaya koyduğu eserlerle şimdiye aitti. ZERO’da bir anda karşınıza çıkan Otto Piene’nin “Şişme Nesneleri” sizi renkli yıldızlar dünyasına fırlatarak, yapay ve gerçek arasındaki yalnızlığınızı unutturabilir. Ya da Heinz Mack’ın “Uzamda Işık Perdesi” adlı işinde alüminyum şeritlerden yayılan ışığın ve titreşimin büyüsü sizi hipnotize ederek etrafınızı saran onca şeyi silebilir. ZERO karanlık günlere iyi gelen güzel bir sergi. Sıfırlamak herkese iyi gelebilir. 10 Ocak 2016 izlemek için son gün.