“Kimi kez yaşamak için, intihar etmekten daha çok cesaret gerekiyor.”
A. Camus
“Mutluluk başınızın üstünde dolaşıyordu, ama siz onu çekip aşağı almayı beceremediniz.”
F. Kafka/Şato
"İnsan, en önemli olanı söylemeye cesaret etmezden önce, kırk ya da elli yıl boyunca iç dünyasında taşır. Sırf bu nedenden ötürü bile erken ölenlerle birlikte nelerin yitip gittiğini ölçebilmek olanaksızdır. Aslında herkes erken ölür."
Elias Canetti - İnsanın Taşrası
"Gerçek olan, insanın kendi yolunu kendi eliyle çizdiği, geleceğinin tek hakimi olduğuydu. Herkes aynı ölçüde önemliydi. Her şeyden önce de eyleminin yönünü ve amacını bilmeliydi insan. Eyleminin yalnız kendini bağladığına inanan, büyük bir yanlışlığa düşerdi. Bir araya gelen eylemler, yavaş yavaş toplumu kurarlardı." J. Kosinski/Boyalı Kuş
İlerlemenin çarklarına girmekten korkan, savaşın getirdiği zalimlikten kaçan bir aydın olarak Walter Benjamin'in, felsefesi ve hayatına dair...
"Geceleri sabahlara kadar okumayayım da ne yapayım? Ben, el ayak çekildikten sonra odamın kapısını sürmeleyip kitaplarımla baş başa kalmak saatini dört gözle beklerim. Çünkü, bu ömrümün bütün hazin sergüzeştini ve yaşadığım anın ağır sıkıntısını unuttuğum tek saattir. O vakit, bu çıplak ve yalçın oda, gerçek dünyadan daha geniş, daha ferahlı bir alemin, munis, sevimli ve her biri sihir ve füsunla yoğrulmuş mahlukları ile dolmaya başlar."
“Yaban”
“İnsanlar bana modaya uygun ya da o iğrenç sözcük modern yerine eski moda diyedursunlar. İnsanların ne düşündüğüne son derece az değer verdim, çünkü en sert biçimde kendi düşüncemle ilgili oldum hep ve bu yüzden insanların ne düşündüğüne ayıracak zamanım olmadı, bunlara aldırmadım, bugün de aldırmıyorum ve hiçbir zaman da aldırmayacağım. İnsanların ne söylediği beni ilgilendiriyor, ama her şeyden önce asla ciddiye alınamaz.”
“Beton”
Tanpınar’ın şüphesiz ki başyapıtı olarak değerlendirilen eseri Huzur’dur. Romanın kahramanı Mümtaz, pek çok açıdan Tanpınar’ın kendisine benzer. Tanpınar gibi Mümtaz da bir kaybın estetidir, kaybolmuşun, terk edilmişin izindedir. Hayranı olduğu Proust’a da bir saygı duruşudur sanki bu arayışı. İstanbul’u değerlendirmesi de yine bu açıdan bakıldığında daha anlamlı hale gelecektir.
Hermann Hesse eserlerinde hep huzur aradı tıpkı hayatında olduğu gibi. Nasıl ki Magister Ludi Boncuk Oyunu’nda tatlı ve serin suda huzuru bulmuşsa Hesse de yerleştiği İsviçre’nin küçük kasabası Montagnola’da huzur içinde hayata gözlerini yummuştur. Mutlu oldu mu bilinmez ama kanımca mutlu bir adamdan bu denli güzel hüzünler de çıkmaz.
Bir sabah, genç bir Norveçli, elindeki Hamsun kitabını yazarın evinin önüne bırakıp sessizce uzaklaşır. Bir süre sonra biri daha kitap bırakır aynı yere. Sonra biri daha, biri daha, biri daha... Oslolular ellerindeki Hamsun kitaplarını yığarlar yazarın kapısının önüne. Ne bir arbede yaşanır, ne de kötü bir laf edilir. Kırgın Norveçliler kitapları sessizce bırakıp dağılırlar. Adeta kendi kitaplarından bir dağ oluşur Hamsun'un bahçesinde.
Oblomovluk tembelliği, pesimizmi anlatmak için günümüzde de zaman zaman kullanılmakta. Ama burada hem Oblomov’a hem de Gonçarov’a ciddi bir haksızlık yapılmakta. Özünde tembel biri değildir Oblomov, ancak dışarıdaki dünyaya ve insanlara karşı duyduğu korku ve güvensizlik onu bu hale getirmiştir.