Sade Kolektif’in The Marmara Pera işbirliği ile hayata geçirdiği “Pera’da Sanat” projesi kapsamında düzenlediği ikinci sergisi “Oda”, üç genç sanatçının eserlerine ev sahipliği yapıyor. Mert Özgen, Candan İşcan ve Ekin Su Koç’un yeni eserlerinin sergileneceği The Marmara Pera sergi salonu, üç ayrı alana bölünüyor ve çizim, yağlı boya, kolaj gibi farklı teknikleri bir araya getiriyor.
Sanatçılar eserlerini yaratırken hangi düşüncelerden yola çıktıklarını ve kendilerine ait oda kavramını Artful Living’e anlattılar.
Ekin Su Koç
Daha önce farklı karma sergi ve fuarlarda eserleri koleksiyonerlerle buluşmuş olan Ekin Su Koç anılar üzerinden üretmeyi seven bir sanatçı. Eski aile fotoğrafları, bu fotoğraflarda gözden kaçan detaylar, geçmiş yaşamlar sanatçıyı etkiliyor. Koç’un en çok kullandığı öğe kız çocuğu...
Üretim sürecinizden öne çıkan noktalar var mı?
Ben genellikle toplumsal olaylardan hareketle modern hayata göndermeler yapıyorum ve bunu yaparken gazete kupürleri, aile fotoğrafları, danteller, güncel yayınlar ve bunun gibi karışık teknikle bir araya getiriyorum. Eserlerimi üretirken pornografik bir dile kaymamak için sürekli gözlem yaparım ve sanat yapıtı kavramını sorgularım.
Eserlerini üretirken öne çıkan bir süreç var mı? Üretim anı, düşünce anı, ya da anılarla ilgili envanterler toplama anı gibi...
Sanıyorum en önemli nokta yapıtın izleyiciyle temas kurduğu an. Çünkü tam bu anda eser karşı tarafa aktaracaklarını en net biçimde ortaya koyuyor ve bu da sanatçının seyirci üzerinde eseriyle bırakabildiği tek etki anı ve üretimin bütününe yayılan bir süreç. Bu kilit süreç, kavramın ortaya çıkması ve nesneyle ilişkisinin kurgulanması, izleyicinin yapıtın karşısına geçeceği son ana kadar "şimdi bunu yaptım ama benim söylemek istediğimi iletiyor mu" sorusuna kadar uzanıyor.
Birçok sergide yer aldınız ve sergilerinizde farklı konular üzerinde durdunuz. Bu konulardan biraz bahseder misiniz?
İlk sergimde aile fotoğrafları vardı. Fotoğrafları eskicilerden toplamıştım; kimisi yıkılan Rum evlerinden çıkan, kimisi birçok değerli eşyayla beraber satılmış dağılıp giden aile yadigarlarıydı. O sergi aile kavramı üzerine bir sorgulama içeriyordu. Bu nedenle fotoğraflar da kişisel olarak bana ait nesneler değil toplumun anı parçaları gibi konumlanmıştı.
Sonraki yıl Almanya’da gerçekleştirdiğim “Doğa Öcünü Alır” sergisinde doğa ve insan ilişkisine göndermeler vardı. Bu sergimde bir leitmotif gibi içi boş bir kuş kullandım, içi boşalan ve bizi sürekli onun içini doldurmaya çeken doğa kavramını öne çıkarttım.
2015 Contemporary Istanbul fuarı için yaptığım sergide ise içinden geçtiğimiz toplumsal süreçte en yakıcı gerçek olan, her köşede bizi sıkıştıran şiddet kavramına göndermeler vardı ve buna bağlı olarak da serinin adını “Border Line” olarak belirlemiştim. Bu öğelerin içinde en kişisel olanı kız çocuğudur. O benim çocukluğumdur. Kız çocuğu öğesi ve imgesi masumiyet özleminin cisimleşmiş hali. Bu nedenle de kız çocuğu öğesi asla bir seriye ait olmadı. Hep var ve hep olacak. Bu sergide de kız çocuğu öğesini görebileceksiniz.
Candan İşcan
Candan İşcan’ın zor ve uzun bir üretim süreci var. Çizimleri saatlerce sürüyor. Üretmeden önce gördüğü her şey ve okuduğu her kelime ona ilham verirken, çizime başladığı anda ilham veren her öğe tek bir alanda toplanıyor.
Uzun süreçli ve detaylı bir üretim pratiğiniz var. Bu süreç nasıl gelişiyor?
Benim üretim sürecim bütünün parçalarını toparladığım bir süreç. Bana göre, bu süreç hayat boyu devam ediyor. Üretim bağlamında en sevdiğim aşama çizim aşaması. Gözümde canlanan imgeyi yapmaya çalışmam. Kendimi serbest bırakırım ve çizdiğim imgenin değişmesine izin veririm.
Bu sergi için kurguladığınız oda kavramından bahseder misiniz?
Bu sergide kurduğum odayı, düşlediğim ormandan toparladığım parçaların bir araya geldiği, istiflendiği yer olarak düşünebiliriz. Organik hayatın beden bulduğu, doğanın çizdiği olağan sınırları aşan manzaraların ve yaşam formlarının ortaya çıktığı bir alan.
Mert Özgen
Mert Özgen’in eserleri kadın öğesi üzerinde yoğunlaşıyor. Sanatçının ilham aldığı kişiler ise onu hep etkilemiş olan sanatsal alanda öne çıkan kadınlar olmuş. Özgen, sergide kadınlarının odalarını anlatıyor.
Genellikle kadın figürleri üzerinden ilerliyorsunuz. İlham aldığınız kadın figürleri var mı?
Resimlerimde, edebiyat ve görsel temsil alanlarında duruşlarıyla bana ilham veren kadın figürlerini araştırıyorum. Böylece, kadının ve kadınlığın hikayesini anlatmaya çalışıyorum. Kadınların tenlerinde oluşturduğum yaralarla, bedenin içi ve dışı arasındaki diyaloğu ortaya çıkartmaya çalışıyorum.
Üretim sürecine nasıl hazırlanıyorsunuz?
Okuduğum romanlar, etrafımdaki kişilerden dinlediğim hikayeler, tanıklık ettiğim hayatlar ürettiğim resimlerin temelini oluşturuyor. Dinlediğim hikayeler, resmettiğim portrelerin ifadesinin doğmasına sebep oluyor. Bu şekilde portreler hikayelerle birlikte kendi benliklerini kazanıyor. Resimlere başlamadan önce eskizler ve desenler çizerim ve bu şekilde kadınların genel görüntülerini belirlerim ama her ne kadar bunu yapsam da boyadığım portreler tuval üzerinde boya katmanlarıyla birlikte hikaye anlatıcısına dönüşüyorlar. Bu beni çok heyecanlandırıyor. Her bir portre farklı bir hikaye halini alıyor.
Portrelerinizde kadınların vücutlarındaki yaralar dikkat çekiyor. Öne çıkan başka öğeler var mı?
Portreleri çizerken en zorlandığım alan gözler. Çünkü izleyicinin portrelerimle iletişime geçtiği ilk yerin gözler olduğunu düşünüyorum. Bence de kadının hikayesini anlatmaya başladığı ilk yer gözlerdir...
6 Ocak’ta açılan “Oda” isimli sergi 5 Şubat’a kadar The Marmara Pera’da görülebilir.